Home > İnceleme - Analiz > Yılmaz Güney ve İmge: Ağıt Film Çözümlemesi

Yılmaz Güney ve İmge: Ağıt Film Çözümlemesi

Film Hakkında

Ağıt, 1971 yılında yayınlanmıştır. Başrollerinde Yılmaz Güney ve Sermin Hürmeriç bulunmaktadır.

Filmde bir avuç kaçakçı olan kahramanlarımızın başından geçen bir dizi olaya ve olayların sonunda kaçakçıların aralarındaki ilişkiye değinilmiştir.

Filmin Çözümlemesi

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Ağıt filmi, Yılmaz Güney’in 19. filmi. Bu da demek oluyor ki Yılmaz Güney artık sinemaya ve kuramlarına hâkim. Bu sebepten ötürü kullanılan imgelerin şans eseri olduğunu söyleyemeyiz. Yılan, çocuk, yıkık ev vb. çoklu örnekler de bu düşüncemi destekliyor. Bu ufak parantezi açtığıma göre yazıya devam edebilirim.

Daha film başlamamışken jenerik akar. Jenerik pek alışık olmadığımız “tablolar” şeklindedir. Bu da benim yukarıda bahsettiğim “imge” parantezi için bizi hazırlamakta. Jenerikte; karakterlerin kişilikleri, yapacakları ve sonları çok ufak şekilde gösteriliyor.

Jenerikten hemen sonra bir yılan görürüz. Aslında zararsız bir yılandır, bulunduğu çevre yıkık ve terk edilmiş bir köydür. Yılan, bu köyün yerlisi sayılabilir. Uzun yıllardır buradadır fakat sonuç olarak onun bir yılan olduğunu unutmamak gerek. Yılan dendiğinde ise insanın aklına doğal olarak hainlik gelir. Sahnede yılanı gördükten sonra Yılmaz Güney’in karakteri olan Çobanoğlu’nu görürüz. Çobanoğlu, bir kaçakçıdır. Kaçakçı ekip arkadaşları vardır. Yılanlı sahneden sonraki sahnede; Çobanoğlu, Çobanoğlu’na kaçakçılık işleri bağlayan bir komisyoncu ve işi veren adam vardır. Buradaki detay komisyoncunun Çobanoğlu’na ihanet edip taşıyacakları malları çalmak istemesidir. Bu planını uygulamak için ilerideki sahnede yankesicilere Çobanoğlu’nun rotasını anlatır. Çobanoğlu ve arkadaşları yolda pusuya düşerler fakat yankesicileri öldürürler ve malı sağ salim ulaştırırlar.

Hain öldürülür fakat burada da bir detay vardır. Öldürülmesinden hemen önceki sahnede hainin kızı sokakta ağlamaktadır. Ağlayan çocuk bize kötü bir şeylerin yaşanacağını hissettirmiştir bile. Düşünceme göre ağlayan çocuk figürü olmasaydı Çobanoğlu’nun sadece ufak bir sorgu yaptıracağını da düşünebilirdik fakat ağladığı için direkt ölüm fikrini benimsedik. Bu sahneyi izlerken aklıma “No Country for Old Men” filmi geldi. Filmdeki psikopat karakter bakkal sahnesinden önce bir adamı gözünü kırpmadan öldürmüştü. Bu yüzden bakkal sahnesinde bakkalı öldüreceğinden neredeyse emindik. Öldürmedi fakat buradaki olayın ortak noktası ölüm değil, beklenti. Hepimiz sahnede bakkalın öleceğini bekledik fakat ölmedi. Burada ise kötü bir şeyin yaşanacağını hissettik ve oldu. Yılmaz Güney burada o küçük kıza ağlaması için bir sebep vermiştir.

