Savaşlar her ne kadar dünya tarihinde korkunç travmalar bıraksa da, sinema için aynı şeyi söylememiz doğru olmaz. Savaşların getirdiği yıkım ve acı, sinema için ironik şekilde tam bir ilham kaynağı haline gelmiştir. Bu tarz filmlerin oluşumu o dönemi yaşayan insanları etkilediği gibi bombaları, silahları, ölümleri ve savaşın getirdiği birçok şeyi yakından görmemiş insanların da savaş yılları hakkında bilgi sahibi olmalarını, o yılları hissetmelerini sağlamıştır. Ancak savaşın somut etkilerini anlamanın yanında, psikolojik etkilerini anlamak çok daha zor bir durum. Pek çok savaş filmi bizlere savaş ortamını iyi şekilde anlatmayı başarsa da, işin psikolojik yanını ele alan filmler çok daha azınlıkta kalmakta. Bu azınlıktaki filmlerden biri de, savaş psikolojisini ve korkuyu iliklerimize kadar hissettiren Come and See, orijinal adıyla Idi i smotri.
Hikayemiz, Nazi işgalindeki Beyaz Rusya’da (Belarus) geçmektedir. Çoğu savaş filminde alıştığımız gibi ana karakterimiz bir asker ya da yetişkin değil, Flyora adında on beş yaşlarında çocuk sayılabilecek bir gençtir. Toprak kazarken bir tüfek bulan Flyora, annesinin karşı çıkmasına rağmen partizanlara katılır ve halkını savunmak ister. Flyora’ya göre ülkesini savaşta korumak büyük bir kahramanlıktır ve bu konuda çok heyecanlıdır. Ancak çok geçmeden savaşın hiç de bir çocuğun aklındaki gibi bir şey olmadığını tüm şiddetiyle onunla birlikte görmeye başlarız. Ana karakterimizin çocuk olması aslında bize çok fazla şey anlatır çünkü savaşın bir çocuğu bile alıp nasıl insanlıktan çıkardığını tüm detaylarıyla birlikte izleriz.
Come and See’nin anlattığı en önemli şeylerden biri aslında savaşın bir kazananı ya da kaybedeni olmamasıdır. Flyora halkını cehennemden kurtarmak isterken, zamanla bu vahşet devam ettiği sürece galibiyet sahibi kendisi olsa bile cennete asla ulaşamayacağını anlamıştır. İnsanların soğukkanlılıkla birbirlerini vurabildiklerini, yakabildiklerini kısacası savaşın en gerçek yüzünü görmüştür Flyora.
Come and See klasik Hollywood filmlerinin aksine bizlere uzun ya da komik dikkat dağıtıcı diyaloglar vermez, bizlere nefes alacak zaman da tanımaz. Film bitene kadar Flyora’nın yaşadıklarını tek bir dikkat dağıtıcı unsur olmadan onunla beraber yaşar, savaş psikolojisini en derinlerimize kadar hissederiz. Film bittikten sonra kazandığımız savaşların bile bizlere ne gibi korkunç şeyler kattığını teker teker fark etmeye başlarız çünkü filmi savaşı tarafsız yaşayabilecek en doğru kişinin, bir çocuğun gözünden izler ve yaşarız. Film II. Dünya Savaşı’nı anlatsa bile aslında izlediğimiz şey gerçek bir savaş anatomisidir. Ekleme ya da çıkarma olmadan, en saf haliyle izleriz savaşı Flyora’nın gözlerindeki kıvılcımların yavaş yavaş sönmesi eşliğinde. Inglourious Basterds, Full Metal Jacket ya da Apocalypse Now benzeri filmlerdeki gibi bir seyir zevki sunmaz bize Come and See, hatta zevk duygusunun tersini karşılayabilen bütün duygular eşliğinde izleriz filmi. Belli bir millete ya da sadece Hitler’e değil, faşizme ve savaşa karşı bir manifesto niteliği taşır ve zamansızdır. İnsanların cehennemi yeryüzüne indirmeyi bıraktığı ve Flyoraların erken büyümek zorunda kalmadığı bir dünya dileğiyle…