Home > İnceleme - Analiz > La Belle Personne: Modern Bir Tragedya

La Belle Personne: Modern Bir Tragedya

La Belle Personne: Modern Bir Tragedya
  • Aşkımıza karşı tek başına direnemezsin…

La Belle Personne filminin sonu, akıllara şu soruyu getiriyor: Karşılıklı olan bir duyguya tek başına direnebilir misin? Ya da şöyle diyelim, direnmek; işe yarar mı? Kaçmak, yokmuş gibi davranmak veya alenen engellemeye çalışmak; insanın hissettiklerini durdurmaya yeter mi?

 

La Belle Personne

 

Şimdi filmin oluşturulma hikayesine bakalım beraber. Filmimiz, Fransız Edebiyatı’nın ilk psikolojik ve tarihi romanı sayılan Madame de Lafayette’nin “Cleves Prensesi” adlı romandan esinlenilerek oluşturulmuş. 1678 tarihli bu romanda, çok güzel bir kız olan müstakbel Cleves Prensesi; orta yaşlı, silik ama iyi kalpli biri olan Cleves Prensi ile evlendirilir. Fakat Cleves Prensesi, kendisini çok seven ve ona sonuna kadar sadık olan eşine değil saraydaki tüm kadınların gözdesi ve fazlasıyla çapkın olan Nemours Dükü’ne aşık olmuştur. Ara sıra gizlice dükle buluşan prenses, gittikçe kendini bu yasak aşka kaptırır ve aşkının karşılıklı olduğunu öğrenmesiyle beraber kendisini içinden çıkılamayacak bir duruma sokar. Artık hissettiklerinin bir hevesten çok daha fazla bir duygu olduğunu anlayan prenses, Nemours Dükü’ne hiçbir karşılık vermemiş olmasına rağmen eşine olan saygısından ve ona verdiği değerden dolayı bu yasak aşkı itiraf eder. Bu itiraftan sonra hayatı yıkılan prens, belli bir süre sonra üzüntüsünden hayatını kaybeder. Eşinin bu trajik ölümünden sonra Cleves Prensesi, hep kendini suçlu hisseder ve hayatının sonuna kadar kendini dine adar. Nemours Dükü, sonradan prensesle ne kadar görüşmek ve evlenmek istese de Cleves Prensesi bunu hep reddeder. Filmin hikayesinin de kitaptan çok farklı olmadığını söylemek yanlış olmaz herhalde.

 

La Belle Personne: Modern Bir Tragedya

 

Filmde ise Cleves Prensesi ile özleştirdiğimiz Junie karakteri, annesinin ölümünden sonra kuzeni Matthiasların yanına farklı bir okula yerleşir. Hakkında pek bir bilgi sahibi olmadığımız Junie için söylenebilecek bir şey vardır: Junie, çok güzel bir kızdır. Sessiz, içe kapanık ve çekingen biri olması yeni okulunda dikkat çekmesine ve özellikle de oğlanların ilgisini çekmesine sebep olur. Junie’ye büyük şekilde platonik olan Otto, Matthias vasıtasıyla Junie ile tanışır. Ama Junie ile Otto arasındaki ilişkiyi sarsacak biri vardır: İtalyanca öğretmenleri Nemours.

 

