1984’te “Paris, Texas” ile Altın Palmiye, 1987’de “Wings of Desire (Berlin Üzerindeki Gökyüzü)” ile En İyi Yönetmen Ödülü ve 1993’te “Faraway, So Close! (Ne Kadar Uzak O Kadar Yakın)” ile Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan Wim Wenders, 2023 yılında da “Perfect Days (Mükemmel Günler)” ile Cannes Film Festivalinden En İyi Erkek Oyuncu ödülü alarak döndü.
2024 Oscar yarışında Japonya’yı temsil eden Mükemmel Günler, 29 Kasım’da Fransa’da gösterime girdi. Ülkemizde ise 12 Nisan’da Mubi’de yayınlandığı günden bugüne hakkında konuşulmaya ve övgü toplamaya devam ediyor. Filmin seyirci tarafından bu denli beğenilmesinin Wim Wenders’in olduğu kadar Hirayama karakterine hayat veren Koji Yakusho’nun da başarısı olduğunu belirtelim.
Hirayama, Tokyo’da tuvalet temizleyicisi olarak çalışan, öğlen molalarında fotoğraf çeken, müzik ve kitap tutkusundan beslenen bir adamdır. Filme giren karakterlerle Hirayama’nın minimalist yaşamının arka planı ortaya çıkmaya başlar.
Mükemmel Günler, Wenders için ustası olarak andığı Yasujirō Ozu’nun anısına bir saygı duruşudur. 1903-1963 yılları arasında yaşamış Japon film yönetmeni olan Yasujirō Ozu, 1927’de başladığı yönetmenlik kariyerine elli üç film sığdırmıştır. 1960’lı yıllara kadar filmleri Batılı izleyiciye neredeyse hiç ulaşmamıştır; zira bu filmler, Batıda anlaşılamayacak ve takdir edilemeyecek kadar yerel bulunur; bir başka ifade ile Ozu fazlasıyla “Japon“dur. Pek çok sinema eleştirmeni için de Ozu, “tüm yönetmenler içinde en Japon” olanıdır. Ancak 70’lerden itibaren Ozu’nun filmleri, sinema izleyicisinden çok yönetmenler arasında büyük etki yaratmaya başlar. Özellikle başyapıtı sayılan “Tokyo Story (Tokyo Hikayesi)”, sinema tarihinin en iyi filmleri arasında gösterilir.
Yasujirō Ozu, filmlerinde aile bağlarını, kuşak farklılıklarını, aile içindeki fedakarlıkları, Japon kültürünü, mekanların tek başına varlığını işler.
Yasujirō Ozu adını ilk olarak Mubi’nin geçtiğimiz yıl Kasım ayında Aki Kaurismäki’nin filmlerini anasayfasına taşımasıyla duymuştum. Kaurismäki’nin filmlerinden neden hoşlandığımı ararken kendisinin sinema kariyerine Yasujirō Ozu sayesinde başladığını öğrendim. Cüneyt Cebenoyan’ın Erguvani İstimbot isimli radyo programının kayıtlarından oluşan aynı isimli kitapta 16 Şubat 2015 tarihli yayına konuk olan Hilmi Tezgör: “Aki Kaurismaki’nin sinemaya girişi abisi Mika ile 1976 yılında Londra’da Ozu’nun Tokyo Story (Tokyo Hikayesi) filmini seyretmesiyle oluyor. O sırada 19 yaşında ve edebiyat okuyor. “Tokyo Hikayesi’ni izleyince edebiyat kariyerim bitti ve Ozu’ya asla yaklaşamayacağımı bilmekle birlikte sinema kariyerime başladım” diyor.” der.
Minimalist sinemasıyla tanınan Amerikalı bağımsız film yönetmeni Jim Jarmusch’un Wim Wenders’in asistanlığını yaptığını ve Yasujirō Ozu’ya hayran olduğunu öğrenmem üzerine kendimi farklı yönetmenlerin dünyalarında dedektiflik yaparken buldum. Ancak bu yazıda Mükemmel Günler filmindeki Yasujirō Ozu etkileri ile sınırlı kalacağım.
“Less is more” ifadesini ülkenin en sevilmeyen insanlarından İlker Canikligil’in Flu TV’deki bir programında kendisinden duymuştum.”Less is more” yani “az çoktur” yani “minimalizm”. Bugün minimalizme Pinterest evlerinin penceresinden değil sinema perdesinden bakacağız.
