Home > İnceleme - Analiz > İran’ın Tozlu Film Makinelerinden Bir ‘’Boykot’’

İran’ın Tozlu Film Makinelerinden Bir ‘’Boykot’’

Henüz 17 yaşındayken Şahlık dönemi İran’da kurulan, MOSSAD ve CIA karışımı istihbarat teşkilatı ve de ülkenin resmi istihbarat bürosu olan SAVAK tarafından çeşitli işkencelerin ardından, İslam Devrimiyle hayatına adeta yeniden başlayan Muhsin Mahmelbaf’ın en çarpıcı filmleri arasında yer alan Boykot (Boycott); bazılarının deyimiyle kendi hayatının endişe ve düşünsel serüveninden bahsetmekte. Ayrıca buna hapisteyken daima ölüm korkusu ve derinden gelen yüksek infaz hissiyle kurgulanan yapım da diyebiliriz. Fakat bu erken açıklama tamamıyla hiçbir şey ifade etmiyor.

Felsefe mi Yoksa İşkence mi?

İbret Müzesi, İran’ın Tahran kentinde bulunuyor ve de oldukça yoğun bir ilgi var bu müzeye. Bu yer oğul Muhammed Rıza Pehlevi dönemi İran şahlığının idari yapısının, başta öğrenci kesiminden olmak üzere İslamcı, sosyalist, komünist, demokrat ve her türden karşıt devrimci hareketi akıl almaz müthiş işkence yöntemleriyle bastırdıkları tarihin en berbat mekânları arasında biliniyor. Ali Şeriati’den Telegani’ye, ondan şimdiki İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hameney’e kadar işkenceyi tattıkları bu yer, devrimden sonra İran yapımı çeşitli filmlere de konu olmuştur. Tabi ki de aklınıza Diyarbakır Cezaevi veya Irak hapishaneleri gelecek ki bence onlardan daha beter bir yerdi.

Analiz filmimizin başrolünde ünlü yönetmen üstat Macid Macidi (Valeh) ve Zehra Sermedi (Meryem) bulunuyorlar. Ayrıca yan rollerde İran sinemasının efsane isimlerinden Ardalan Şuca Kaveh ve Muhammed Kasabi bulunuyor. Film 1985 yapımı olup Türkçe dublaj olarak Yenikaynak.com sitesinde hali hazırda mevcut. Youtube sitesinde ise orijinal Farsça hali bulunuyor. Film, devrimden henüz beş sene sonra gösterime girdiği için dönemin giyim kuşamını ve sokaktaki atmosferlerin canlılığını korunduğunu gösteriyor. Öte yandan film çekimleri sırasında İran İslam Cumhuriyeti, Saddam Hüseyin’in Irak ordusu ile savaş halindedir. Bir ilginç bilgi ise tam bu vakitlerde, devrimi beraber göğüsleyen İslamcı ve solcu dinamizm hareketi tamamıyla birbirine cephe almış ve sokak savaşları olabildiğince alevlenmişti. Çatışmalar üniversitelerin çatılarına kadar sıçramıştı. Tüm bu hezeyan ve toplumsal gerilimin içinde İran sineması sanat yapmayı da ihmal etmedi. Devrimden sonra birbirlerinden tamamen ayrılan İslami hareket ve Marksizm sanatta da kendini gösteriyordu. Özellikle sol hareket, İran sineması ve yayınlarında keskin eleştirilere uğrayıp fazlasıyla dejenere ediliyordu. Filmin kemik teması da bu konu üzerine yerleştiği görülüyor.

Boycott by Mohsen Makhmalbaf 1

Aslında bu bir çeşit olağan akıştı sanat için. Sinemanın ekonomik yapısı, onun altyapısını ve de dolayısıyla potansiyelini belirler. Ayrıca bunu kategoriye indirgeme durumunda, sosyal ve siyasal tarzı da belirlenir bir yandan. Bunu biraz daha anlamlandırmaya çalışırsak; ilkin sosyopolitik yani bütünsel ikincisi de psikopolitik yani kişisel anlamlandırma meydana çıkar. Tarihsel süreçte sinema hangisini zirveye taşıdı veya hangisi ile gerçek ruh ilişkisi kurdu diye bir şey sorarsak kesinlikle sosyopolitik kuram daha ağır basar. Fakat şurada psikopolitik dediğimiz kavram, modern dönemde insan dikkatinin merkezinde olduğu için olayları ve evrensel farkındalığı ruhunda canlandırabiliyor.[1] Bu nedenle bu iki tanışık korelasyonu doğru okumakta fayda vardır.

İran sineması da, gerek yakın geçmişi gerek şu sıralarda bulunduğu siyasi konumu gereği sanat konusunda kendine zengin türler yaratan fikirlere sahiptir. Çünkü ortada yaşanmış canlı bir felsefi deneyim vardı onlara göre. Yaklaşık yüz yıllık bir devrim süreci nice kargaşa, ilanlar ve işkencelere sahip oldu. Bu sadece toplumsal türe mi örnek olacaktı? Tabi ki de hayır. Her neyse. En sonunda tüm bunlar devrim ile taçlanacaktı. Tabi seküler ve gündelik İran sineması yerini devrimin yüksek ideolojilerinin işlendiği konulara bırakacak ve en nihayetinde bu sanatın içinde sinema farklı şekilde bir değişim gösterecekti.