Filmin daha başlarında Otto ve Junie arasında “Junie” isminin anlamı ile ilgili olan diyalogda filmin sonuna dair ipuçları alıyoruz. Yönetmenimiz Christophe Honore’un bu ipuçlarını gizlemek gibi bir derdi olmadığını zaten biliyoruz. Zira filmimiz klasik bir saray içi dramasının modernize edilerek lise draması şekline bürünmüş hali. Basit ve önceden birçok kez gördüğümüz bir hikaye ama bu, filmi kötü bir filme dönüştürmüyor. Aksine filmimizin büyük sorular sormaması ve daha da önemlisi cevap peşinde koşmaması; izleyicilerin filmin bütünüyle ilgilenmesine olanak sağlıyor. Filmin mavi ağırlıklı renk paletiyle sirayet ettirilmeye çalışılan o soğuk, depresif atmosfer; Lea Seydoux başta olmak üzere diğer tüm oyuncuların mükemmel performansıyla birlikte seyircilere en gerçekçi şekilde aktarılıyor. Louis Garrel ve Grégoire Leprince-Ringuet’ın da kusursuz oyunculuklarından söz etmeden geçemeyiz elbette. Film ne kadar melankolik bir havada ilerlese de filmin müzikleri, bu soğuk rüzgarı çok naif bir şekilde ısıtmayı başarıyor. Şahsen ben, Nick Drake’in şarkılarının olduğu her sahnede müziğin büyüsüne kapıldım ve sahnenin bitmemesini istedim. İşte belki de bu sayede, film ne kadar trajik bir hikayeye sahip olsa da seyircileri asla karamsar bir ruh haline sokmuyor. Gerek lisede hissedilen dünyaya karşı kayıtsız olma ve bazı gerçeklerden haberdar olmama lüksü gerek de Paris sokaklarında ve parklarında geçen romantize edilmiş sahneler; seyircilerin yüzlerine birer tebessüm olarak geri dönüyor.

 

La Belle Personne

 

  • Sevdiğiniz insanları bile asla tamamen tanıyamazsınız…

Filmimiz; bahsettiğimiz üzere aşk, aldatma, ihanet ve çeşitli tabular üzerinden ilerliyor. Belki de bu tabuların oluşmasının sebebi, onları yapan insanların bunları gizleme çabasıdır. Herkes yaptığı her şeyi açıkça yapsa tabu denen şeyin akıbeti hakkında yorum yapmak epey zor olur muhtemelen. Filmde geçen bu sözde de bu kavrama dikkat çekilmeye çalışılmış diye yorumlanabilir. Çünkü bu hayatta hiç kimsenin ne yaptığından ve ne yapacağından emin olamazsınız.

 

  • Aynı anda hem sevebilir hem de nefret edebilirsin…

Kitaptaki prens ile özleştirdiğimiz Otto karakteri için söylendiğini yorumladığımız bu söz Junie’nin Otto için hissettiklerinin özeti gibi adeta. Evet Otto iyi biri, Junie’yi diğer herkesten daha çok seviyor ve ona değer veriyor ama bu Junie için yeterli olmuyor. Junie, Otto’ya adeta bir hava yastığı gibi kötü ve acıklı günlerinde omzuna sarılıp ağlayabileceği, ona kol kanat gerebileceği biri gibi davranıyor. Daha sonra ise Nemours’un Junie’ye karşı olan hislerinin açığa çıkmasıyla beraber Junie kendisi için yararlı olmayacağını düşündüğü bu aşktan kurtulmak için şehri terk etmeye karar veriyor. Bu yaşananlardan sonra ise hiç beklenmedik bir şekilde Otto, intihar ediyor. Gerçi ölümlerin çoğu beklenmedik olur ama bu ölümü sadece bir kişinin ölümü olarak görmek biraz dar bir yorumlama olur. Junie, bu ölümden kendini sorumlu tutuyor ve gerek başka insanlara gerek de kendine daha fazla zarar vermeden şehirden ayrılıyor.

 

Yazımızın başında değindiğim konu işte burada iştirak ediyor. Junie, yakışıklı herkesin gözdesi ve bir o kadar da çapkın olan Nemours’un sevgisine kapılmak istemiyor. Çünkü biliyor, eğer bu ilişkiye başlarlarsa eninde sonunda Nemours’un sevgisinin biteceğini ve üzülen tarafın kendisi olacağını. Bir nevi kendisini korumaya alıyor. Sonunda üzülmemek için yaşanabilecek olan tüm duyguları reddediyor. Ve usulca uzaklara gidiyor.

 

Bu yazımda benim en sevdiğim filmlerden biri olan “La Belle Personne”yi ele aldım. Umarım yazım hoşunuza gitmiştir. Filmlerde görüşmek üzere…