Minimalizm, modern sanat ve müzikte, kökeni 1960’lara giden, sadelik ve nesnelliği ön plana çıkaran bir akımdır. Yukarıda adı geçen Yasujirō Ozu, Wim Wenders, Aki Kaurismäki, Jim Jarmusch ile Tarkovsky, Nuri Bilge Ceylan, Robert Bresson filmleri minimalist sinemaya örnek olarak gösterilebilir.
Robert Bresson Sinematograf Üzerine Notlar kitabında “İki tür sadelik vardır. Kötü sadelik: Çok başından aranan, çıkış noktası olan sadelik. İyi sadelik: Yıllar süren çabaların ödülü olarak gelen, varış noktası olan sadelik.” diyerek sadeliğin salt bir şeyleri eksiltme olmadığı vurgusu yapar. Mükemmel Günler’deki Hirayama’nın hayatı Bresson’un belirtiği “iyi sadelik” kavramının iyi bir örneğidir. Film boyunca neredeyse hiç konuşmayan, hayatından memnun, gözlerinin içi gülen bir temizlik işçisi görürüz. Filme yeğeninin ve kızkardeşinin dahil olmasıyla beraber Hirayama’nın tüm hayatının bundan ibaret olmadığını, minimalist hayatını yıllar içinde yavaş yavaş kendisinin inşa ettiğini anlarız.
Wim Wenders, Engin Ertan ile Altyazı Dergisi için yaptığı söyleşide Hirayama’nın minimalist yaşamına duyduğu saygıyı şöyle ifade eder: “Madem hayatında bu kadar eksiltmeye gitmiş, minimal yaşantısından mutlu bir adamın hikâyesini anlatacaktım, ben de filmi aynı şekilde çekmeliydim. Dikkatimi dağıtacak her şeyden vazgeçtim. Tripodlar, vinçler, şaryolar, dollyler yoktu. Sadece omzunda kamerasıyla kameramanım ve ben vardık. Hirayama’nın eksiltmeye dair hayat felsefesine yaklaşınca, dünyasına girmemiz de mümkün oldu.”
Wim Wenders, yarattığı Hirayama karakteri ile minimalist yaşamından mutlu bir adamdan ötesini bize göstermiştir. Wim Wenders’in ve Hirayama’nın dünyasını anlamak için Wenders’in Tokyo-Ga belgeseline de değinmemiz gerekiyor. Wenders, 1983 baharında “ustam” dediği Yasujirō Ozu’nun filmlerinin peşinden, Ozu’yu ve filmlerindeki Japon kültürünün hala var olup olmadığını anlamak için Tokyo’ya gider. Kamerasıyla sokak sokak dolaşarak Ozu’nun gözünden Tokyo’yu görmeye çalışır ve Tokyo-Ga belgeselini çeker. Ozu’nun tren istasyonlarını, sokaklarını, barlarını çeker, kameramanı ile neredeyse her filminde oynayan oyuncusu ile konuşur, hatıralarına tanıklık eder.
Tokyo-Ga belgeseli, Ozu’nun Tokyo Hikayesi filminin ilk ve son sahneleri ile başlar ve biter. Filmde anne ve baba çocuklarını görmek üzere Tokyo’ya giderler, döndüklerindeyse aile için her şey farklıdır artık. Wenders de Tokyo’dan başka biri olarak döner. Belgeselde ”Düşünmeden edemiyorum eğer oraya kamerasız gitseydim, şimdi çok daha iyi hatırlıyor olabilir miydim?” der.
Wenders, Ozu’nun filmlerinden gördüğü Japon kültürünün günümüzdeki “bozulmuşluğunun” içinde Hirayama’nın hayatını çerçevelemiştir. Ozu’nun filmlerinde bağdaş kurularak oturulan masalarıyla, geleneksel kıyafetleriyle, sadeliğiyle, yaşlı ebeveynleriyle yaşayan çocuklarla, görücü usulü evlilikleriyle geleneksel Japon kültürünü görürüz. Başka bir ifadeyle geleneksel Japon kültürünü sinemayla yeniden yaratır. Günümüzdeki Japonya ise hemen her şeyin teknolojik aletlerle yapıldığı, batılı müziğin ve Amerikan kültürünün yaygın olduğu bir yer haline gelmiştir. Hirayama tüm bu teknolojinin içinde müzik tutkusunu hala kasetlerinde arayan, yeğeninin Spotify’dan müzik dinlediğini öğrenince Spotify’ın ne olduğunu soran, eski fotoğraf makinesiyle ağaçların fotoğrafını çeken, evinde zorunlu eşyalar dışında eşyası olmayan bir adamdır. Wenders günümüz Japonya’sına Ozu’nun film karakterlerinden birini yerleştirmiştir sanki.
