Home > Özel Dosya > Lars von Trier ve Sineması Üzerine

Lars von Trier ve Sineması Üzerine

Son yılların inovatif ve avangard yönetmeni Lars von Trier 1993 yılında başladığı kariyeri boyunca sinema dünyasının en tartışmalı yönetmenlerinden biri olmuştur.  Trier’in filmleri, sinemanın imkanlarını kullanarak, özgün bir dille karanlık tarafı anlatır bize. Bu anlatıda sıklıkla, insanın/toplumların ikiyüzlüklerini ve çelişkilerini, tartışmalı ve çıplak bir şekilde, çoğu kez rahatsız edecek bir anlatımla, ifşa etmeyi arzuladığı görülür.

Avrupa medeniyetinin ve burjuvazinin korunaklı dünyasında sergilenmeye ve tartışılmaya yer bulamayan; sebepsiz şiddet, nazizm, toplumsal çürüme, kötülüğün sıradanlığı, haksızlığa karşı sessiz kalma, iyiliğin trajik sonu, iyiliğin arkasında saklanan ikiyüzlülük, kölelik,  cinayet, tecavüz, intihar ve idam gibi konular Trier’in filmlerinde tüm çıplaklığıyla tartışmaya açılır. Provaktif bir dilden sakınmayan Trier’in filmleri, Hiçbir tabuyu kabule layık görmez. Trier için “bir film tıpkı ayakkabı içindeki taş gibi olmalı” ve belli belirsiz bir rahatsızlık hissi vermeliydi. Trier’in tüm filmlerinin arka planında kendine yer bulan bu rahatsızlık hissi, belkide insanı anlamaya ve tanımaya dair tetikleyici bir role sahipti. Ve sahip olduğumuz konfor medeniyeti, bu histen bağışık varlığını sürdürüyordu.

2018 Cannes Film Festivali’nin ödül töreninde  “Jack’in İnşa Ettiği Ev” (2018) filmini izleyenlerin yarısı filme ve yönetmenine nefret kusup salondan dışarı çıkarken diğer yarısı üstün bir beğeni ile kendisini alkışlamasından, bu bölücülükten, büyük memnuniyet duyan Trier’in, yarattığı bu kışkırtıcı rahatsızlığı “yönetmen olmasaydım kendi filmlerimi izlemek istemezdim” diyerek kendi içinde de barındırdığını dile getiriyordu.

Danimarka gibi refah toplumunun içinde büyümüş olmasına rağmen hayatın kendisini bir cehennem olarak gören Trier, kendisini her zaman huzursuz ve kötümser hissettiğini ve hatta daha ne kadar kötü olabileceğini anlamaktan uzak olduğunu dile getirmekteydi. Belki de yaratıcılığının gizli itkisi, bu huzursuz ve kötümser hissedişinde saklıydı.

Hiçbir baskıyla karşılaşmadan çocukluğunu yaşamış, Avrupa’nın en müreffeh ve özgür toplumlarından birinde büyümüş, buna rağmen isyankarlığı seçen ve kışkırtıcı eserler üretmeyi başaran Trier için “Ayinesi iştir kişinin” denilebilir. Trier’in filmleri kendisinin aynasıydı. Sahip olduğu özgürlüğü, refahı, medeniyeti sorgulayan; tekdüzelikten ve her türlü basma kalıp fikirden kaçan, “huzur”dan sıkılan, “iyiliğe” ve modern hayatın “güzelliklerine” şüphe ile yaklaşan Trier, “rahatsız” olmalıydı.

Dogma 95” manifestosuyla ile sinemada özgünlüğü savunduğunu ve belirli sinema biçimleri ve katı normları reddettiğini kurallar halinde belirten Trier,  kendi koyduğu kurallara aykırı olarak yapay suni ışık ve efektler kullandığı “Karanlıkta Dans” filmi ile bu kuralları yıkmaktan çekinmez ve kuralların tümüne karşıtlığının kendi yazdığı manifesto için de geçerliliğini koruduğunu, bu tavrın barındırdığı çelişkiyi umursamayarak, ortaya koyar.

