Dogma 95 kuramının öncülerinden biri olan Lars von Trier’in Antichrist (Deccal) filminde “aşkın korkutucu yanını” anlatmak istiyorum. Film bir çiftin cinsel ilişki yaşadığı esnada bebeklerinin camdan aşağı düşüp ölmesiyle başlıyor. Çocuklarını kaybetme üzerine kadın çıldırır, uzun süre hastanede yatar ve eşi hep yanında olur. Evlerine geçtikleri vakitte kadın çocuklarının odasında hep yas içinde kalır. Bu durumda eşi artık onunla ilişkisini “karı-koca” olarak değil, “terapist-hasta” şeklinde çevirmek ister. Onu iyileştirme çabasında olduğu sırada kadın bazı anlarda kendini tutamaz onunla hala cinsel ilişki içerisinde olmayı istemektedir. Adam artık başa çıkamayınca onu doğada bir kulübeye götürüp şehirden uzak halde daha iyi olabileceğini düşünür. O esnada kadının korkularını yenmesine destek çıkar, gözü hep üzerindedir. Bir süre geçmesinin ardından kadın hep çocuğunu düşünür ve kendisine asla gelemez. Her ne kadar eşi onun için mücadele etse bu çaba boşa çıkacaktır. Kadın aklını kaybeder ve tartışma esnasında eşinin cinsel organına zarar verir, bu noktada ne yaptığını hala çözemez çünkü haliyle bir psikopat pislik olmuştur. Bunun üzerine hemen ardından kendi cinsel organına zarar verir. Benim bahsettiğim aşkta vahşi bir şekilde çift arasında eşitliği göstermek de bu işte. Çünkü kadın eşini getirdiği hali görünce düşünmeden kendisine saldırır, aralarındaki eşitliği ancak bu şekilde gösterir. Kadının yaptığı davranışlar iğrenç mi? Hep vahşice düşüncesiz bir şekilde mi davrandı? Evet, lakin filmde şu noktayı da gözden geçirin: bu çift uzun süre doğada bir kulübede kaldı. Doğada yaşamak diğer yaşam alanlarına benzemez ki. Doğa öyle bir yerdir ki artık insan uzun süre kaldı mı psikolojisi bozulur. Bu psikolojinin kötüye gitme sebebi aşırı yalnızlık ve “ben kendimi nasıl iyileştireceğim” durumlarıdır. Filmin başından beri kadının geçirdiği kötü zamanları ele alalım, bir kişinin çocuğunu kaybetmesi üzerindeki psikoloji nasıldır? Üstelik ölüm sebebinin direkt bir anne olduğunu düşünün. Ben bu durumu şu şekilde değerlendirmek istiyorum: ne olursa olsun o anne asla eskisi gibi olmayacak. Ne kendi annesi ne de eşi asla iyileştiremez. Hep kafasında “ben kendi çocuğumun katiliyim” şeklinde düşünür.
Ben kadının tavırlarını filmin başından sonuna kadar normal görüyorum, ancak eşine yaptığı hareketleri de saygısızca görüyorum. Doğa ortamına götürmesi bir hata olarak görülebilir. Çünkü dediğim gibi insan doğa ortamında uzun süre kaldıktan sonra öyle bir kişiye dönüşür ki bu kişiye insan demek az kalır. Hayvan bile masum kalır bu insanın yanında. Hatta bazen insanın hayvandan daha vahşi olması mümkün. Filmde birçok acımasız an olmuştur, bunlardan biri kadının adama kendini affettirmeye çalışması. Son sahnede adamın elinde değneklerle doğada olması ve arkasından insanların gelmesinin ardından adamın gözlerindeki o “mücadele” her şeyi açıklıyor. Bu filmde bir evlilik içinde bir de adamın mücadelesini izlemek oldukça çok etkileyici kalmıştı benim için. Her ne kadar kadının tavırları genel olarak kötü ve iğrenç görünse de sizlere biraz daha detaylı ve farklı bir bakış açısı sunmak istedim. Bazen bir filmde kötü karakterlerin de üzerlerine fazla gidilip incelenmesi gerektiğinin düşünüyorum. Bu şekilde film analizinde bakış açıları daha da tahmin edilemez noktalara gidilebiliyor.