Macar sinemasının dünyaya açılan kapısı Bela Tarr’ın yedinci uzun metraj filmi: Werckmeister Harmoniak – Karanlık Armoniler. 2000 yılında ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nde yapan film, bana göre Tarr filmografisinin en önemli eseri. Tabi bunda yönetmenin ilk izlediğim filmi olmasının etkisi olsa da, şiirselliğin kamerada buluşması bu filmi ön plana çıkartan ana etkenlerden birisi. Filmin sekanslarının tek planda çekilmesi de filmi üst noktaya taşır. Bu planların uzun olması, sanılanın aksine izleyiciyi sıkmaz, bizi perdenin içine çeker. Karakterleri anlamamızı sağlar. Klasik Tarr sinematografisinin bir ürünü olarak bu film de siyah beyazdır. Bu sayede filmin yarattığı karanlık atmosfer, olayın derinliğini kavramaya yardımcı olur.
Lars Rudolph’un canlandırdığı Jonas’ın, kapanma saati gelen bir barda sarhoşlara güneş sistemini anlatmasıyla başlıyor her şey. Güneş, Dünya ve Ay’ın canlandırmasını izlediğimiz bu sahnede güneş tutulmasını anlatıyor bize Jonas. Bu sahnede onun zeki bir adam mı yoksa sıradan bir deli mi olduğuna karar veremiyor insan. Sözleriyle güneş tutulmasının soğukluğunu ya da güneşin sıcaklığını yansıtıyor izleyiciye. Fakat bar sahibinin duruma el koymasıyla bölünüyor bu anlatı ve sonrasında Jonas’ın karanlık sokakta yürümesini görüyoruz mükemmel bir müzik eşliğinde. Sinemayı sinema yapan en önemli şeylerden biridir müzikler. Doğru bir müzik kullanımı kötü bir filmi bile kurtarabilir. Bu filmdeki müzik kullanımı ise zaten başlı başına güzel olan filmi zirveye çıkartıyor.
Halk kasabaya yeni gelecek olan sirk hakkında konuşur o sıralarda. Bu sirkle beraber gelecek olan balina ve prens halkta büyük korku yaratır. Daha sirk gelmeden komplo teorilerine ve dedikodulara başlarlar. Bu durum insanları tedirgin eder ve balinanın kasabaya kötülük, yıkım ve üzüntü getireceğini düşünürler. Kimisi ise balinanın sadece bir araç olduğunu ve dikkatleri başka yöne çekmek olduğunu düşünür. Eszter Amca’nın ev işlerine yardım ettikten sonra gazete dağıtmaya giderken sirkin geldiğini görür Jonas ve balinayı merak eder. Aslında kasabadaki tek insandır balinayı merak eden. Onu görmeye giden de tek kişidir. Herkes onun çevresinde toplanır ama kimse umursamaz balinayı. Çünkü gerçekten de balina dikkat çekmek için oradadır. Balina karşısında şaşkına döner Jonas. Onu dikkatlice inceler ve gözlerinin içine bakar. Aslında ilk defa orada umudu görmüştür Jonas, o balinanın gözlerinde. Balinanın yanından ayrıldıktan sonra bir adam ona içeride prensi görüp görmediğini sorar. Jonas ise içeride balina olduğunu ve kesinlikle görmesi gerektiğini söylese de, adam bundan hoşlanmaz. İnsanların asıl merak ettikleri prenstir. Film boyunca prensi görmeyiz sadece sesini duyarız, insanlar da görmezler. Ama zaten görmelerine gerek yoktur. Çünkü prens sadece bir ideadır, perdenin arkasında saklanan bir düşünce gibidir. Öyle birisi olmasına gerek bile yoktur aslında insanların zihinlerinde yaşasa yeterlidir. Tanrı inancı gibidir. Kimse görmez onu varlığından bile bihaberdir ama onun önderliğinde hareket ederler. Prens kendisine yandaş toplamak ister, çünkü getirmek istediği şey yıkımdır. Dükkânları talan etmek, insanlara saldırmak… Sirk sahibi bunu istemese de prens zaten bir sürü insanın ilgisini çekmiştir. Sirke de balinaya da ihtiyacı yoktur, çünkü dışarıda onu bekleyen bir sürü insan ya da başka bir deyişle yandaş vardır zaten. Bütün bu konuşmaları Jonas tekrar balinayı görmeye gittiğinde duyar. Gizlice içeri girdikten sonra balinaya şunları söyler: “Görüyor musun başımızı ne kadar derde soktun, uzun zamandır kimseye zarar verecek durumda olmasan bile” Aslında bütün olayın özeti gibidir bu cümle. Herkes balinayı suçlar, kötülüğü onda bulur, onu sorumlu tutarlar her şeyden. Ama dönüp kendilerine bakmazlar. Gelecek olan yıkımın aslında kendilerinin elinden olacağını bilmezler.
Tünde Teyze polis ile işbirliği yaparak “Temiz Kasaba Hareketi” başlatmak ister. Bunun için eski eşi Eszter Amca’ya ihtiyacı vardır. Eszter’in belli kişileri ikna etmesi için Jonas’la konuşur. Bu işi yapması için Jonas’a onunla konuşmasını söyler ve eğer Eszter kabul etmezse tehditlerini de açıklar. Eszter Amca halk tarafından saygı gören bir sanatçıdır. Güçlü bir karakterdir ama o bile bu tehditler karşısında yenik düşer ve hiç istemediği halde nefret ettiği Tünde’ye yardım etmek zorunda kalır. Ama bu hareketin amacını bilmeyiz, filmdeki soru işaretlerinden birisidir. Polis şefi ile Tünde Teyze’nin ilişkisi buna dayanır. Bu yüzden Jonas Tünde Teyze’nin ayak işlerini yapmak zorunda kalır. Ve sonra yıkım başlar.
Yüzlerce insan kim olduğunu bile bilmedikleri birisi için yıkıma giderler. Bir hastaneyi darmadağın ettiklerini görürüz, önlerine çıkana zarar verip, yakıp yıkarlar. Bütün bu kalabalık durmadan bu saldırıya devam ederken, karşılarına çırılçıplak yaşlı bir adam çıkar ve geri dönerler. Çünkü her şeye rağmen insanlıklarını hatırlarlar. O manzara karşısında, derinlere gömülmüş merhamet ortaya çıkar ve geri dönerler. Ama yine de yıkım kasabayı yerle bir etmiştir. Ve cezalandırılacak olanlar yıkımın gerçek sahipleri değil, Jonas gibi masumlardır.
Toplumlarda dar görüşlüler bilmediği ve yabancı olduğu şeyden korkar, çekinir ve nefret eder. Yeni bir şey istemez ve yeni olanın kötülükten başka bir şey getirmeyeceğini düşünür. Onunla ilgili yalan yanlış bir sürü şey söylerler ve nefret toplarlar. Bu nefret sayesinde ise yeni olanı def etmeye çalışırlar. Bu kasaba halkı da böyledir. Daha görmedikleri balina hakkında yaygara koparırlar ama aslında kendi içlerindeki kötülüğü balina ile perdelemeye çalışırlar. Fakat bu kötülüğün ortaya çıkmasına engel olamazlar.