Sinema Tarihinin En Güzel Altı ve Beş Dakikaları yahut Orson Welles’ten Wim Wenders’e, Don Kişot’tan Çocuklara, Hegel’den Agamben’e Hakikat’in Serüveni
Bruno ve Robert sinema ekipmanlarını onararak dolaştıkları kasabaların birinde hoparlör taşıyarak sinemanın bahçesine girerler. Bahçede çocuklar vardır ve görevli onlara içeri girmelerini söyler. Çocuklar sabırsızlıkla film gösterimini beklemektedir salonda. Gösterimin başlaması için yarım saatlik bir gecikme daha söz konusudur. Bruno ve Robert beyaz perdenin ardında çalışmaktadır, önünde çocuklar… Görevli çocuklara sessiz olmalarını ve beş dakikalık bir tamir işinin olduğunu söyler, memnuniyetsiz bir uğultu…
Bruno iki ayaklı merdivenin üzerine çıkar ve tamir işine koyulur, Robert belki sessiz sinema döneminde çalınan bir piyanonun başına geçer ve tuşlara basar. Çocukların uğultusu artık gürültü derecesinde artar, görevli susturmayı pek başaramaz. Yerinden kalkan Robert projeksiyon lambasıyla oynar ve lamba yanar, ani ışıkla Bruno merdiven üzerinde sendeler ve elindeki çekiç düşer, düşmemek için tutunurken Robert’ı ışıkları söndürmesini söyler. Robert ise yanına yaklaşarak el işaretleriyle perdenin önündeki çocuklara bir gölge sineması oynamalarını teklif eder, sessizce anlaşırlar ve film başlar. Çocuklar için ise ışıklar yandığı andan itibaren zaten başlamıştır film, uğultularıyla ve gülmeleriyle devam ederler. Perdede olan bitene bakan görevli de sahneden sessizce iner ve o da izlemeye koyulur. Robert, Bruno, merdiven, piyano, şemsiye, belki Şarlo şapkası, çekiç, belki iki elde çevrilen üç elma, asılı bir ip, sallanmalar, düşmeler kalkmalar… Çocukların neşeli çığlıkları ve alkışları… Işık, gölge ve perdeyle filmden önce başlayan film… Hayaller ve anlamlar için bir ışık ve işaret…
Giorgio Agamben, Orson Welles’in Don Kişot filminde geçen sahne için “sinema tarihinin en güzel atı dakikası” nitelemesini kullanır.¹ Don Kişot, sinema salonunda perdede zor bir durumdaki kadını kurtarmak için kılıcıyla sahneye atılır ve düşmana saldırır, diğerleri için bu saldırı perdeyedir tabii ancak hâlâ özgür bir hayal gücünün etrafında şekillenen bir zihin için perde açılır bir yüzeydir de. Don Kişot bir basamak atlamıştır, Ezop’un köpeğinden bir adım daha öteye belki de…²
Don Kişot perdede ahşap bir çerçeveden başka bir şey bırakmadığında ve her şey bittiğinde onu delicesine alkışlayanlar çocuklardır. Filmin bu sahnesinde perdedeki film, perdenin önündeki Don Kişot’un da dâhil olduğu başka bir filmdir artık, yeni duruma kolayca adapte olurlar, film salt perdeden ibaret değildir.