Boykot

Film, hamile eşi Meryem’i doğum hastanesine götüren genç Valeh’in parası olmadığı için saatini hastaneye rehin bırakmasıyla başlar. Ardından görevi olduğu üzere öğlen vakti yeni katıldığı İslami örgütün gizli faaliyetleri için bir hücre evine gider. Valeh, gençliğinden beri sol örgütlerle beraberdir. Hatta üniversite de bile. Ardından İslami hareketle tanışır ve onlarla beraber olur. Öğlen vakti İslami hareketin hücre evine uğrar. Ali ve Fatıma adında evin sahibi karı koca gizli yayınlar hazırlamaktadır. Valeh içeriye girer. Ali ve Fatıma, Valeh’in geldiğini görünce artık diğer örgüt üyelerini bekler. Bu sırada pencereden dışarıyı kontrol eden Fatıma çatılarda SAVAK polislerini görünce birden hareketlenme başlar. Polisler evi ateş altına alır. Çatışmada Ali ve Fatıma ölür. Valeh ise elinde bu genç çiftin küçük çocuğu olduğu halde yaralı olarak tutuklanır. Hastaneye yatırılır. Ardından yapmacık bir mahkemeyle tutuklanır. Solcuların yoğun olduğu zindana götürülür. Çünkü İslami hareketin faaliyeti esnasında tutuklansa da o, hem devlet hem de sol hareket tarafından halen Marksist bir komite üyesi olarak biliniyordu. Eşi Meryem ise hastanede çoktan doğum yapmış ardından kocasının zindan hayatında tek başına evladı ile sefil bir şekilde kirada bir kadının evine yerleşir. Filmin bir kesitinde eşi Meryem ve Valeh yukarıda zikrettiğimiz ‘’İbret Müzesi’’ dediğimiz işkencehaneye getirilir ve burada beraber işkence görürler. Amaç yapmacık ifadelerle idam mahkûmiyeti oluşturmaktı.

Valeh, hapse girdiğinde çok ilginç bir durumla karşılaştı. Henüz üniversite çağında faaliyet içinde bulunduğu arkadaşları kendisinin sol kanuna göre asla kabul edilemeyecek ve aforoz sebebi olan şüpheciliğe düştüğünü öğrenirler. En azından İslami hareket tarafından yakalanması da onu bir şekilde onlara karşı negatif yönden ele vermişti. Tam hapse giriş sahneden sol hareketin yaşlı liderinin ağzından ‘’boykot’diye bir kelime çıkar. Bu sebeple kimse onunla konuşmaz hatta en yakın arkadaşı tarafından bilerek tanınmaz. Valeh, tüm bu olanlara anlam veremez. Bir çeşit tuhaf soğuk gıcıklıktı. Filme ismini veren olay da buydu zaten. Bir ara hepsine yüksek sesle hakaret ettiği için bütün hapishane tarafından dövülür. Ardından aklı başına gelmiştir diye sol gurup yavaştan gönlünü almaya çalışır fakat Valeh, hiçliğin ve idamın korkusuyla aklını yitirmek üzeredir. Hiçbir şey onu tatmin etmez. Üzerine eşinin gördüğü sefaleti ve psikolojik işkenceyi düşününce tamamıyla bunalıma girer. Hapishanede sık sık gördüğü korkunç ve dehşet rüyalar kafasını kurcalamaya başlar. Hepsinden öte az evvel kimsenin kendisini tanımadığı halde şimdi de eski solcu arkadaşları ona yakınlaşmak istiyor. Sol gurubun lideri Nesim ona sık sık Marksizm ve işçi toplumunun fedakârlığından bahseder. Devrimin kesinlikle şüphecilikten uzak ve örgüt aksiyonunun lider telakkisine sadık kalmasını ve de Marksizm’in temel kuramlarına katıksız şekilde itaat gerektirdiğini defalarca tekrar eder. Valeh, bunları dinledikçe zamanında onu İslami harekete davet eden Ali’nin, Marksist eleştirilere sahip İslami öğretileri gelir aklına. Bu iki ince çizgide kalan Valeh tamamen bunalıma girer.

Boycott by Mohsen Makhmalbaf 2

Filmin sonlarına doğru Şahın göstermelik mahkemesinden idam karar çıkar. İdam edilmeden önce onu son defa eşi Meryem ile görüştürürler. İşte bu sahne kendi şahsım olarak bugüne kadar izlediğim en yüce dramatik sondu. Eğer modernist saçma cıvık yapımlardan kafamızı kaldırıp biraz daha bu gibi filmleri izleyebilseydik belki de sinemada yeni anlamlar bulabilecektik ki sinemadaki başlıca meşhur felsefe, ‘’anlamak yüceliktir’’ şiarı değil mi zaten? Sinema, gerçeği olmayan gerçeklerdir desem size göre saçmalamış da olabilirim. Fakat tarih boyunca yaşayan bütün yönetmen ve sanatkârlar kendi etlerinden birer parça koymuştur bu muamması tuhaf tencereye.

Filmin sonunu söylemek istemiyoruz sizler için. Sonuç olarak modern sinemanın bunca teknik gelişmiş programlarına rağmen ideolojik dönemin canlı sanatını yakalayamaması da tuhaf bir gerçek değil mi sorusunu akla getiriyor? Bakınız art arda kümelenmiş bir rekabet sistemi, gözleri ve beyni cıvık renklerle patlatmış bilimkurgu temalı şeylere yoğunlaştıkça, ilgililerin duygu seremonisini yitirmemesi mümkün değil. Bu ‘’her halükârda bozulacaktı’’ argümanını dolaştırmak, sağlam bir ayağa sakat olduğuna inandırmak gibi bir şeydi. Ya da modern öncesi dönemin de halen revaçta olması bu sebepten ötürü değil miydi?

Sözü fazla uzatmadan gelecek yazılarda görüşmek üzere. Sonrasında birkaç canlı taştan bahsedip yine sanat ve eğitim konusuna dair vurgular yaparız umarım.

Kaynakça

James Monaco, Bir Film Nasıl Okunur? (Çev. Ertan Yılmaz), Oğlak Yayınları, İstanbul 2002.