Home > İnceleme - Analiz > In Bruges: Şehre Gelen Hikayeler

In Bruges: Şehre Gelen Hikayeler

‘’Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya biri bir yolculuğa çıkar ya da şehre yabancı biri gelir’’

Uzun süredir yeni bir şehre geliyorum ve yine uzun süredir bir yolculuğun içindeyim. Bu süreçte hiçbir şey elde etmediğim gibi üstüne bedenime epey yorgunluk çöktü. 6 saatten fazla uyuyamayan, hiçbir kazancım olmayacağı halde hayatla inatlaşan, yapacağım işleri kestirip atmaktan çekinmeyen biriyim. Vicdanım sol göğsümü gıdıklayıp duruyor fakat bedenim buna kıkırdayıp geçmekle yetiniyor. Anadolu’nun hiçbir işe yaramaz, solgun renkli, kimliğini bulamamış ve bulmak için çabalamayan, kır mı yoksa kent mi olduğunu kendi bile bilmeyen ücra bir köşesinde sadece duruyorum. Yaşamak etrafımda dönüp dururken izleyemiyorum bile. Bazen gri bulutları mızrakla delmişçesine güneş hüzmesi yüzüme vurduğunda bunda 10 yıl önceki ben aklıma geliyorum. Kafamın içinde eski yaşama motivasyonumu yakalayacak gibi olduğumda elimden alınmış olan kendimi izliyor gözümü yere dikip sokak boyunca yürüyorum. Bir aileye, sıkı ve kalabalık arkadaş gruplarına, düzenli akran buluşmalarına, akraba ziyaretlerine alışkın olarak yetişmedim ve şimdi bunlara son iki yıldır sahip olduğum için afallamış durumdayım. Meğerse beni ben yapan şey o gün yaşadığım ve çok şikayet ettiğim mutsuzluğummuş. Meğer çalışma azmim, hareket kabiliyetim, bilincim, akıp giden cümlelerim ve şimdi aklıma geldikçe hayran kaldığım eski fikirlerimin altında yatan biricik sebep mutsuz olmam. Fakat içinizde psikolojiyle ilgilenenler varsa bilecektir ki bugün geçmişe karşı bu ritüel duruşun esas sebebi yine özbilincimin benimle olan kaygılı alayıdır. Bilmek beni eyleme geçirmiyor gibi duruyor olsa da kendimi dışardan izlediğimde sürekli devinim halinde olan göçebe bir hayvan gibi sürüklenip durduğumu görüyorum. Geçmişe özlem duyma sebeplerim bugün yaşadığım şımarıklıktır. Ben bir hikayeyim şehre gelen ve yola çıkan kimseyim tıpkı In Bruges filmi karakterlerinde olduğu gibi. Farklılıklarımla kendimim. Belki de cehennem budur hayatın geri kalanını bu Anadolu şehrinde bu bedenin içinde yaşamak…

Bazı yönetmelerin parlattığı hali hazırda biliyor olmamıza rağmen üstüne güneş ışığı ve optik tutarak içimizde o şehri görmeye dair yangın çıkaran şehirler vardır Brüj bunlardan biri…

Hikayemiz Brüj kentinin ortaçağ manzaraları eşliğinde eserin prototipini yaratarak başlıyor. Kiralık katillerin başarısız cinayet kontratının üstüne patron ”peri masalı gibi’’ olan şehre gitmelerini söyler. Burada ne kadar kalacaklarını ve ne yapacaklarını bilmeden bir sonraki emri bekleyen Ray ve Ken şehre bir yabancı olarak gelip eşsiz ortaçağ mimarisi, su kanalı ve atmosferi eşliğinde kalemin kağıda değdiği noktada yepyeni bir hikayenin karakterleri olurlar.

ÜÇ BÜYÜK GÜNAH: HUYSUZ OLMAK, MATEMATİKTE KÖTÜ OLMAK, ÜZGÜN OLMAK

Bir film noirden bekleneceği üzere kötüler ve iyiler çarpışır fakat burada eser bize kendine has mizah anlayışıyla kötüler ve daha kötülerin çarpışmasını veriyor. Masum rolünü sadece çocuklar ve çocuksu olan karakterlere bırakıyor. Önce ölen çocuk daha sonra köpek, hamile kadın ve cüce. Karakterlerin gelişimini kötüden iyiye veya iyiden kötüye evrimleşmesiyle değil bulunduğu noktadan çocuksu masumluğa doğru aldığı diyoganal yol ile izliyoruz. Bir çocuğu öldürdüysen bir sonraki çocuğu kurtararak hayata tutunabilirsin ve en yakın olduğun çocuk seninle birlikte büyümemiş olan ruhunda yaşayan. Bundan 10 yıl evvel yaptığında hayatının en kapsayıcı hatası olan durum artık gündelik yaşantının parçasıdır. O kadar ki bu günahlarına aldırıp bakmıyorsun bile. Kötü konuşmak günah, kötü düşünmek günah veya işinden kaytarmak günahken birden bire insan öldürmek günah, kendini öldürmek günah durumuna geçmiş, standartlarını yükseltmiş içindeki çocuğu alçatmışsındır. Eser birçok Avrupa ve Amerika politik eleştirisiyle birlikte olağan yaşantının zorluklarını yaşama mücadelesinin soyut ve somut bağlarını sert bir biçimde sunuyor. Avrupa’nın en çok savaş, yıkım ve katliam görmüş kentinde bir katilin bir başka katilin hayatına olan dokunuşunu izlediğimiz bu eser aynı zamanda coğrafya ayırt etmeksizin herkese bir parça kendisinden ikram ediyor…