Wim Wenders’in Zamanın Akışında filminde olan bitende ise çocuklar perdenin ardında ilk ışık ve gölgeden bir filme zaten başlamıştır, hayallere uymayı bilenler yahut sanatın ne olduğunu bilenler için. Yaşlı kadının babasının söylediği gibi belki: “sinema görme sanatıdır”, görmeli o hâlde, bir şey yalın olduğu kadar etrafında olan biten ve onunla olan her şeyledir ve o şey olduğu şeyden başka bizimledir ve bizim ona baktığımızladır da. Bruno ve Robert’e düşen film başladıktan sonra sessiz sinemayı yeniden yaratmaktı. Dile düştüğünde eksilen, metne/esere dönüştüğünde daha da eksilen anlamlar karmaşası içinde her şeyiyle kurucu olan hayal gücü ve özgür yaratma yetisi tutunacak tek dalımız, çocuklar ise gür ormanlar gibiler daha… Yeniden kurmalı tüm yaşamsal ateşiyle…
Filmdeki bir sahnede Robert’in Bruno’ya şu söyledikleri belki daha anlaşılabilir kılar söylediklerimizi: “Benim hastalarım olmaz. Ben çocukların okuma yazma öğrendikleri ilk aylara ilişkin araştırma yaparım… O çağlarda, her figür, her harf ayrı bir maceradır. Sonradan, yazmak rutine dönüşünce, fanteziler de kaybolur. Ve sadece bir problem varsa, bu fantezi devam eder… Bir oğlan vardı. Satırları yol olarak görürdü. Her harf bir motosiklet sürücüsüydü ve motosiklet ise kalemi. “i” ve “e” hep beraber yolculuk ederdi. “i” zeki ve keskindi… Mesela, “e” de aptal ve tembeldi, bir sahtekâr, yeraltında yaşayan kötü bir günahkâr. Zalim, hem de olabildiğince… Bazen aklıma İngilizce sözleri olan bir melodi gelir. Ama sözlerin ne olduğunu düşünmezdim. Bir keresinde bir kızla tartışırken, kafamda yine aynı melodi çalıyordu. Hatta o bana bağırırken bile… Sonra dışarı çıktığımda, yürürken, sözleri de hatırladım: Bir kadın var kalbimde, zalim, hem de olabildiğince.” ³
Yeniden kurmak için reddetmeli, kurucu bir faillik için, öyle uzaklaşmaya gerek yok bunun için, olduğumuz yerde, olan şeylerle, kendimizle ve dilimizle. Dil hayallerimizin aracıdır da ölü ifadelerimizin aracı olduğu kadar. İhtiyacımız olan şey yine kendimizde, belki bir çocuk defteri Robert’in takas ettiği gibi, içine gördüğü her şeyi (nesne ve durumlar)yazar çocuk. Yazanlarda ölü kavramları değil çocuğun görebildiklerini okuyabilecek bir kurucu bakış ihtiyacımız…
Agamben, “Sinema Tarihinin En Güzel Altı Dakikası”nı şu sözlerle bitirir: “Hayallerimizle ne yapmamız gerekir? Onları sevmeli miyiz, hayallerimize onları yok etmemizi gerektirecek ölçüde inanmalı mıyız, onların gerçek olmadığını mı ispatlamalıyız (Orson Welles sinemasının anlamı belki de budur). Eninde sonunda, boş oldukları anlaşılınca, tatmin edilmemiş oldukları anlaşılınca, onları meydana getiren hiçliği gösterdiklerinde, işte sadece o zaman onların hakikat değerini azaltmalı ve – kurtardığımız- Dulcinea’nın bizi asla sevemeyeceğini anlamalıyız.”
Wenders’in Zamanın Akışında filminde geçen bu sahne de belki sinema tarihinin en güzel beş dakikasıdır, altı dakika olmaksa Don Kişot’un büyüklüğüdür belki de. Hakikat ve değeri ise şaşmaz biçimde bizimle ilişkilidir yine; hakikat kendi başına değil, bizim her şeyle ilişkimizin içindedir, Hegel mirası, kurmalı… Yüzlerce yıl sonra Don Kişot bir perdede, perdenin önünde yine dirilir. Filmin içindeki filmde çocuklar kendi filmlerini yaratır.
(1) Giorgio Agamben, Dünyevileştirmeler-Sinema Tarihinin En Güzel Altı Dakikası, Monokl Yayınları, s.159-160
* Okumak için https://www.izdiham.com/giorgio-agamben-dunyevilestirmeler/
(2) “…Ezop’un ‘sudaki yansımada yakalamak amacıyla ağzındaki et parçasını bırakan köpek’ hikâyesini hepimiz biliriz. Bununla birlikte yine de biz, yanlış konusunda aşırı şekilde keskin bir yargıda bulunmamalıyız. Sembolik referanstaki yanlış, zihinsel sürecin başlangıç safhalarında hayal gücünün özgürlüğünü geliştiren disiplindir. Ezop’un köpeği etini kaybetmiştir ama özgür bir hayal gücüne giden yolda bir basamak atlamıştır.” (Alfred N. Whitehead, Sembolizm Anlamı ve Etkisi, Fol Kitap, s.41)
(3) Wim Wenders, Im Lauf der Zeit, 1976
* Orson Welles’in 1955’te başlayıp bitiremediği Don Kişot filminden ilgili sahne için bkz.