Bu sahneden önce, yani malı teslim ettikleri sahnede ise o dönem o yörede görülmesi imkânsız bir şeyi bizim kaçakçılar görür: Şort giymiş bir kadın. Zaten çok katı ahlaki sınırlar olan bir yörede bulunan kaçakçılardan en genci (Bekir), üstüne bir de kaçakçı arkadaşları ile dağda yaşayınca kadın görme ihtimalini kendi elleriyle sıfıra indirmişti. Bu yüzden sahnede kadının bacaklarından gözünü alamaz. Bu sahnede dikkat çekmeye çalışılan tek şey kadındır. Öyle ki kaçakçıların aldığı ücreti bile görmeyiz. Yılmaz Güney bu sahnede Kuleşov efekti kullanarak bir Bekir’i bir kadının bacaklarını gösterir. Hem güzel bir sekans yaratmış hem de Bekir’e bizi yaklaştırmıştır. Burada spesifik olarak Bekir’i seçme sebebinin yaş olduğunu düşünüyorum. Sonuçta izleyici kitlesi genç erkeklerdir, onlarla filmi yakınlaştırmıştır lakin bu sahnenin tek önemli olma sebebi kadının bacakları değildir. Bu sahneden sonraki sahnede kaçakçılar nehirde sabun kullanarak yıkanırlar. Hatta biri bir ayakkabı kullanarak arkadaşının kafasından aşağı su dökmektedir. Burada İslam dinindeki “gusül abdestini” vurguladıklarını düşünüyorum. İslam dininde ejakülasyondan sonra gusül abdesti alınmalıdır. Alınmazsa atılan her adımın günah olarak yazıldığı söylenir. Burada buna bir gönderme yapıldığını düşünüyorum fakat burada ikiyüzlü bir durum vardır. Bütün film boyunca Çobanoğlu göbek deliğine kadar dekolteli bir gömlek giyer. Göbek deliğinin altı ile diz kapağının üstü arası yine İslam dininde mahrem bölgedir fakat buna dikkat edilmez. Şahsen izlerken bu bana ikiyüzlü ve çelişkili gelmişti.

Sahneye dönersek eğer nehirde yıkanılır ve elbiselerde delik varsa dikilir. Daha sonra ise akşam olur. Kaçakçılardan Sivaslı isimli karakter elinde saz türkü söyler, memleket özleminden bahseder. Memleket özlemine gelmeden önce buradaki temizlik ve şarkılı ortam hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Neden böyle bir sahne var ve neden bu sahne sıkıcı değil? Burada vereceğim örnek alakasız gelebilir fakat aklınıza korku oyunlarını ve filmlerini getirmenizi istiyorum. Korku yapımlarında gerilim her zaman yüksektir fakat bazı sekanslar vardır ki karakter rahattır. Oyunu kaydedip envanter düzenleyebildiğiniz “güvenli odalar” vardır. Filmlerde ise karakterin soluklandığı ve plan yaptığı anlara yer verilir. İşte bu nefes boşlukları sayesinde ilgi kaybolmaz. Bu sahne tam bir güvenli alandır. Şarkı söylerler, temizlenirler ve dikiş yaparlar. Önceki çarpışma sahnesinden sonra bu sahne bir soluktur. Karakterlerin aldığı soluğu biz de hissederiz. İşte bu sahne bizi de temizler.

Sivaslı memleket özlemi içindedir. Hapisten kaçtığı için memlekete dönemez. Bu sorun onu ilerideki sahnelerde daha çok sıkacaktır ki onları da konuşacağız.

Kaçakçıların uğradığı köye döneriz. Sahnede cıyaklayan yavru kuşlar vardır. Hemen sonraki sahnede ise köye yeni atanmış bir kadın doktor görürüz. Köylülere temel hijyen kurallarını anlatmaktadır. Kuyu açılmasının kurallarından bahseder. Uçmaya çalışan bu yavru kuşlar hem yeni bir doktoru hem de yaşayacağı şeyleri simgeler.

Doktor acil bir şekilde bir köylü tarafından çağrılır. Birinin ağaçtan düştüğü söylenir. Doktor tabii ki hemen koşar fakat bu köylülerin ona bir şakasıdır. Doktorun bu şaka yüzünden morali bozuktur. O bir şeyler öğretmek ve yararlı olmak ister. Bu tecrübesizliğini görürüz. Ben şahsen bu ve bir sonraki sahnede bir Türkiye övgüsü seziyorum. Sonraki sahnede jandarmalar başka bir kaçakçıyı tutuklar ve götürürler. Köylüler ve biz bunu izleriz. Bu jandarmalar ve doktor bana Türkiye’nin doğudan el etek çekmediğini hatta önemsediğini hissettirdi. Hem sağlık hem de güvenlik vardır ve efektiflerdir. Jandarmanın çoğu sahnedeki üstünlüğünü asla zaiyat vermemesinden ve “Bizim herkesten haberimiz var” repliğinden anlayabiliriz.

