Film: Gāv (The Cow) – İnek
Yönetmen: Daryuş Mehrcui
İtalya’dan İran’a
II. Dünya Savaşı esnasında Mussolini ve çetesinin İtalya’da oluşturdukları hegemonyadan sinema da nasibini almış, ‘Beyaz Telefon Filmleri’ akımı rejim tarafından başlatılmıştı. Esas amaçları halkı uyutmak olan bu filmler toplumun gerçeklikten kopmasına sebep oluyor, siyasi yozlaşmadan halkı kopartıp gündelik lümpenliklerine dönmesini sağlıyordu. Hollywood vari bir güldürü ve aşk teması üzerinden İtalya’nın burjuva sınıfı halka gösteriliyor sanki tüm İtalya halkları o şatafatlı hayatı yaşıyor gibi lanse ediliyordu. Kapitalizmin en ilkel getirilerinden biri olan ‘başaran başarıyor’ fikriyle İtalya halkı filmleri izledikçe yaşama şartlarını eleştiriyor Mussolini ve faşist rejimi için daha fazla ter dökerek o yaşantılara erişmeye çalışıyordu. Akıma ‘Beyaz Telefon Filmleri’ ismini veren yine İtalya halkının kendisiydi. Pejoratif bir nitelendirme olan bu isim her filmde gözüken beyaz telefonlar sebebiyle ortaya çıkmıştı. Yeni Gerçekçilik akımının tohumları bir grup sinema eleştirmeni tarafından CINEMA dergisinde atılmıştı. Mussolini’nin oğlu Vittorio’nun derginin başında olması sebebiyle politik yazılar yazamamışlar bununla birlikte Beyaz Telefon Filmlerini eleştirmeye koyulmuşlardı. Fransız Şiirsel Gerçekçiliğinden etkiler görülen İtalyan Yeni Gerçekçiliğinde artık sinema için yeni bir soru sorulmaya başlanmıştı…
‘’Sinemanın esas vazifesi nedir?’’
İlk eserleriyle birlikte stüdyolardan taşan akım sokağa, halkın arasına iniyor, parlak yıldız oyuncular yerine amatör oyuncular tercih ediliyor, ağdalı söylemler yerini sade ve yalın diyaloglara bırakıyordu. Esas olan toplum ve onun sorunlarıydı. Sinemanın vazifesi gerçeği gerçeklere izletmek olmalıydı. Has olan toplum ve yaşadıklarıysa çekilen eziyetler gösterilmeliydi. Toplumsal yaşam özveriyle gözlemleniyor, eleştiriliyor ve çareler aranıyordu. Savaş, siyasi çöküntü, yoksulluk ve ekonomik yıpranmaların yoğunlukta olduğu temalarla eserler üretmişlerdir. Rus Çarlık sinemasının kaderini yaşayan Mussolini sineması kaçışı olmayan bir devrimle sarsılmış oluyordu. Rusya’da 1918 yılının ilk yarısına baktığımızda filmlerin isimlerini ‘Aşkı Yaratan Kadın’, ‘Dağ Kızları’, ‘Genç Hanım’ olarak görünürken yılın devamında devrimle birlikte filmlerin isimleri de içeriği de değişmiştir. ‘Ekmek’, ‘Yeraltı’, ‘Ayaklanma’ gibi… Aynı kaderi şimdi İtalya sineması yaşıyor filmlerin isimleri, içerik ve biçimleri tepetaklak oluyordu.
Akımdan etkilenerek çekilen ve bugün merceğime aldığım Gav / The Cow / İnek filminin yönetmeni Mehrcui ise şöyle diyor: ‘’Gerçekçi sinemadan etkilendim. İlk öğrendiğim şey sadece gerçeğe, başkalarına değil kendine ait gerçeğe bakmak olduğuydu.’’
Ben Hasan Değilim
Bir su havuzunun etrafına kurulmuş köy ve içinde yaşayan insanlar. Havuz bir yansıma insanlarsa esas olanlardır. Toprak, su ve insanların oluşturduğu bu köy sanayileşme çabasından, şehirden uzakta kendi yaşantılarını sürdürmek, günü geceye çevirme motivasyonuyla süren hayatlarını yaşamaktadır. Hayvanları, yemekleri ve diğer tüm varlıkları Bolourir denen bir grup mülteci hırsız grubu tarafından yağmalanan köy halkı diken üstünde hayatlarını sürdürmektedir.
Köydeki tek ineğin sahibi olan Hassan yerleşkedeki süt kaynağını elinde tutmanın itibarıyla yaşamaktadır. Üstelik ineği hamile kalmıştır. Artı değerini katlayacak olmanın neşesiyle küçük yerleşkenin küçük tekeli konumunda bulunan Hassan bir gün şehre gitmek üzere yola çıkar. Hassan’ın gidişinin hemen ardından ineği ölür. Bunun hakkında komplo teorileri üreten köylü ineğin bir suikast girişimi sonrası mülteciler tarafından telef edildiğini öne sürer. İneği gömer ve Hassan’ın biricik aşkının ölümünü bir giz haline dönüştürmek isterler. Köyün ortasına su havuzunun yanına gömmelerine rağmen ineğin kaçtığını söyleyeceklerdir. İneğini canından öte seven, yıkayan, öpen, elleriyle besleyen Hassan buna inanmaz. Hassan’a söylemesin diye köyün delisini eski değirmene bağlamışlar işkencelerini meşrulaştırmak için ineğin ölümünü altyapı olarak kendilerine ve vicdanlarına sunmuşlardır. Hassan köyün tüm çabalarına rağmen ineğin ölümünü öğrenir ve yıkılır.
Hassan artık yılgın ve dünyaya karşı hoşgörüsüz tavırlardadır. Önce ruhu iki parçaya bölünür. Hem Hassan hem inek olarak İran’ın bir köşesinde her şeyden uzaktaki köyden ufka doğru uzanan kırları ineği gibi seyreder. Ahırda uyur, saman yer ve Hassan olduğunu reddeder. Zamanla konuşmaktan ve yemek yemekten de kopar. Mülteci hırsız grubun bir gece Hassan’ın ineğini çalmak için ahıra uğraması sonucu köylüler Hassan’ı çalacaklarını düşünüp ayaklanır artık onlar da Hassan’ın inek olduğunu kabullenmeye başlamışlardır. Burada başlarına gelen her olayı yaşamaya mahkum kılınan ve her şeyi normal karşılayan İran halkının resmi çizilmiştir. Gitgide gerçeklikten kopan Hassan’ı şehre sağlam gidenin kötü döndüğü yere götürmeye karar veren köylülerin elinden kurtulup kendini uçurum kenarından bataklığın içine atan Hassan tıpkı bir hayvan gibi kendini telef etmiştir.
Güzelliklerden uzak hakikatin peşinde yani hayat gibi kötü olanı araç olarak kullanan İran sinemasının başyapıtı eser ucuz melodramlardan kopup yeni bir Ortadoğu üslubu geliştirmeyi başarıyor. İnsanı irdelemek biz olabilmek ve aynı zamanda sanatı amaç edinebilmenin mümkün olduğunu bize gösterdi. Özne olma olgusunu yitirmiş bu toprakların insanlarına bir el uzatırken otoritelere eleştiriler yönelten eser rejim tarafından köylerdeki sefaleti ve yoksulluğu gösterdiği gerekçesiyle yasaklanmıştır. Buna rağmen film illegal festival serüvenlerine çıkarak hak ettiği gibi ödüllerle dönmüş bizler için yeni bir perspektif yaratmıştır.