Tarihte örneği az olsa da birkaç zaman aralığında eğitimi, sanatı ve dini bağımsız kılmaya çalışan bir sınıf var olmuştur. Fakat kimi Giardinio Buruno gibi meydanlarda yakılırken kimi de Ebu Hanife gibi zindanda çürüyerek şehit ediliyordu. Dünyanın ve doğanın fıtratına uygun bir işleyiş içerisinde eğitimin veya sanatın sadece ve sadece insanlığa hizmetten başka bir vazifesi olmadığını anlatmak ve bu yüce vazife uğruna mücadele etmekte modern dünyada büyük bir ilerleme olarak görünüyor.
Devletler ve iktidar aygıtları bozulmuş toplumları tekrardan hizaya getirmek için türlü türlü yöntemler kullanmakta. İyi hoş en sonunda onlar da bunu mecburi olarak ya ulusalcı ya da ideolojik bültenler içerisinde işlemek zorunda kalıyorlar. Çünkü adil ve insanlığın fıtratına değil de kendi tabanlarının havasına göre sanat ve propaganda üretmek zorunda kalıyorlar. Bugünlerde dikkat ederseniz sanat aracılığıyla, dağılmış sosyolojiye ve bu kadar karmaşanın içinde bir de tarihsel olgular öğretilmeye çalışılıyor. Tabi başvurulacak mercilerden biri de sanat olacaktır. Sanat dalında ise en çok başvurulan araç sinemaydı.
İyi de ne oldu da kaş yapayım derken göz çıktı? Ulusalcı sanat anlayışı, sanatı, objektif rayından çıkararak öyle bir seviyeye getirdi ki; uğruna eğitim, öğretim, tarih, edebiyat, sosyoloji ve hukuk bile cıvıklaşmak zorunda bırakıldı. Dolayısıyla Zygmunt Bauman’ın dediği gibi bugünkü sorunlar tarihsel olsa da çözüm için üretilen yöntem olayı daha bir karmaşık boyuta getiriyordu. Bauman, ‘’günümüzdeki sorunlar uzun uygarlık tarihinin ta başında biçimlendiği için eğitim fikrinin tam kalbine ağır darbeler indiriyor. Bu fikrin değişmezleri, yani eğitimin geçmişteki tüm sorunlara karşı koymuş ve geçmiş krizlerden hasar görmeden çıkmış temel özellikleri, yolunda gidip gitmediği ya da yerine başka bir şey konulması gerekip gerekmediğinden şüphe edilmek bir yana daha önce hiç araştırılmamış ya da sorgulanmamış genel kabulleri, gündeme taşınıyor’’ (Bauman, 2011, s.97). Bu bir gerçek ki halen de yazarın dile getirdiği gibi tarihsel veya bozulanı iyileştirmenin ilk yolu eğitimin kapısını çalmaktı fakat eğitimin dün bulduğu yöntemleri makro düzeyde bugünün anlayışını reddederek uyarlamak geri tepebilirdi, daha doğrusu eğitim ve sanat yöntemleri bu durumda ne yapacağına karar veremiyordu. Tabi bir müddet sonra eğitim bu ağırlığı kaldıramayacak ve bozulma kaçınılmaz olacaktı. Zira yazar, eğitim ve sanatın yöntem sorunları ve reformize edilmesinin farziyetinden bahsederken, bunu uygulayanların eski hataların üzerine ekleyerek yürümenin karmaşasını dile getiriyor. Siz bu işlere modernizme kurban gitti, başkası ekonomik bozulma veya başka şeyler vs. diye durun; kesinlikle bizce bunun tek sebebi: idealist doğal eğitim ve sanatsal ruhu kendi siyasal ve klasik üçüncü dünya ülkelerinin itaat ve tepeden inmeci kültürel emellerine kurban etmesiydi.
Sanatsal olanı eğitime dâhil etme planları çok yeni bir formül değildir. Hatta bu çığırı açanlar bu işin emekliliğini yaşıyorlardır diyebiliriz. Şimdi vereceğimiz kısa biyografiden de anlaşılacağı üzere idealist eğitimin potansiyeli yine onu hıfz edecek bireyler yetiştirmek olduğu anlaşılıyor. Bu uğurda birçok eğitim kahramanı kendini feda etti. Bunlardan biri de Eduardo Galeano’nun ‘’Ve Günler Yürümeye Başladı’’ kitabında ‘’Kasım 28’’ olayındaki 1 sayfalık biyografisinde geçen Paulo Freire’dir; ‘’Öğrenerek öğreten adam’’… 2009 yılında Brezilya Hükümeti, Paulo Freire’den özür diledi. O bu jeste teşekkür edemedi çünkü on iki yıldan beri ölüydü. Paulo, dayanışmacı eğitim denen şeyi ilk başlatan kişi olmuştu. İlk başlarda derslerini bir ağacın altında veriyordu. Dünyayı okuyabilsinler ve değiştirilmesine yardım etsinler diye, Pernambuco’daki binlerce şeker işçisine okuma yazma öğretmişti. Askeri diktatörlük onu hapse attı, sonra ülkeden kovdu ve geri dönmesini yasakladı. Sürgünde bir sürü yer gezen Paulo öğrettikçe öğreniyordu. Bugün Brezilya’daki üç yüz kırk okul onun ismini taşıyor’’ (Galeano, 2012, s. 349). Bugünün mantığıyla tersine etkiyi, sanata yön verecek olanlar daha doğrusu sanatı da eğitimi de düzeltecekler sayın Freire gibi eğitim kahramanlarıdır.
