İnsanlar, yaşları ilerledikçe kendilerini gerçek olarak adlandırabildikleri olaylara ve hislere daha çok bağlarlar. Hayallerimizi bir kenara koyup gerçek dediğimiz olgunun bizi yönlendirmesine izin veririz çünkü kendimize artık büyüdüğümüzü ve hayallerle, masallarla yaşanamayacağını hatırlatırız. The Fall ise bize insanı tam olarak masalların yaşatabileceğini bir çocuğun, yani hayata bakarken hayalleri en güzel kullanabilecek olan kişinin gözünden aktarıyor. Bunu yaparken de gerçekliğin en fazla hissedildiği durumlardan olan depresyonu ve yalnızlığı oldukça başarılı bir şekilde kullanıyor.
Ana karakterlerimizden biri olan Roy, sette bir sahneyi çekerken köprüden düşerek ciddi şekilde sakatlanan ve yürüyemeyen bir dublör. Sakatlanmasının yanında, kendisini dublörlüğünü yaptığı başrol oyuncusu için terk eden sevgilisinin de acısını çektiği için derin bir depresyonda olan ve ölmek isteyen Roy, ağaçtan düşerek kolunu kıran ve onunla aynı hastanede kalan 6-7 yaşlarındaki Alexandria ile tanışır. Günlerini yatakta kendi düşünceleriyle savaşarak geçiren Roy, canı sıkılan küçük Alexandria’ya bir hikaye anlatmaya başlar. Şimdi burada belirtmeliyim ki, buradan sonra konuşacaklarımız bazıları için belki spoiler sayılabilir.
Karakterlerin Ufak Bir Analizi
Film boyunca Roy’un anlattığı hikayenin Alexandria’nın kafasında nasıl canlandığını izleriz. Hikaye, ortak amaçları kötü vali Odious’u kendilerine yaptıklarından dolayı öldürmek olan farklı karakterlerin macerasını anlatmaktadır. Roy’un hikayesindeki karakterleri hastanedeki insanlarla bağdaştıran Alexandria, bütün bu karakterleri onların silüetlerinde hayal eder. Hikayenin baş karakteri olan maskeli suçluyu ise ilk başta kendi deyimiyle “kızgın adamlar” tarafından öldürülen babası olarak hayal ederken, sonradan Roy olarak düşünmeye başlar çünkü Roy onun hayal dünyasının yeni ana kahramanıdır. Çocukların hayal dünyalarında ana kahramanın oldukça önemli olduğundan yola çıkarak da Alexandria’nın iç dünyasında Roy’un rolünü az çok anlayabiliriz.
Roy için ise bu küçük arkadaşlık sadece depresyonuna çare arayışıdır. Alexandria, Roy için ilk başta sadece bir can sıkıntısı gidericisinden ibarettir. Konuşacak ve onu dinleyecek biri olması iyi hissettirmektedir ancak sonradan onun bir çocuk olduğunu ve onu kullanabileceğini fark etmiştir. Bu kısımda da Alexandria, Roy’un depresyonundan ve kendinden kurtuluş yolu olarak gördüğü ölümü ona getirebilecek kişi konumuna gelir. Roy, hikayeye devam etmek için Alexandria’dan kendisine bir şişe morfin getirmesini ister ancak işler planladıkları gibi gitmez ve Alexandria boyundan yüksek bir yerden şişe almaya çalışırken yere düşer ve bir ameliyat geçirmek zorunda kalır. Roy bu olanlardan ötürü kendini suçlar ancak ameliyattan uyanan Alexandria’nın düşündüğü şeyler Roy’a yardım edememesi ve hikayenin devamıdır. Roy hikayeyi anlatmaya yeniden başlar ancak karakterleri teker teker öldürerek devam eder. Alexandria ise bu durumdan hiç hoşlanmaz çünkü onun kafasında masallar böyle işlememelidir. Roy için ise Alexandria artık bir araç konumunda değildir, bundan dolayı hikayeyi tamamen kendi iç dünyasına göre yansıtmaktadır. Roy’un karakterleri öldürmesinden de kendi içinde bir kurtuluşu olmadığını düşündüğünü, dünyanın hikayeler ve masallar gibi olmadıklarını Alexandria’ya anlatmak istediğini anlayabiliriz.