Lars von Trier’in filmleri genellikle üçlemeler üzerinden sınıflandırılmakta. “Avrupa Üçlemesi” ile olarak bilinen; Suç Unsuru (1984), Salgın (1987) ve Avrupa (1991) filmlerinde salgın hastalık, cinayet, suç ve savaş gibi konular üzerinden Avrupa tarihinin karanlık bir fotoğrafını çeker.

Lars von Trier 3

“Altın Kalpler” olarak bilinen bir sonraki üçlemesinde Trier, “Dalgaları Aşmak”(1996), “Gerizekalılar”(1998), “Karanlıkta Dans”(2000) filmlerinde; koşulsuz bir sadakat ile sevdikleri insanlar için kendilerini feda eden masumiyet timsali kadın karakterlerin trajik yaşamlarını gözler önüne sürer. Hayattayken isyan ettiği annesini rahatsız etmek için yaptığını söyleyen “Dalgaları Aşmak” filmindeki Bess, üstün yeteneğinin “inanabilmek” olduğunu söyler. “Ben bir ateistim. İyi bir insan olmam lazım.” diyen Trier, “inanabilmeyi” bir üstün meziyet olarak görmekte, Dostoyevski’nin Ecinniler’inde “inanırsa inandığına inanmaz, inanmazsa inanmadığına inanmaz” diye bahsedilen Stravrogin gibidir. Trier. Üçlemenin diğer bir filmi olan “Karanlıkta Dans” filminde Selma’nın idamı, “iyilik”ten alınan bir “intikam” olarak izleyenleri sarsar. “Gerizekalılar”da ise Karen’in berrak masumiyeti, geçmişindeki acılara merhem olmaktan uzaktı ve Karen çareyi yaptığı delilik rolüne/deliliğe sıkı sıkıya tutunmakta buluyordu.

Üçüncüsü henüz çekilmeyen “Amerikan Üçlemesi”’nde, özgün bir tarzda, tiyatro sahnesine benzer kurmaca bir mekanda geçen “Dogville”(2003) ve devam filmi olan “Manderlay”(2005)’ı çeker. Dogville’da; bir tür İsa temsili olan iyilik abidesi Grace’e köyde yapılan onca kötülük ve haksızlıktan sonra babası kendisine “hiç kimsenin senin ahlaki değerlerine erişemeyeceğinden o kadar çok eminsin ki herkesi bağışlıyorsun. bundan daha kibir dolu bir davranış olamaz. başkalarını affetmek için bulduğun bahaneleri kendin için asla kullanmazsın. merhametli olmalısın ama bunun belli bir ölçütü olmalı.” Ve “… merhamet her zaman en doğrusu değildir, en güzeli ve en ahlaklısı da değildir. size kötülük edenleri mazur görmek, onlara anlayış göstermek, onların içindeki şeytanı ancak besler, büyütür. affetmek belki de o insana yapabileceğiniz en büyük kötülüktür.” hatırlatmalarını yapar ve Grace, tüm köyü ateşe verir. Kötülüğü sıradanlaştıran, kötülükte ittifak eden, kötülüğü iyilik perdesinin ardında gizleyen, haksızlıklara sessini çıkarmayan kasaba ahalisinin topyekûn ateşe verilmesi ile biter Dogville. Yine Trier, Manderlay’da bireyler arasındaki tahakkümün içselleştirilmesini sorgular ve kışkırtıcı olarak; köleliğin kaçınılmaz gerekliliği, kadın doğasının zayıflığı gibi tartışmalı savları arka planda işler. Film, demokrasi eleştirisini de “oylanarak ayarlanan saatin yanlış çıkması” ile yapar.

“Depresyon üçlemesi”ni oluşturan “Deccal”(2009), “Melankoli”(2011), “İtiraf 1-2”(2013) filmlerinde, yönetmenin depresyon tedavisi sürecinde hastanede kaldığı dönemde kendi kendine depresyon terapisi olarak kişisel deneyimlerini sinematik olarak dışavurur.

