“Ben değişken bir ziyafetim. Hepimiz öyleyiz.”
Yorgos Lanthimos’un sinema dünyasını adeta sarhoş eden son filmi Poor Things hayatı ve ruhu tamamen manipüle edilmiş bir kız ile ona bunu yapan adamın arasındaki gerçek (!) sevgi ve sadakat ilişkisini anlatan bir film gibi başlar. Siyah beyaz bir hikaye izleriz. Bella Godwin Baxter’ın “Onun için eğlenceli bir dünya yarattım” diye bahsettiği evden ve hayattan uzaklaşınca film pastel renklere kavuşur.
Nişanlısıyla evlenmeden önce çeşitli serüvenler deneyimlemek ve hayatını yaşamak (vivre sa vie) isteyen Bella çapkınlığı nam salmış avukat Duncan ile bir maceraya çıkar. İlişkileri ilerledikçe Bella’nın özgür ve isyankar ruhu Duncan’ı rahatsız etmeye başlarken Bella da Duncan’ın “medeniyet dolu” davranış kurallarından boğulur. Bella’nın zihinsel olarak hala çocuk olduğu dönemde Duncan’ın ondan daha çocukça davranması ve Bella’nın bu davranışları anlamlandıramaması kadın erkek ilişkilerine güzel ve eğlenceli bir bakış açısı sunar.
Kurtuluşun ve mutluluğun uzun süre boyunca başka bir adamda olduğunu düşünen Bella; her seferinde kendisine saygı duymayan erkekleri kendine eş seçerken, birlikte olduğu her erkekle biraz daha kendisini oluşturur ve en sonunda kendi gücü ve kadınlığının farkına varır. İsyankar ruhu gün geçtikçe daha da cesaretlenir ve en sonunda bu adamlara baş kaldırır.
Cinselliği ve yetişkin olmayı oldukça freudien bir bakış açısı ile ele alan film erkekler dünyasını, erkekliği (gerek düşüncesel gerek fiziksel bakımdan) gülünç ve eksik yönlerini öne çıkararak gösterir. Diyebiliriz ki Poor Things dünyayı keşfeden bir kadının bir feministe dönüşüp hayatını buna göre kurmasını anlatmasının ötesinde bir feminist çıkış noktası ile yazılmış. Bella’nın bir erkek cesedinin penisi ile oynadıktan sonra kafasını şişlediği sahne aslında filmin başından her şeyi (ve Bella’nın aşk/sevgi ilişkilerinin varlığını) anlatır. İfade etmek istediği feminizmi anlatmak yerine semboller ve alt metinler aracılığı ile aktarmayı seçmiş olması Poor Things’i başarılı kılan en önemli ögelerden birisi.
Bella Baxter dünyayı tanımayan bir çocuktur. Dünyayı keşfedişin sihri théâtral atmosfer ile sembolize edilir. Yönetmen Lanthimos idealize bir dünya yaratır ve bu masalsı dünya seçiminde The Favourite’ı aratmaz. Bu dünyada ilk defa kendi başına dışarı çıkan Bella’nın gördüğü şey şeker ve şiddet olur. Film Bella’nın keşfedişi aracılığı ile dünyanın tuhaflıklarını, ucubeliğini ve acısını anlatır.
“Medeni toplum insanın ruhunu mahvediyor.”
Bella büyüdükçe ve dünyayla etkileşim içine girdikçe bir türlü kavrayamadığı ve ruhunu sınırlayan medeniyet kavramı ile karşılaşır. Bella, onun gözünde “birtakım davranışlar zorunluluğu” gibi görünen medeniyet ile çatıştığı yerlerde büyüyememiş yetişkin (pejoratif anlamda değil) olmanın tam olarak ne olduğunu gözler önüne serer. Bella’nın çocuk dünyası ve özgür ruhu, gerçek dünya ile zıt düşer.
Hikaye boyunca modern toplum ve insanın birçok olgusuyla uzlaşan Bella sadakatin hayati önem taşıyan bir şey olarak kabul edilmesi, cinselliğin ayıp ve kirli karşılanması, fahişeliğin kötü bir şöhretinin olması gibi detaylara bir mantık oturtamaz. Hatta fahişeliği vaktini bir sevgiliye harcama zorunluluğu olmadan, dünyayı keşfetmeye harcayarak seks yapabilme fırsatı olarak gördüğü için oldukça sever.
Son perdede Bella eve geri döndüğünde ev halkı ondan fahişe diye bahseder. Çünkü başarmış ve özgürlüğünü elde etmiştir. Kadınların dahi ataerkil düşünceye sıkı sıkı bağlandığı o evde Bella başkaldıran ve hayatını yaşamayı seçen kadın olarak karanlık kabul edilir. Filmin sonunda Bella kendi kendini yaratmıştır. Poor Things ortalamanın biraz üstünde olan süresine rağmen senaryo yazımındaki tekniksel başarı sayesinde bir solukta izlenebilen bir film.