Hikayenin sonunda kötü karakter vali Odious, Alexandria’nın Roy olarak hayal ettiği maskeli haydutu öldürmeye kalkar. Alexandria, Roy’a onu öldürmemesi ve mutlu son için yalvarır çünkü bu bir masaldır ve masallar böyle bitmemelidir. Alexandria için hayatla masal arasında fark yoktur. Roy hayatta mutsuz olduğu için hikayesini de mutsuz bitirmek ister, ancak Alexandria için mutsuz son anlamsızdır çünkü karakterlerin hiçbiri ölmeyi hak edecek bir şey yapmamıştır. Onun gözünde Roy ve diğer karakterlerin hepsi iyi insanlardır ve mutlu olmaları gerekmektedir. Alexandria’nın hikayenin mutlu sonla bitmesi için uğraşları Roy’u da etkiler ve maskeli haydut, vali Odious’u yener. Alexandria için sadece mutlu biten bir hikaye, Roy için hayata dair umudunun yeşermesinin işaretidir. Alexandria’nın masalla hayatı harmanlaması, Roy’un buhrandan çıkış anahtarını oluşturmuştur.
Semboller ve Sinematografi
Film boyunca Roy’un içinde bulunduğu ruhsal durum ve bundan kurtulma arayışı aslında bize farklı semboller aracılığıyla gösterilmiştir. Roy’un hikayesindeki karakterlerin teker teker öldüklerini söylemiştik, ancak hiçbir karakterin öldükleri an net şekilde gösterilmez. Bu da bize Roy’un depresyon ve ölümü düşünmesine rağmen Alexandria’nın kafasında hala hiçbirinin ölümünü canlandıramadığını gösterir. Yani Roy ne kadar Alexandria’ya bunu göstermek istese de Alexandria ısrarla reddeder. Ancak hikayenin geçtiği sahnelerde sürekli kelebekleri görmemiz, aslında Roy’un da hala bu dünyayla bağını tam olarak koparmak istememesi ve bu dünyadaki güzelliklerin hala onu etkilediğini gösterir. Bu açıdan da kelebeklerin Roy’un umudunu simgelediğini söyleyebiliriz. Aynı zamanda Roy’un hikayesindeki karakterlerden biri olan İngiliz doğa bilimciye Charles Darwin adını koymuştur. Bu karaktere sürekli yardım eden maymununa da Wallace, yani Darwin’in gerçek hayatta çalışmasını çaldığı iddia edilen öğrencisinin adını vermesi Roy’un şakacı ve eğlenceli kişiliğine de bir işarettir.
Filmde gerçek hayattaki sahneler soğuk renklere sahipken, Roy’un hikayesinin canlandırıldığı sahnelerdeki renk kullanımı oldukça canlıdır. Burada ise Roy’un ve Alexandria’nın bakış açıları arasındaki farkı görürürüz. Hikayenin canlandırıldığı sahnelerdeki renk kullanımı ve kamera açıları filme masalsı bir hava katmış ve seyir zevkini oldukça arttırmıştır. Hint yönetmen Tarsem Singh, renk kullanımında sarı, turuncu ve kırmızı tonlarına ağırlık vererek aynı zamanda kendi kültürünün havasını vermeyi de başarmıştır. Filmde hiçbir görsel efekt kullanılmaması da sinematografiyi çok daha etkileyici kılmaktadır.
Yaşamın Çocuk Gözünden Okunması
Filmi izlerken kendime sorduğum sorulardan biri de hayata ne zaman Alexandria’nın gözünden bakmayı bıraktığımdı. Çünkü Alexandria’nın yaptığı da tıpkı diğer çocuklar gibi hayatı bir masalla bağdaştırıp, renklerini yitirmesine izin vermeden görmekti. Aslında Roy’u, yani umudunu yitirmek üzere olan bir insanı hayata bağladığını gördüğümüz çocuk gözü sadece bir metafordan ibaret. Çocuklar hayatın olumsuzluklarını olabildiğince görmezden gelip, renkli görebiliyorken biz neden bunu yapamıyoruz? Büyüdükçe sorunlara ve hayata bakış açımız renklerini yitirip sıradan bir hal alır ve yaşadığımız umutsuzluk duygusuna bir çözüm üretememeye, onu kabullenmeye başlarız. Filmde tam olarak bu haldeki bir yetişkinin karşısına bir çocuğun bakış açısının konmasının nedeni de budur. Çünkü çocuklar, umutsuzluk duygusunun karşıtına denk gelen ne kadar kavram varsa hepsini görebileceğimiz zihinlere sahiptirler. Bu nedenle de bu hikayenin bizlere en doğru şekilde yansıtılmasını sağlayacak olan kişi de bir çocuktu.
Elbette ki hayatta her zaman bir çocuğun düşünceleriyle hareket etmek doğru olmayacaktır. Ama belki de bazen kendimizi bir masal ya da hikaye kahramanı olarak hayal etmek, gerçek algımıza uyan bir düşüşten çok daha iyidir.
- "Hiçbir şey"
- "Şimdi gözlerini ovala. Yıldızları görebiliyor musun?"
- "Evet."