“Barton Fink” 1991 yapımı bir film olup noir-dram filmleri arasında “kült” kategorisine dahil edilebilecek bir eserdir. Ünlü yönetmen Joel Coen ve Ethan Coen tarafından yazılıp yönetilmiştir. Sinematografi koltuğunda üstat Roger Deakins, besteci olarak yine Coen filmlerinden bildiğimiz Carter Burwell görev almaktadır. Filmimizin senaryosunun yazılma yolculuğu ise benim filme olan ilgimi oldukça artıran bir unsurdu; Coen kardeşlerin Miller’s Crossing (Miller Kavşağı) filminin senaryosunu yazarken yaşadıkları zorlu süreç ve ilham krizi onları başka bir projeye adım atma fikrine yönlendirdi. Miller’s Crossing (Miller Kavşağı) senaryosunun yazımına ara verip yaklaşık 3 hafta gibi kısa bir süre içinde “Barton Fink” adlı filmimizin senaryosunu yazmayı tamamlamışlardır. Hatta Coen kardeşler bir röportajlarında da bu konuya şöyle bir espri ile yanıt vermişlerdi: “Kimi filmler insanın kafasına bir bütün olarak gelir, biz Barton Fink’i geğiriverdik”. Yaşadıkları zorlu süreçleri sürreal bir şekilde alanında David Lynch ile beraber ustalaşmış olduğunu düşündüğüm Coen kardeşler harika bir şekilde beyazperdeye taşımayı başarmıştır. Miller’s Crossing (Miller Kavşağı) senaryosunu yazarken Hollywood’un ticari baskılarını kendilerinin yine ustalaşmış olduğu kara komedi harmanıyla beraber “Barton Fink” adlı eserimize başarılı bir şekilde aktarmayı başarmıştı. Filmimiz, Amerikalı bir oyun yazarı olan Barton Fink’in yaşadığı tuhaf ve karanlık bir dönemi anlatır. “Barton Fink“, başarılı bir sinema okur yazarlığı örneği olarak kabul edilir ve tecrübeli bir izleyici kitlesi gereksinimi duymaktadır. “Barton Fink” 1991 yılında Cannes Film Festivali’nde film eleştirmenlerinin oldukça olumlu eleştiriler almasının yanı sıra başarısını Altın Palmiye (En İyi Film) ödülüyle taçlandırmıştır.
Filmimiz, 1941 yılında New York’ta geçmektedir. Başlangıç jeneriği sırasında isimler akarken daha sonrasında değineceğimiz sürreal sembollerimizden birisi olan otel koridorlarında gördüğümüz duvar kağıdı tanıdık gelecektir. Baş karakter Barton Fink’i John Turturro canlandırır. Barton Fink, New York’ta yazarlığını yaptığı oyununun sahnelenmesi sonrası kendisini tatmin etmeyen fakat olumlu eleştiriler ve Garland’ın (menajer) tavsiyesi üzerine Capitol Pictures’ın yöneticisi Jack Lipnick (Michael Lerner) ile görüşmeye gider. Ve Barton’un bu noktada klostrofobik otel odasında ve koridorlarında zamanını ilham krizi ve ikonik insanlarla olan komplike ilişkilerinde harcayacağı bir sürece girdiğini söylemek mümkün olacaktır.
Filmin ana teması ve işlemek istediği, yaratıcılığın, gerçekliğin, algısal karmaşıklığın tuhaf ve karanlık bir dünyada nasıl gerçekleşeceğidir. Öyle ki Barton Capitol Pictures başkanı ile görüştüğünde başkan ona Hotel Earle’e yerleştiğini neden daha iyi bir yere yerleştirilmediğini sorar ve seni daha iyi bir yere yerleştirelim teklifi sunar fakat Barton bu teklifi hemen geri çevirir çünkü o otel onun için “Daha az Hollywood” kalıbına uygun bir konumdadır fakat farkında olmadığı ya da olmasına rağmen bunu, sıradan insanlara sunmak istediği, sıradan insanlar tarafından yapılan başarılı bir oyun pahasına göz ardı etmiş olduğu bir durum vardır: Yerleştirildiği Earle Hotel’in sloganı “Bir gün veya ömür boyu” olması bir kapan fragmanı ya da cehennem tasviri yapmaktadır, bunu yine Coen kardeşler aynı zaman diliminde gerçekleştirilen röportajlarında Teksas’ta çekilen bir diğer Coen kardeşler filmi olan Blood Simple’ın çekimi sırasında konakladıkları otelin bir büyük bir etkisi olduğunu şöyle dile getirdiler: “Şöyle düşündük, ‘Vay, Cehennem Moteli’. Hani, dünyadaki en garip otelde yaşamaya mahkum edilmiş gibi”. Yerleşmiş olduğu otel odası oldukça soluk renklere hakim kasvetli bir atmosfere sahiptir ki bunu en iyi “klostrofobik” kelimesiyle özetlemek mümkündür. Odasında hatta tüm otel duvarlarında filmin jenerik kısmında gördüğümüz duvar kağıtları yer almaktadır fakat bu duvar kağıtları filmin ilerleyişi ile beraber sökülmeye başlar ve devam eder, bu durumun Barton’un ilişkilerinde ve ilham krizinde ortaya çıkan sorunlarla paralel bir sembol olduğu kanaatindeyim fakat basite indirgendiğinde sıcak ve nemden sökülebildiğini söylemek de mümkündür. Boğucu ve renkten yoksun otel odasında tek canlı diyebileceğimiz kendini belli eden renge sahip dekor ise sahilde denize karşı oturan arkasından gördüğümüz bir kadın resmidir. Filmimizde bu resim ile ilgili sürreal sembol oyunları sık sık tercih edilmektedir; sahne geçişleri sırasında duyulan denizin öfkeli dalga sesleri, olması gerektiğinden daha fazla kareye sahip olan bir obje sıfatını kazanması gibi durumlar, filmin içinde tablonun adeta bir oyuncu gibi kendi varlığını her an hatırlatılması tercih edildiğinden meydana gelmiştir.
