Fars edebiyatı ve İran sinemasına duyguları kadınlığı ve özgürlüğüne olan haklı düşkünlüğüyle damga vurmuş Furuğ hanım.
5 ocak 1935 yılında Tahran’da dünyaya gelmiştir. Babasının albay olmasının getirdiği askeri bir disiplinle büyümüştür. Kız sanat okuluna gittiği yıllarda şiiri öğrenmeye ve yazım deneyimlerine başlamıştır. Çok hisli çok nahif bu genç kız daha on altı yaşında kendisinden on beş yaş büyük olan akrabası Perviz Şapur evlendi. Bu evlilikten bir çocuğu oldu ve yaşadıkları yerin tutucu yapısının getirdiği sorunların da etkisiyle eşinden ayrıldı. Bu ayrılığın ardından oğlu Kamyar’ın velayetinin de babasına verilmesiyle iyice yalnızlaşan Furuğ Ferruhzad ilerleyen yıllarda bu boşanmanın getirdiği yalnızlığın ve umutsuzluğun etkisini şiirlerinde de göreceğiz. Hatta zihninden taşan duyguları onu intihara teşebbüse kadar sürükleyecektir.
Çıktığı 9 aylık Avrupa seyahatinden döndüğünde beklemediği bir şekilde film yapımcısı yönetmen ve senarist olan İbrahim Gülistan ile tanışır ve bundan yaklaşık üç yıl kadar sonra sinemanın içerisine girmeye başlar
İlk sinema deneyimi, petrol kuyularında yaşanan patlamanın sonuçlarını anlatan “Bir Ateş” filminin montaj sürecinde görev almasıyla başladı bu film 1962 yılı Venedik Film Festivali’nden altın madalyayla ayrıldı. Böyle böyle toplumsal duyarlılığı artan Furuğ Hanım’ın bunun üzerine Tebriz’deki bir cüzzam hastanesin ziyaret ettikten sonra iyice duyarlılığı artmıştır.
Bu hastanede gördüklerini “Ev Karadır” adlı belgeselde derlemiştir. Belgesel boyunca genç yaşlı çocuk demeden hasta insanların içler acısı halini görüyoruz yapımın siyah beyaz olması dramatikliğini arttırıyor.
“Bu dünyada çirkin kıtlığı yok eğer insanlar ona gözlerini kapatırsa daha da çoğalır ama insan sorun çözücüdür. Bu ekranda çirkinliğin resmini acı çekmenin tasvirini göreceksiniz ki önemsememek insafsızlık olur.” cümleleriyle başlayan film bizi bu dünyadaki kötülüklerin varlığı ayrıca insanoğlunun duyarsızlığı üzerinden ince bir isyana davet ediyor. İşte tam bu isyankar yapısı yüzünden doğduğu topraklarda sevilmemiştir Ferruhzad.
Her şeye rağmen umut taşımayı bilen yönetmen bizi bu çirkinlik dolu dünyayı düzeltmeye çağırıyor. Görüntülerin rahatsız ediciliği bilerek seçilmiş özellikle el ve ayaklarda ciddi bozukluklar görüntülenmiş. Filmin ilerleyen sahnelerinde bir sınıf dolusu hasta çocuğun şükrettiğini görüyoruz özellikle elinde problem olan çocuğun ellerinin varlığı için şükrettiği kısmı kitaptan okuması ironiktir. Burada günlerin ayların hepsi aynı geçmektedir. Hastaların ölümü genel olarak kabullendiğini şu dizlerden anlıyoruz; “Bir daha baharı göremeyeceğim ama bu satırlar kalacak.”
Kaderlerine müthiş bir bağımlılıkları ve her şeye rağmen şükretmeleri insanı izlerken düşündürüyor. Din tam olarak böyle bir şeydir çok çok aza kanaat edersiniz ve kendinizi çoğa layık görmezsiniz. Onların ki tam bir bağlılık olmuş.
Filmde karakterlerin kendi ritim tutuşlarının dışında müzik hiç kulllanılmamıştır. Filmde bir kısımda Venüs gezegeninden bahseden bir çocuk var. Venüs Fars edebiyatında kadını simgeler hatta özel olarak Zühre’yi anlatır. Ferruhzad’ın burada da yine kadını ön plana çıkardığı ince detayı görmek çok güzel.
Belgesel, yönetmenin kendi şiirlerinden ve yaşamından etkileri barındırıyor. Ayrıca 1963 yılında Batı Almanya Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü almıştır. Yine aynı yıl bir tiyatro oyunu olan “Altı Kişi Yazarını Arıyor” da oyunculuk yapmıştır.
Dünya ve özellikle Orta Doğu için tabuları yıkıp, kadının özgürleşmesinin altını çizerken isyankar bir tavır takınan cesur ve duygu dolu isim Füruğ Ferruhzad 14 şubat 1967’de okul otobüsüne çarpmamak için geçirdiği trajik bir trafik kazası sonucunda Tahran’da henüz otuz iki yaşında yaşama veda etmiştir.
+ "Bilmiyorum, annem ve babam yok."