Günümüzde sinema ve tiyatronun simgeselliği, eğitim üzerinde pozitif tepkiler oluşturabilir mi bilmiyoruz ama negatif olarak bir tepki gelmediği de görülüyor. Belki de sizin açınızdan bu yalın ve düzeysiz bir açıklama oldu elbette. Buyurun bizden değil de bir de üstat Çökerdenoğlu’nun, estetik ve sanatsal ataletin biyolojik kaygılarını sinema üzerinden taşıyan ifadeleri: ‘’Gençlik, kişide belli krizlerin yaşandığı bir döneme işaret etmektedir. Başta kimlik ve ideolojik kriz olmak üzere, gençlerin bu dönemde kendi benliklerini oluşturmada yaşadıkları aidiyet problemi bu dönemin kişideki önemini artırmaktadır. Sinema da yapısı itibariyle ‘dikenli bir gül bahçesidir’ denilebilir. Görüntü izleyicileri birçok yönden etkilediği için gençlerin film oyuncularını rol model almalarına şaşırmamak gerekir. Hatta filmlerden dolayı bazı kişi isimlerinin daha popüler, bazı isimlerin ise utanç vesilesi olduğu bilinmektedir. Filmler kişiler üzerinde çok yönlü etkiye sahip olduğu için eğitimde önemli bir role sahiptir. En başta kişiler tanık oldukları durum ve kişilerden etkilenir, onların ortalaması haline gelebilir. Filmler bilinçli yapımlar olduğundan onların belli hedefleri gerçekleştirme amaçlarının olmadığı söylenemez. Bu açıdan filmler kişilerin eğitimi için önemli bir araç olarak görülmeli, filmlerden beslenmenin kişide belli bir müktesebatı zorunlu kıldığı unutulmamalıdır. Sinema imkânlarıyla düşünüldüğünde bireysel ve kitlesel olarak belli duygu düşüncenin inşasında belli işlevleri olduğu tarihi uygulamalarla da sabittir. Sinema dünyasını takip etmek başlı başına popüler bir durumdur. Gençler sadece izledikleri spor müsabakalarını tartışmamakta, izledikleri filmlerle de birbirleri arasında konum yakalayabilmektedir. Toplumsal belleğin güçlendirilmesi açısından filmler toplumları etkilemektedir. Vietnam’da kaybedilen savaşı Amerika Hollywood’la geri kazanmıştır. Türkiye’de özellikle son yıllardaki yerli yapımların toplumsal hafızayı nasıl güçlendirdiğini gözlemlemek zor değildir’’ (Çökerdenoğlu, 2021). Bu açıklamayı okuyanlar elbette buna ispat gerekecek metinler isteyecektir. Giddens’in açıklamalarına yer vermeden önce bir iki veriyi paylaşmak isteriz. Business Diplomacy’nin bir haberinde Amerika’dan sonra Türkiye, dünyaya en çok dizi ve ekran ihraç eden ülkesi (Business Diplomacy, ‘’Türk Dizi İhracatı, Liderliğe Oynuyor’’, 2023). Hatta haberde öyle astronomik rakamlar mevcut ki çok basit bir arama robotu ile girip bakmanızı tavsiye ederiz.