Barton’un yan odadaki komşusu Charlie (John Goodman) ile olan ilişkisi filmin psikolojik gerilim seviyesini ve aynı zamanda gizemli karakteri seyirciyi ekrana bağlamakta oldukça büyük bir rol oynamıştır ve eklemeden edemeyeceğim John Goodman’ın bir çok performansını izleme fırsatım oldu fakat bu filmde gerçekten karakterinin arkasındaki yüzü görebilmem mümkün olmadı ve filmde de amaçlanan şeylerden biri de Charlie’nin karakterinin sonuç aşamasına gelinceye kadar ele verilmeyişidir. Filmimizde otel sakinlerini görmemiz pek mümkün olmamaktadır, filmin giriş kısmında gösterilen uzun otel koridoru çekimi esnasında her odanın önünde bulunan çifter ayakkabıları görmüş olsak da otel sakinlerini görmemekteyiz. Bizim için sadece Barton, Charlie, film içinde saniyeler kadar gördüğümüz fakat benim o saniyeler içinde aklıma kazınmayı başaran asansör görevlisi ve Chet (Steve Buscemi) isimli resepsiyon görevlisi vardır. Coen kardeşler zaten beyaz perdede saniyeler kadar görmenize rağmen aklınıza kazınabilme kapasitesine sahip küçük ama akılda kalıcılığı çok büyük karakterler yaratabilme yeteneğine sahiptir. Filmin sonuç kademesinde Barton’un yanında geceyi geçiren ve aralarında duygusal bir bağ başlangıcı olan kadın zamanında idol olarak gördüğü ve hayranlık duyduğu yazar W.P Mayhew’ın eşinin ta kendisidir (Audrey Taylor), aniden ölü bulunan kadının cesedinin ortadan kaybolmasına yardım eden Charlie kısa bir süre sonra ortadan kaybolur LPD tarafından Charlie’yi araştırmak için gelen memurlar Charlie’nin gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını sağlamıştır ve Barton’un kendine hem ilham hem de zorluk kaynağı olan otel odası komşusu, güreş partneri Charlie hakkında endişeyle sarılı bir hayal kırıklığı yaşadığı söylenebilir. Charlie’nin otele geri dönmesiyle ve o esnada LPD memurlarının da otelde bulunduğu zaman aralığıyla paralel olarak otel duvarları yanmaya başlar. İşte bu noktada Barton’un ilişkileri ile duvar kağıtları arasında bir paralel aksiyon olduğunu söylemek mümkündür. Benin için filmin en ikonik sahnelerinden biri olan dar uzun otel koridorunda çiftesiyle “I will show you the life of the mind!” (Sana zihnin yaşamını göstereceğim!) haykırışlarıyla koşan Charlie’yi takip eden alevlerin gösterildiği sahnedir. Hem görsel olarak hem de algısal olarak beni etkileyen bir sahnedir. Yangına rağmen otel sakinlerini hala görememiş olmamız ideal bir sürreal sembolizmin başarılı bir örneğidir. Kapanışa yakın segmentlerde ise Barton’u otel odasında denizi seyreden kadın resminin adeta içinde olduğu bir sahneyle büyüleniriz. Aynı bedensel pozda bulunan kadını gören Barton kadının gerçeklik algısını kavrayamamıştır çünkü o da “karenin” bir parçasıdır. Bu noktada algısal ve gerçeklik karmaşasının başrol oyuncusu otel odasında bulunan bu resim olduğunu söylemek mümkündür.
“Barton Fink” özetle sürreal sembolik öğe ve üstü kapalı tasvirlerle donatılmış bir film olarak adlandırılabilir fakat bununla sınırlı kalmayıp bu sürreal semboller ve tasvirleri, filmi analiz etmek ve anlamak için derinlikli bir şekilde yorumlamak gerektiren Hollywood’un cehennemsi tarafını yansıtan ve Barton’un zihninin yaşamına tanıklık ettiğimiz sinemaseverlerin ve özellikle sürreal ya da artık Coen tarzı diyebileceğim filmleri seven kişilerin kesinlikle deneyimlemesi gereken doruk noktada bir noir dram ve kara komedi örneğidir.