Okul yıllarında öğretmeni kendisine ironi olsun diye “von” lakabını takar. Kültüründe asil insanlara takılan “von” lakabını daha sonra ismine ekleyecek olan Trier’i Eleştirmenlerin bir kısmı  işe yaramaz bir sahtekar olarak görürken bir başka kısmı ise kendisinin bir dahi olduğunu savunmuştur.

Ödül kazanamayınca, jüri başkanına ‘cüce’ diye hakaret eden, Başkan’ın kendisini evine davet ettiği barış yemeği sonrası gazetecilere “yemeğe gittim, gerçekten boyu çok kısa” diyecek muzip densizliklerin adamıydı Trier.

Lars von Trier 2

Bir röportajında “Yani her zaman insanlardan en kötüsünü bekler misin?” diye soran gazeteciye “Özellikle senin gibi insanlardan! Sonuçta, kendimi iyi bir insan olarak görüyorum, kısmen iyi ve oldukça iyi eğitimli. Yine de kendimi karakterlerimi yerleştirdiğim ikileme koyarsam, kötü tarafım aniden yüzeye çıkar. Benim gibi iyi bir adam bile gerçekten kötüleşebilirse, etrafımızdaki diğer şüpheli karakterlerle nasıl olacak? Demokratik yapılar bizi daha iyi insanlar yapıyormuş gibi davranmak yerine medeniyetsiz, ahlaksız doğamızla yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum.” diyen Trier muzipliği ile birlikte düşündüren bir anlatım tarzına ve şaşırtıcı bir üsluba sahipti.

Dogville filminden sonra Manderlay filmini çekmesini, insanların bu zor konulara alışabileceğini, “Eğer kıçından birini tekmelerseniz, ilk kez oldukça şaşırırlar, ikinci kez çok fazla değil” şeklinde açıklayan Trier, espri becerisinden de yoksun değildi.

Kadın düşmanı olarak lanse edilen Trier,  “Bu, sosyal ağlar hakkında hiçbir fikrimin olmadığı, bir kız arkadaş/ilham perisi aradığım eski moda bir flört ilanı olarak görülmeli. ..” diyerek ilanın sonuna ulaşmak isteyenler için e-posta adresini  yazarak ilanla kız arkadaşı arayacak tuhaflığı da barındırmaktaydı.

Son dönem röportajlarında; yaşı ilerlemiş, parmaklarında FUCK harflerinden dövme ile elleri titreyen,  derdini hiçbir zaman tam olarak anlatamadığı izlenimi veren, her daim zahmetle konuşan Trier’in insan olmaya dair meseleleri çocuksu bir utangaçlıkla anlatışı en az filmleri kadar izleyenin belleğinde iz bırakacaktır.

Trier bize insanı anlatır. Biri olamadan diğerinin olamayacağı; iyiliğin ve kötülüğün, karanlığın  ve aydınlığın cem’ini.

Kaynaklar:

– 15.11.2005 Tarihli Spiegel  Röportajı  (https://www.spiegel.de/international/spiegel/spiegel-interview-with-filmmaker-lars-von-trier-we-are-all-products-of-the-united-states-a-384939.html)

– 3.3.2018 Tarihli Guardian Röportajı (https://www.theguardian.com/film/2018/dec/03/lars-von-trier-on-filmmaking-and-fear-sometimes-alcohol-is-the-only-thing-that-will-help)

– 24.3.2021 aze.media Röportajı  (https://aze.media/lars-von-trier/)

– Röportajı. Lars von Trier: The Burden From Donald Duck | Louisiana Channel.  (https://www.youtube.com/watch?v=pXWcl6OuVw8&ab_channel=LouisianaChannel)

Ve Diğerleri..

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir
Evlilikte Eşitliği Vahşice Göstermek: Antichrist
Lars von Trier Dizisi The Kingdom Exodus İzleyiciyle Buluşuyor