Ozu sineması denildiğinde akla ilk olarak kamera yüksekliği gelir. Literatüre “tatami shot” olarak geçen bu teknik tatamide (geleneksel Japon tarzı odalarda zemin malzemesi olarak kullanılan bir minder türüdür) oturan birinin göz hizasına göre ayarlanmış neredeyse hiç değişmeyen kamera yüksekliğidir. Tokyo-Ga belgeselinde Ozu’nun kameramanı Ozu’nun bu konuda çok hassas olduğunu, kameranın yüksekliğinin ve yerinin değişmemesi için herkesin çok dikkat ettiğini, yıllarca bu açıyla film çektiklerini söyler. Wim Wenders, Mükemmel Günler’de özellikle Hirayama’nın olduğu sahnelerde sık sık bu kamera yüksekliğini kullanmıştır. Hirayama’nın uyanıp yatağını toplamasını, çiçeklerini sulamasını, çoraplarını giymesini sanki hemen yanında bağdaş kurmuşuz gibi seyrederiz.
Ozu’nun filmlerinde olay örgüsünü değiştirmeyen sokakların, boş mekanların görüntülerini görürüz. Bu sayede filmden kopmadan insanların olmadığı paralel bir akışı seyreder ve dinleniriz. Mükemmel Günler’de sık sık Tokyo sokaklarını Hirayama’nın arabasının içinden görürüz. Engin Ertan ile yaptığı söyleşide Wim Wenders “Tokyo-Ga’yı Ozu’nun ölümünün yirminci yıldönümünde çekmiştim. Ne kadar ilginçtir ki bu sefer ölümünün altmışıncı yıldönümünde ve yine onun şehrinde bir film çekiyordum. Ozu’nun hayatı boyunca Tokyo’nun geçirdiği değişimi anlatma amacının bir uzantısı gibiydi ve dolayısıyla onun ruhundan pek çok şey Mükemmel Günler’e de nüfuz etti.” demiştir.
Ozu’nun pek çok filminde sıradan bir Japon orta sınıf ailesinin yaşamına tanıklık ederiz. Aile içinde yaşanan kuşak farklılıklarından ya da gelenek ile modernleşmeden kaynaklanan çatışmalar her zaman uzlaşma ile sonuçlanır. Mükemmel Günler Hirayama’nın yalnız hayatı ile başlasa da daha sonra yeğeni ve kız kardeşi de hikayeye dahil olur. Hirayama, filmin yarısına kadar neredeyse hiç konuşmaz. Ta ki yeğeni bir gün aniden kapısında belirene kadar. Yeğeninin gelmesiyle beraber Hirayama’nın gülümsemesi sese dönüşür. Yine yeğeni ile olan sahnelerde geleneksel ve modern hayat arasındaki farklılıkları görürüz. Hirayama’nın kız kardeşi kızını almak için son model bir arabayla Hirayama’nın evine gelir ve bekler. Sonra Hirayama’yı ve yeğenini bisikletiyle görürüz. Hirayama ve kız kardeşi birbirlerine gözleri dolarak da baksalar iyi ayrılırlar. Ozu’nun filmlerinde gördüğümüz çatışmayı ve uzlaşmayı bu sahnede net bir şekilde görürüz.
Wenders’in filmde nostalji övgüsü yapmadığını, Ozu’nun sinemasını yaşattığını belirtmekte fayda var. Kendisi de söyleşide “Nostaljinin doğru bir duygu olduğunu düşünmüyorum, bence kimseye bir faydası yok. Eski güzel günleri anmak olumlu değil, bilakis olumsuz bir yaklaşım.” demiştir.
Wenders, Ozu’ya olan hayranlığını Tokyo-Ga belgeselinden 40 yıl sonra Mükemmel Günler’le tekrar dile getirmiştir.