Hayatımızı her zaman düzen ve mantık çerçevesinde yaşamamız gerektiği söylense bile belki de yaşadığımızı asıl hissettiren şey yanlış bir şeylerin olmasıdır. Chungking Express; kusursuz mutluluğu aradığımız hayat akışımızın arasına giren ve bizi rahatsız eden bu hüzünlü reklamların, aslında hayatın normal akışı olduklarını bize Hong-Kong sokaklarında koşuşturan iki polis ve birbirlerinden farklı iki hikaye ile anlatıyor.
Adlarıyla değil numaralarıyla tanıdığımız, büyük hayatlarında büyük kişiler olduklarını düşünen polislerimiz 223 numara ve 663 numara; terk edilmenin yükü altında ezilmemeye çalışan iki erkek. İkisinin de bu ayrılıklarla başa çıkmaya çalışma yöntemleri ayrı olsa da aslında ikisinin de ana problemi tek bir kelime: uyumsuzluk.
Hikayemizin ilkinde, sadece adının May olduğunu bildiğimiz sevgilisi tarafından terk edilen 223 numarayı ve May’i arkada bırakmak istemeyişini izliyoruz. Ayrılığı kabullenemeyen 223 numara; içindeki boşluğu doldurmak için son kullanım tarihi geçmek üzere olan ananas konservelerinden durmadan yedikten sonra kusarken, biz de onun üzüntüsünü ve yalnızlığını hissediyoruz. Belki de aklımızdan “Bu şekilde terk edilmek için ne yapmış olabilir?” diye geçiriyoruz. Fakat gerçekten terk edilmesinin büyük bir nedeni olmalı ya da hayatı güzel ve mutlu akışında devam mı etmeli? Hayatımızın akışına uyduramadığımız bu hüzünlü anlardan 223 numara gibi kendimizin de çok fazla yaşadığımızı onunla beraber hissettikten sonra karşımıza filmin başında da gördüğümüz sarı peruklu kadın çıkıyor. Işıltılı Hong-Kong sokaklarında gece bile güneş gözlüğü takan bu kadın, hayatında birbirine uyduramadığı pek çok şeyle cebelleşen 223 numaranın barda içerken gözüne takılan ilk kadın oluyor. 223 numara ve esrarengiz kadın arasındaki sohbeti dinlerken bir yandan da Wong-Kar Wai’nin hayatta bazen gece de güneş gözlüğü takmamız gerektiğini söylediğini de hissedebiliyoruz.
İkinci hikayemizdeki 663 numara ise hayatındaki ayrılığı eşyalarla konuşarak çözmeye çalışan biri olarak karşımıza çıkıyor. Üzüntüsünden eriyen sabunu, 663 numaradan kaçan gömleği izlerken 663 numaranın yalnızlığını ve boşluk duygusunu en derinlerimizde hissediyoruz. Hikayenin devamında karşımıza çıkan ve polisimizin her zaman uğradığı dükkanda çalışan Faye ise 663 numaranın aksine çok daha çocuksu ve eğlenceli. Hayatındaki boşlukları doldurmaya çalışan 663 numara ile California Dreamin dinleyip kafasındaki sesleri duymamaya çalışan Faye’i izlerken, bu iki zıt karakterin birbirlerinin hayatlarına nasıl usul usul girdiklerini fark etmiyoruz bile. Wong-Kar Wai bize sunduğu her sahnede, hayatımıza uyduramadığımız olayların, kişilerin aslında bizleri ne kadar etkileyebileceğini kafamıza melodiler eşliğinde çaktırmadan sokuyor. Belki de hayatımıza uyduramadığımız kişileri ve olayları istemediğimizde potansiyel dostları kaybediyor, hayatımızın ilerleyebileceği yol sayısını en aza indiriyoruz.
Filmi izlerken iki farklı aşk-ayrılık hikayesi izlediğimizi düşünürken, Wong-Kar Wai aslında enfes bir sinematografi eşliğinde bize hayatı sunuyor. Ve bunu en net anlayabileceğimiz şekilde, insan ilişkileri üzerinden gerçekleştiriyor. Belki de bazen ağlamamak için koşu yapıp vücudundaki tüm suyu tükettiğini düşünen 223 numara gibi koşmalı, 663 numara gibi bulamadığımız kıyafetlerimizin bizden kaçtığını düşünmeliyiz. Geçmişimizdeki şeylerden kurtulmanın yollarını aramaktansa, kendimizi sadece hayatın olağan ve uyumsuz akışına bırakmalıyız. Her zaman mutluluğu aramamalı, belki de sadece hayatın zihnimize Faye’i sokmasına, onun etrafı toplatmasına ya da akvaryuma birkaç balık bırakmasına izin vermeliyiz. Geceleri güneş gözlüğümüzü takıp gezmeliyiz ya da kısacası, uyumsuzluklara da izin vermeliyiz. Filmde duyduğumuz “Things in Life” şarkısında da dendiği gibi: “…çünkü her gün aynı yolda olmayacağız.”