Home > İnceleme - Analiz > Sinema Tutkunu Olmak: The Dreamers

Sinema Tutkunu Olmak: The Dreamers

Türkçe dilinde “Düşler, Tutkular ve Suçlar” filmi 2003 yılında Bernando Bertolucci yönetmenliğinde vizyona çıkmıştır. Matthew Fransa’da bir otelde ikamet eden Amerikalı bir öğrencidir ve genellikle yalnız takılır. Matthew sinema aşığıdır ve sürekli sinemada delicesine film izler. 1968 yılında Fransa’da fazlaca protestolar yapılır, halk çalkantılı bir dönemden geçer. Matthew’in düzenli olarak gittiği sinema merkezi yönetim tarafından kapatılır ardından bütün sinema severler Fransa’yı altını üstüne getirir. Çünkü sinema, Fransa’nın başkentidir… hiç kimse bu olaya susmamış gece gündüz demeden sokaklara akın ediyordu. İşte tam bu esnada Matthew siyami ikizler olan Theo ve Isabelle ile tanışır. Ancak Matthew’in bilmediği bir şey vardı: tutkuların ve suçların yer aldığı cinsellik oyununda olması.

Bu inceleme yazısında sinemayla başlanan dostluk ve sinemada cinselliğin oluşundaki yargılar üzerine konuşacağım. İnceleme yazısındaki asıl amacım, sinemanın hayatımızdaki değerli yerini ve cinselliğin de sinemada bulunmasının “normal” olduğunu açıklamak olacaktır.

Sinema Dostluğu: Gerçekliğin ve Hayal Gücünün Birleşimi

Sinemayı hep “gerçekliğin aynası” olarak tanımlarım; topluma insanların yaptığı yanlışlarını geniş bir alanda anlatır, kabul edilmeyen yargıları konuşturur ve senaryoların insan hayatında birer “öğreti” olduğunu açıklar. İnsan zihninde hayal gücünün sınırı yoktur, o an dilenilen hayal kurulur ve zihinde o klip (daha doğrusu kendi kısa filmimiz) başlar. Senaryolar da zihindeki özgürlüğün kağıtlara aktarılmış halidir. Yeri gelir topluma bir ayna olunur; korku, dehşet, mutluluk, hayal kırıklığı ve melankolik hallerin neleri doğurabileceği anlatılır. Aslında filmi izlediğimizde Matthew, Theo ve Isabelle’nin bunun gayet farkında olarak sinemayı sevdiklerini görülebilir. Birlikte geçirdiği anları filmlerde geçen sahneleri aralarında tekrardan yaşatarak sinema dostluğunu daha da güçlendirirler.

İtiraf etmeliyim ki, iki insan arasındaki diyalog sinema olursa o diyaloğun tadından yenmez, adeta fazlaca zevk verir ve filmleri akıllı bir şekilde tartışmak iki kişi arasında onlarca bakış açısını doğurur. Sinemasever film hakkında konuşurken ne kadar detaylı bahsederse bir o kadar iyi şahane olur çünkü karşısındaki sinemasever o detayları dinledikçe kendi konuşmasını daha güzel oluşturur ve sonunda bitmek bilmeyen bir diyalog ortaya çıkar.

Theo’nun oyuncu taklitleri yapması, Matthew ve Isabelle arasında geçen film sohbetleri, Theo ve Matthew arasındaki Amerika-Fransa olaylarının tartışması… görüş mesafemizi arttırdığımızda sinemanın gerçekten de hayatımızın bir parçası olduğunu görebiliriz. Çünkü sinema, hayatta yaşadığımız her şeyi senaryoya dönüştürüp her yere gösterebilir. Tarih, psikoloj, politika, sanat… sinema bu ve diğer temaları ele alır.

Sinema gündeme ayak uydurabilir, haftalarca ölürcesine çalışabilir lakin en sonunda istenileni başarıyla topluma sunar. Her bir kuram sinemanın ayrı özgürlüğünü yaşatır, yönetmenler sayesinde. Yönetmenler ve senaristler hayatımızdaki en iyi gözlemciler arasında yer alır ve bir kahraman gibi topluma korkusuzca kendi öğretilerini aktarır. Keşfedildiğinde asla çıkmak istenilemeyecek bir cennetir aslında sinema.

Sinemanın değerli olduğuna dair iki örnek göstereceğim. Bu örnekler “Film Başlıyor” belgesel kitabından alıntı olarak yer almıştır.

“İngiliz dilinde film çekmek olarak kullanılan ve gerçekte “filme ateş etmek/filmi vurmak” anlamına gelen ‘shooting film’ deyimi, Marey’nin tüfek şeklindeki aygıtıyla, tetiğe basarak fotoğraf çekmesinden türemiş bir deyimdir.”