Baştan belirtmeliyiz ki bu bozulmayı uzun uzun anlatmanın kimseye bir faydası olmayacaktır. Bu nedenle aktif eğitim sistemine katkı verebilen durumlar ve aksiyonlar tekrardan gözden geçirilmelidir. Çünkü sorun neredeyse toplumsal olmaktan çıkıp başka bir boyuta dönüşecek gibi. Konu basit gibi görünse de Durkheim’e göre, eğitim ve özellikle de tarih aracılığıyla çocuklar, toplumdaki ortak değerlere ilişkin, ayrı fertlerden oluşan topluluğu birleştirici bir anlayışa ulaşırlar. Bu ortak değerler, dinsel ve ahlaki inançları ve bir öz-disiplin anlayışını içerir. Durkheim, eğitimin, çocukların, toplumun işlevini yerine getirmesine katkıda bulunan toplumsal kuralları içselleştirmelerini olanaklı kıldığına inanır (Giddens, 2008, s.732). Durkheim’in gelenekçi veya muhafazakâr kuralları öyle görülüyor ki bugün çok sert bir kayaya çarpmıştı. Bunu gören 21. yüzyıl erken akılcıları kaseti baştan alacaklarını dile getiriyor. Geçenlerde araştırma yaparken sinema ve eğitim konusunda, Euronews’in 2019’daki bir haberi dikkatimi çekti. Avrupa’da 16 farklı öğretmen ‘’yetişkin eğitim pedagojisi’’ programı dâhilinde Nice şehrine gelerek sinema atölyesinde gençlere ‘’sinema eğitimi’’ verir. Hocalardan biri ‘‘Filmleri eğitim aracı olarak kullanmanın en güzel tarafı evrensel bir dile sahip olmaları. Herkes filmleri anlayabilir. Irkları, dilleri, eğitim oranları ve farklı geçmişleri olan, tamamı ile farklı 2 insan bu yöntemle aynı konuyu anlayabilir.’‘ diyordu (Euronews, ‘’Sinema, Eğitim Amaçlı Kullanılabilir mi?’’, 2019). Peki ya bu uygulamalar işe yaradı mı? Bunun da sosyolojide karşılığı henüz görülmediği için erkenden konuşmak abes olur. Çok merak ediyoruz acaba Türkiye’de sinema eğitimi hangi koşullarda şekilleniyordu. Belki de gelecek yazımız bu minvalde olmalı.
İyi de ülke gençliği ve sayın okuyucuların da bu konu hakkında diyecek bir şeyleri olmalı mı? En nihayetinde sözlerimize kısa bir olay ve üstat Baudrillard’ın tarih ve sinema hakkındaki o meşhur cümleleri ile nihayet verelim: bir defasında Bursa’da katıldığımız ‘’Ok ve Yay’’ konferansında bir ilçenin Belediye Başkanı 2 saat boyunca at üstünde attığı okları görsel olarak tanıtıp daha sonra ok ve yayın tarihteki önemine değindi. Yayın üzerine sürülen balık yağından bile bahsetmişti. Hatta bir ara Allah ve Hz. Resul (a)’ün bir yay mesafesi kadar yan yana geldiği (Necm:9) ayeti de aktarmayı ihmal etmedi. Sonra farz namazlar gibi her toplantı ve gösteri sonunda nedense Necip Fazıl şiiri okunurdu onu da eksik etmediler sağ olsunlar. Bunu en son sözde muhafazakâr kanadın modern sanatçısı! Demet Akalın konserinde görmüştük. Dibine kadar dans ve eğlenceden sonra şer’i şiirler okunması… Muhtemelen sizlerin de aklına bu gibi örnekler ve hadiseler gelmiştir. Tamamıyla makineden bir tarafı New York bir tarafı da Mevlana çıktısı eğitim sisteminin sanata kafa yoramayacağı kesin olarak görülüyor. Her neyse. Başta görsel olarak tasarımı hazırlanan bu dehşet eğitim sisteminin bir de sosyolojik taşlarının da oturtulması gerekiyordu. Her şey tam hız bu şekilde devam ederken bir ayağın aksadığını gören bu sistemin imdadına tarihsel konular yetişti.
Ve bugün de edebiyat denen yüce sözlü sanat günümüzde telefon hikâyelerinde veya torbacıların Facebook paylaşımlarında pespaye olduktan sonra sıra tarihe mi geldi demekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Muhtemelen sıra sadece tarihe değil başka şeylere de gelecek gibi görünüyor.
‘’Bugün sinema, tasfiye edilmesine katkıda bulunduğu tarihin, yeniden yaşama döndürülebilmesi için tüm teknik olanaklarını onun hizmetine sunabilir. Ancak içlerinde yok olup gideceği hayaletlerden başka bir şey üretemez’’ (Baudrillard, 2010, s.77).
KAYNAKÇA
Bauman, ZYGMUNT, Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup (Çev. Pelin Siral) Habitus Yay. İstanbul 2011.
Baudrillard, JEAN, Simülakrlar ve Simülasyon (Çev. Oğuz Adanır) Doğu Batı Yay. Ankara 2010.
https://businessdiplomacy.net/ ‘’Türk Dizi İhracatı, Liderliğe Oynuyor’’ 2023.
https://www.gonuldergisi.com/ ‘’Önemli Bir Eğitim Aracı Olarak Sinema’’ 2021.
https://tr.euronews.com/ ‘’Sinema, Eğitim Amaçlı Kullanılabilir mi?’’ 2019.
Galeano, EDUARDO, Ve Günler Yürümeye Başladı (Çev. Süleyman Doğru) Sel Yay. İstanbul 2012.
Giddens, ANTHONY, Sosyoloji, (Çev. Cemal Güzel) Kırmızı Yay. İstanbul 2012.