Dünya üzerinde Kuzey Kore, Türkmenistan veya Azerbaycan gibi ülkeler hariç tek bir Devletin veya milletin tamamıyla sosyal bütünlüğünden bahsetmek mümkün değildir. Bu sosyal karşıtlık veya rakip ideolojilerin birbirine karşı propaganda işleyişleri elbette farklı olması gerekecekti. Bunu tarih açısından farklı malzemeler şeklinde yorumlayanlar var olmuşsa da modern çağda adı göstergebilim, görüngü bilim ya da semiyotik olarak doğdu. Günümüzde Devlet başkanlarının dahi haftalık özetlerinin dizilerde işlenmesi de bunu daha iyi açıklar vaziyette. Bunun dışında kalanlar ise bilindiği üzere propagandalarını muhalif veya devrimci ekranda yansıtmaya çalışmışlardır. Basit şekilde vermek istedikleri mesajları medya üzerinden paylaşmak da modern çağın avantajları arasındaydı.
Gelecek akademik makalelere giriş olacak bu yazı sinemanın konu işleyişine kısaca atıflar yapacaktır. Bu sebeple yazı hali hazırda ülkemizde de canlılığını koruyan bir tartışmanın ürünü olarak ortay çıktı. Acaba sanat dalları veya sanatçı, kendi toplumunun veya bulunduğu sosyal ortamının dışında neyi icra edebilirdi? Türkiye, İran, Rusya veya Amerika’da işlenen sinema veya TV kanalları ulusal propagandanın dışına çıkamamakta. Bir de bu konu aralığında elitist propagandayı işlemekti amaç. Pek tabi Avrupa veya ABD’de işlenen ırkçılık ve emperyalizm karşıtı sinema veya kampanyalar daha çok tutulur vaziyette. Ancak dikkatle bakarsak, konu sonunda yine ulusalcılık çıkmak zorundaydı. Belki de bunu Türkmenistan gibi 24 saat boyunca Devlet başkanından farklı bir ekranı izlemek akla veya ruha bakmak daha farklı bir imaj verecekti modern insana. Fakat şimdilik öyle.
Sanata dair daha çok genel sosyolojilerin yapılması gerekli görülüyor. Fark ettiniz mi acaba sinema; sivri idealist sanatçılar hariç, var olduğundan beri ulusçu ve elitizm kurgusu dışında elle tutulur bir konu işleyemedi! Vilfredo Pareto’nun da dediği gibi ‘’Tarih, seçkinlerin durmadan yer değiştirmesinden başka bir şey değildir’’.¹ Zaten hali hazırda mevcut bültenler, gündem ve magazinler onların etrafında dönmekte. Özellikle dizi ve film sektörü her defasında yeni bir site ya da yeni bir perdeyle izleyiciye ulaşmaya çalışıyor fakat yeterli olmuyor. Ülkemizde yılda 200 dizi çekimi yapılıp 146 ülkeye ihraç edilmesi de ayrı bir soru işareti. Sanat adeta, 21. yüzyılda yozlaşmış popülizmin raflarında sergilenmiş durumda. Sanatın bugün düştüğü durum akıl almaz bir sosyal tedaviye muhtaç olduğu görülüyor. Bu metot aslında modern distopik rejimlerin hayran kaldığı bir şeydi. Hangi siyasal veya hâkim yapı kendi propagandası dışında sanatın kitlelere uluşmasını isteyebilirdi?
Şuraya dikkatle bakınız: gelenek sonrası dünya özellikle 2000 sonrası nesil bir şeyi fark ediyordu; sanata bireysel yönelim. Bunun karmaşık yapısını detaylıca anlamlandırmaya gerek olmadığını varsayalım. Zira problem çok basit: bilgi endüstrisinin yoğun kuşatması altında olduğu yerler, özellikle ekran ve marjinal kampanyalar dip gençlikte heyecan yarattı. İşsiz ve üçüncü sınıfın elit yaşayışının gerisinde kalmamak için kendini gösterebileceği tek mecranın sanal ekran olduğunu görenler, bu endüstri sahiplerinin mitsel bir hediye olarak sunduğu, bütün sınıflar arası katmanları eşit hale getirip çeşitli siteler dâhilinde birbirleri ile sanal da olsa aynı dünyada eşit mevkilere indirdiğini anlamadığı görülüyor. Ezilmiş sınıf artık gerçek dünyada olmasa da onlarla ekranda eşit olacaktı. Bu cezbedici hareket sosyal medya için geçerliydi tabi. Fakat kafa karıştıran bir konu daha var. Acaba sinema ve sanat programları daha nereye kadar bu zümrenin elinde oyuncak olarak kalacak? Aslında sivri sinema her defasında üçüncü sınıfı işlese de alt sınıfın bunu anlaması neyle mümkün olacaktı? İşte bütün düğüm burada belki de; bir ekran varsa elitizm ve seçkinlere ait olmalı; ağlayan veya taklitçi olan da alt sınıf olmalıydı. Acaba liberal elitizmin yıllarca devrimci sanata kaşlarını çatması da bundan ötürü değil miydi? Yeşilçam veya Latin Amerika sineması başarılı oldu mu olmadı mı bilemeyiz ama halen canlı toplumsal sinemayı yaşatanlar onlardı. Darbeler, kışkırtmalar hatta bugün dahi devam eden yasaklar veya iptaller bunun sonucuydu.
En nihayetinde tüm bunların dibinde yatan sebep: ‘’Efendim sinema veya sanat farklı bir şey işlemesin!’’ cümlesinde saklıydı. İyi de sinema ne işleyecekti? Alt sınıfın tepkisini yok eden elitist hâkim sınıflar; eşitsizlikler, yoksullar veya sosyal bunalımı sanatta bulamadığı takdirde gözlerindeki parıltı daha da canlanacaktı. Hiçbir hâkim sınıf karşıt propagandanın geniş kitlelere hitap etmesini istemez elbette.
Pekiyi o zaman sizler söyleyin; kaosun, sosyal dibe vurmuşluğun ve astronomik derecede eşitsizlik farklarını, mizahi ve yüksek duygusal sanat ile her açıdan her sınıfa ve zümreye ulaştırmayacaksa, o halde ‘’sinema’’ ne işlesin?
¹ Wilfredo Parato, Seçkinlerin Yükselişi ve Düşüşü, (Çev. Merve Zeynep Doğan), Doğu Batı yayınları Ankara, 2005, s.36.