“Tiyatro, şiir, resim, dans, müzik vardı. Bundan sonra sinema var. Ve sinema Nicholas Ray’dir.” Bu sözler Jean-Luc Godard tarafından 1957 yılında yani Nicholas Ray’in “Asi Gençlik (Rebel Without A Cause)” filminden iki yıl sonra söylendi.
Başrollerinde James Dean ve Natalie Wood’un yer aldığı 1955 yapımı film, büyüme “sorununu” döneminin Amerikan gençliği üzerinden anlatıyor. Film, Amerikalı yazar ve psikolog Robert M. Lindner’in 1944 tarihli “Rebel Without a Cause: The Hipnoanaysis Of a Criminal Psychopath” kitabından uyarlanmıştır. Film her ne kadar Türkçe’ye Asi Gençlik olarak çevrilse de filmin orijinal adının “Rebel Without A Cause” yani “Sebepsiz Bir İsyan” olduğunu görüyoruz. Filmin hem Türkçe’ye çevrilmiş adı hem de orijinal adının ailelerinin gençlere olan bakış açısıyla konulduğunu söyleyebiliriz. Çünkü filmi izledikçe gençlerin isyanının nedensiz olmadığını, ailelerinin hassas ve kafası karışık çocuklarını anlamaktan çok uzak olduğunu anlıyoruz.
Asi gencimiz Jim, daha önce yaşadığı yerlerde kendisine arkadaş bulamamıştır. Ailesi de çözümü sürekli taşınmakta bulur. Bu yolculukta son durak Los Angeles’tır.
Jim, küçük yaşına rağmen içki içtiği için karakola götürülür. Karakolda ertesi sabah Dawson Lisesi’nde yollarının tekrar kesişeceği iki genç daha vardır: Şiddet sorunları olan John (Plato) ve babasının artık kendisini sevmediğinden şikayetçi Judy de ailelerini beklemektedir. Jim hem kırılgan hem sert, hayat hakkında kafası karışık öfkeli bir gençtir. Judy ise ailesinden özellikle babasından koşulsuz sevgi isteyen bunu bulamayınca etrafındaki güçlü erkeklere karşı bağlılık geliştiren, kendisi de güçlü görünmek için kaba davranan bir gençtir. John yani Plato ise kimsesizlikle boğuşan, aile isteyen, korkuları olan bir gençtir. Bu üç genç kendi ailelerinden alamadıklarını birbirlerine vererek yeni bir aile kurmaya çalışır.
Polis gençlerin ailesini arar. Jim’in annesi, babası ve büyükannesi karakola gelir. Ailenin karakola gelmesiyle beraber Jim’in asi tavırlarının nedeni yavaş yavaş anlaşılır. Jim’in gözünden ailesine bakacak olursak sorumluluk almayan, gerçeklerden kaçan, suçu hep başkasında arayan annesini, karısına ve dünyaya karşı herhangi bir cesaret göstermeyen babasını, bir köşeye çekilip herkesi sürekli eleştiren büyükannesini görürüz. Jim’in babasını görür görmez onu yüksek bir koltuğa oturtup ona saygı göstermesi, annesinin ve büyükannesinin sürekli konuşması, babasını annesine karşı gelmediği için suçlaması, Jim’in bu tabloya bakıp sinir krizi geçirmesi ve “Beni parçalara ayırıyorsun! Sen bir şey söylüyorsun, o başka bir şey söylüyor ve herkes tekrar eski haline dönüyor.” demesi, onu anlayan tek kişinin aileye yabancı polis memurunun olması bize filmin ilerleyen bölümlerine dair ipucu verir.
Filmde liseli gençlerin aileleriyle, kendi akranlarıyla, toplumla yaşadığı çatışma ve bunun sonucunda ortaya çıkan sosyal dışlanmışlık ile yalnızlık gençlerin bakış açısından ele alınıyor. Eğer filmi bir sahneyle özetleyecek olsaydım John, Jim ve Judy’nin sırasıyla “Hatta -çocuklarla- konuşmazsınız.”, “Kimse çocuklarla konuşmaz ki.”, “Sadece onlara bir şeyler söylerler.” cümlelerinin geçtiği, Jim ve Judy’nin karı koca rolü yaptığı sahneyi kullanırdım. Anne ve babalarımızın da bir zamanlar çocuk olduğunu hem anne babalarımızın hem de bizim hatırlamamız gerekiyor.
Jim Jarmusch, Nicholas Ray’in sinemasını şöyle anlatıyor: “Nick Ray’in duygusal manzaraların büyük bir mimarı olduğunu düşünüyorum ve onun filmleri sinema tarihindeki en zarif ve düşünceli armağanlardan bazılarını içeriyor.” Filmde, gerilim ve aksiyonun içerisinde duyguların büyük bir sakinlikle anlatılmasını seyredince Jim Jarmusch’un sözlerini daha iyi anlıyorsunuz.
Filmde belki de büyüme sorunlarının gölgesinde kalan konulardan birisi de aile içindeki anne baba ya da daha geniş açıdan bakarsak toplumdaki kadın erkek rolleri. Filmin yapıldığı yıllarda modern Amerikan toplumundaki sorunlardan dolayı “kadın egemenliğini” suçlayan fikirler var. Film, içinde bulunduğu dönemden bu anlamda etkileniyor.
“Erkek olman gerektiğinde ne yaparsın?” Jim Stark, babasına bu soruyu sorduğunda babası takım elbisesinin üzerine giydiği fırfırlı önlükle karısına hazırladığı yemeği döktüğü için yerleri temizlemektedir. Jim’i tam olarak dinleyemez çünkü karısı görmeden ortalığı toplaması gerekmektedir. Jim’e göre babası cesur olmalı, annesine sözünü geçirebilmeli, zor zamanlarda zor kararları tek başına almalı, annesi ise uysal, anlayışlı, koşulsuz seven birisi olmalıdır.
Jim’in genç yaşına rağmen gösterdiği cesaret, etrafındakilerin ona cesaretinden dolayı hayran olması, Judy’nin ise tüm sevecenliği ile onun kararlarını desteklemesi anlayış göstermesi çocukların hayal ettiği aileyi yaşatmak istediklerini gösteriyor.
Filmin çoğu sahnesi günümüz gençlik sorunlarını anlatan filmlerde ve dizilerde hala karşımıza çıkan kült sahnelerden. Jim karakterine hayat veren James Dean’in filmin 1955’te gösterime girmesinden bir ay önce genç yaşında bir trafik kazasında ölmesi ise filmin ünlü sahnelerinden gençlerin çalıntı arabalarla oynadıkları tehlikeli “korkak tavuk” oyunu sahnesini akıllara getirmiştir. James Dean genç yaşında, Jim karakteriyle, kırmızı montu, beyaz tişörtü ve botlarıyla kendi dönemindeki gençler arasında bir model haline gelmiştir.
Jim, Judy ve John’un hayali ailesini izlerken hangi kıtada hangi dönemde olursa olsun insanların aynı süreçlerden geçtiğini görüyorsunuz. Ece Ayhan’ın “Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler” cümlesini anlıyorsunuz. Suçlamak kolay, anlamak zor. Film her ne kadar gençlerin bakış açısıyla ele alınmış olsa da sürekli ailelerimizi ya da başkalarını suçlarken bizler kendimizi anlamaya ve anlaşılmaya kapatıyor olabilir miyiz diye de düşündürtüyor.