Dakika 11.30’a geldiğimizde biraz gurur duydum çünkü, Ingmar Bergman’ın Seventh Seal filmindeki dağda yürüme sahnesinin neredeyse birebirini görürüz. Araştırmalarımda Ingmar Bergman ile bir bağlantı bulamadım fakat Federico Fellini hakkında bir röportajına denk geldim. Fellini’nin Bergman’a olan yakınlığından dolayı yeterli bir bağlantı olduğunu düşünüyorum.

Dakika 38.00’de tekrar yavru kuşlar görürüz. Hemen sonra ise doktor kadın yaralanan Çobanoğlu’na küçük çaplı bir operasyon yapar. Burada pek anlamlı gelmese de yine hemen sonraki sahnede doktor, arkadaşlarına ne yaptığından ve ilk ameliyatı olmasından bahseder. Kafamızda o bağlantıyı kurarız, yavru kuş ilk büyük işini yapmıştır.

Dakika 59.00’da ise Sivaslı gruptan kaçmıştır. Dediğim gibi memleket özlemi içerisindedir fakat kaçak olduğu için aynı zamanda jandarmadan da kaçmaktadır. Memlekete dönerken jandarmalar tarafından fark edilir ve vurulur. Öldüğü zaman üstünden çıkanlar arasında kaçakçı olduğuna dair hiçbir şey yoktur. Hatta sabun ve çocuk oyuncakları gibi eşyalar görürüz. Bu da bize o hayatı cidden bırakmak istediğini anlatır. Bu sahneden hemen önceki sahnede Bekir; Sivaslı’ya ait tüfek, postal benzeri eşyaları bulur ve kaçtığını anlar. Buraya sonra gelelim, önce Sivaslı’dan bahsedelim. Sivaslı ilk gördüğümüz andan itibaren zaten çocuklarını ve memleketini özlemektedir. Bunu söylemlerinden ve türkülerinden anlarız. Yani bu da bizi şaşırtmaz çünkü bütün film boyunca kaçacağı anı bekledik. Tüm filme yayılmış bir imge mevcuttur. Bekir’in bulduklarına geri dönersek eğer gördüklerimiz çok rahat bir şekilde gösterir ki Sivaslı bıkmıştır. Bu bütün kaçakçılıktan, hırsızlıktan, sürünmekten… Bu hayatı arkasında bırakmak ister ve af bekler. Aslında sadece Sivaslı değil bütün kaçakçılar af beklemektedir. Af ile temiz bir başlangıç yapacaklardır fakat o af gelmez. Bu yüzden kaçar ve bence ölümle “kurtulur”. Ölüm bazen de bir başlangıçtır.

Artık filmin sonlarına gelirken Çobanoğlu, nöbette uyuduğu için Bekir’i kovmuştur fakat Bekir onları takip eder. Bir koydan geçerler. Koyda geyik iskeleti görürüz. Bu da bize bir şeyler olacağını düşündürür. Bekir dinlemez ve takibe devam eder. Mehmet Ali, Bekir’i gelmemesi konusunda uyarır. Bekir dinlemez. Mehmet Ali, ikazlarını dinlemeyen Bekir’i vurur ve öldürür. Ölüm imgesi yine sahneden önce bize kendini belli etmişti zaten.

Çobanoğlu ve Mehmet Ali kaldıkları yere geri dönerler ve baskına uğrarlar. Baskında Mehmet Ali ölür. Çobanoğlu tamamen yalnız kalmıştır. Helallik almak ve kaçmak için doktora gelir ve helallik alır. İşte şimdi yıkık evler hakkında konuşabiliriz. Evler yıkılmış, köyde bir insan bile kalmamış; anası, babası ve nişanlısı da ölmüş olmasına rağmen o köyden ayrılmamıştır Çobanoğlu. Fakat artık ayrılma zamanı gelmiştir çünkü kimse kalmamıştır çevresinde. Tamamen “yıkılmış ve ıssızlaşmıştır”.  Bütün film boyunca bize verilen imge sonunda gerçek yüzünü göstermiştir. Çobanoğlu da yıkılmıştır. Yalnız kalmıştır. Orada kalması için bir sebep yoktur artık. Son bağı olan dostları da ölmüştür. Onun için yalnız kaldıktan sonra hiçbir yer özel değildir. Her yer aynıdır. Sonuçta bir yeri özel yapan insanlardır, taş toprak değil.