“Yine 1895 tarihli, Bir Duvarın Yıkılışı adlı filmde, Lumiere Kardeşler, gerçek yaşamdan kareler aktarmaya devam eder. Belki de o duvarın yıkılmasıyla, sinema tarihinde yeni bir dönem de aralanmış oluyordu.”

the dreamers 2

 

Sinemada Cinselliğin Oluşundaki Yargılar

The Dreamers filminde ayrıca üç dostun arasındaki cinselliğin tutkusunu da görüyoruz. Bu durum birçok seyirci tarafından kötü algılanmıştı. Filmdeki cinsellik sahnelerinin ayrıca sinemada cinselliğin gerçekten yer aldığını göstermek istedikleri için yer aldığını söyleyebilirim. Oysa filmlerde cinselliğin yer alması gayet normal olarak görülmeli. Aslında “ayıp” denilen kavram da toplumdaki insanlar tarafından üretilir. Cinsellik her insanın hayatında bazı vakitlerinde yaşanır, hiç yaşamak istemeyenler de olabilir lakin insanlara cinselliğin hayatta yer alan bir parça olduğunu anlatamıyoruz. Kitap okumayı sevenler için Freud tarafından yazılan “Haz İlkesinin Ötesinde: Ego ve İd” ve Schopenhauer tarafından yazılan “Cinsel Aşkın Metafiziği” kitaplarını okumalarını öneririm. Bu kitapları okuyunca demek istediğim daha iyi anlaşılabilir diye düşünüyorum. Söylemeliyim ki, önermiş olduğum kitaplar sinema için değil genel olarak da bu yargıların yıkılması adına okunulması gereken kitaplardandır. Her farkında olup anlatmak isteyen insan gibi benim de saçmaladığım düşünülebilir ancak inceleme yazısının bu kısmında sizlere daha çok kanıtlarla açıklama yapmaya çalışıyorum ki, cinselliğin hayatın her dönemindeki yerini eserlerle aktarıldığını anlatabileyim. Sinema tarihinde cinselliğin yerini “Film Başlıyor” belgesel kitabında bu alıntıyla açıklayabilirim:

“Aslında Almanya’da film yapımcılığının önünü büyük oranda Oskar Messter açar. Messter de eski sanatçılarda olduğu gibi, cinselliğin sinemadaki yansımasına eğilir. Ama bu elbette sanatsal anlamdaki bir cinselliktir. Akt Skulpturen (Canlı Heykeller) adlı 1903 yapımı filminde, çıplak bir kadın ve çıplak bir erkek, İncil’den ve mitolojiden sahneleri canlandırırlar; mitolojiden alınma heykellerin canlı temsiline soyunurlar. Deneysel-erotik olarak sınıflandırılan filmin süresi, toplam 4 dakika 40 saniyedir.”

Birçok yönetmen sinemada cinsellik denilen kavramın gerçekten de olduğunu anlatmak için filmlerinde cinselliğe yer verir. Bazı filmler cinselliğin bir ihtiyaç, haz duygusunu bastırma ve doğal bir hareket olduğunu açıklar. Toplum hiçbir zaman anlamayacak ama bu gerçek var ve var olmaya devam edecek, ayıp olarak görseler bile. İnceleme yazısını en sevdiğim The Dreamers repliği ile bitireceğim.

“Sinemacı, röntgencidir. Dikizler. Kamera adeta anne babanın odasına açılan anahtar deliği gibi gibidir. Onları dikizlersin, iğrenirsin, suçlu hissedersin ama yine de gözünü alamazsın. Filmler suç olur, yönetmenler de suçlu. Film çekmek yasa dışı olmalı.”

 

Kaynakça

OKUMUŞ, F. (2003). SIRADIŞI CİNSEL YAŞANTILARIMIZ VE SİNEMAMIZ. Kurgu, 20(1), 175-196

AKGÖL, J. (2021). SİNEMADA İLAÇLA KOLAYLAŞTIRILMIŞ CİNSEL SALDIRI OLGULARINA BAKIŞ; SOĞUK BİR GAZOZ ALIR MIYDINIZ?. Journal of Awareness, 6(1), 67-72. https://doi.org/10.26809/joa.6.1.07

SERDAROĞLU,F. (2016). SİNEMA NEDEN SANATTIR? SİNEMAYI SANAT OLARAK ELE ALAN BİR ARAŞTIRMA NE TÜR BİR YAKLAŞIM BENİMSEMELİDİR?. Kurgu, 24(2), 113-125