Adını ilk kez duyduğumuz günden bu yana merakla merceğimize aldığımız Kurak Günler, Cannes macerasıyla bizleri oldukça sevindirmişti. Filmi izledikten sonra bu topraklardan çıkmış toplumsal gerçekçilik işlerinden en iyilerinden birine şahitlik edebildiğim için kendimi şanslı saymış hatta şımararak tarihe tanıklık ettiğimi söylemiştim. TURİZM bakanlığının sinema departmanından gelen sansür nedeniyle eser bir sanat filmi için hitap ettiği kitleleri de aşarak oldukça kalabalık bir toplulukla kavuştu. Yasası olmayan keyfi kararlarla eylemler yürüten bakanlığa karşı yasası olmayan bir filmle cevap veriyor Emin Alper. Yönetmenin filmlerinin en iyisi denilerek adlandırılan film bana kalırsa Anadolu sinemasının mihenklerinden biri.
I. BİR ÜLKE BİR OBRUK: KURAK GÜNLER
Anadolu’nun kurak bataklıklarında yerleşik lokal sağ akım takibinden ilerleyen ‘yanıklar’ ilçesinin susuz yaz öyküsüne tanıklık ediyoruz. Her feodal veya yarı feodal bölgede olduğu gibi burada da bürokratik çürümüşlük ve yozlaşma istikrarla ilerlemesini sürdürüyor, kendinden olmayan herkese pasif-agresif saldırılarla ve tabanı manipüle eden ucuz hamlelerle varlığını kokularıyla yaşatmaya çalışıyor. Obruklar yalnızca doğanın yarıkları değil kasabanın ve içindekilerin yerküre üstündeki yansımasıdır. Uzaktan bakıldığında tüm Anadolu köyleri gibi sıradan görünen, sorunları ve neşeleri de diğer mezralar gibi olağan duran bir yerleşimin içine girdikçe esas korkutuculuğunun diğer Anadolu ilçelerinin de bu yer gibi siyasi atmosferin dalgasına kapılıp güç bulantısına kendini teslim ettiğine şahitlik ediyoruz. Sağ akımın politikaları ve üslupları artık halkın içine o kadar karışmıştır ki her şeyi ve herkesi kendilerine karşı zanneden bir avuç köylü kendilerini dünyanın merkezinde en vazgeçilmez noktasında görmektedir. Şehirden biri gelir ve hoş karşılanır fakat normlarına en ufak aksi bir eylemi görülürse artık var olan ve olma potansiyeli taşıyan tüm günahların keçisi o kişi olacaktır.
Emre, çiçeği burnunda bir savcı olarak atandığı Yanıklar ilçesinde ilk vukuatı olan obrukları inceler. Obrukların peşi sıra su davası ve belediyenin yolsuzluklarının içinde bulur kendini. Taşra obruklarını açmış içine tüm iyi insanları ve güzellikleri dökmekte, çukurların üstünü kapatacak meşru bahaneler aramaktadır. Kızgın Türkiye ufukları, uçsuz Anadolu kırları ve bataklık manzaralarıyla klişe bir beklentiye girerek huzur beklentisiyle izlediğimiz eser bizi ilk dakikalarında kasabanın ortasında aracın arkasına bağlanıp sürüklenen bir domuzla germeyi başarıyor.
Genç savcıyı ziyaret eden kasabalı daha sonra eserin bize kendisini defaatle hatırlatacağı gibi imalar kullanıyor. Ziyaret folklorik bir okumadır. Statü ve hiyerarşinin çelişkileri ve çatışmaları bir odada kelimeler ve beden diliyle sürer. Netlik savcı istemeden su yüzüne çıkmaz.
II. SON AKŞAM YEMEĞİ
Belediye başkanın ısrarlı davetinden daha fazla kaçamayan savcı ziyarette bulunur. Çilingir sofrası kurulmuş, belediye başkanı, oğlu (Şahin) ve savcı karşılıklı içmekte su meselesi üzerine konuşmaktadırlar. Savcının su davasına bakışı ve siyasi duruşunu tartmak ona göre yol çizmek için düzenlenen bu ziyafet belediye başkanın işi çıkıp ayrılması ve çalgı çengi ekibiyle birlikte Şahin’in arkadaşı Kemal’in bahçeye gelmesiyle sürer. Esasen filmin alışılmışın dışında karakterler ortaya çıkaran yeri de burası oluyor. Klişe profil gibi görünen Emre (Savcı) karakterinin güzel giyinmek, idealist ve seküler duruş gibi davranış biçimleriyle kafamızda iyi karakter olarak kazımamıza sebep olsa da alışagelmişin dışında ve bizi filmin devamında ikilemlere bırakacak kesitler görürüz. Birbirlerinden tamamen farklı üç karakterin olduğu masaya Pekmez adlı çingene kızının da dahil olmasıyla ak ve kara birbirine karışmış olur.
III. PEKMEZ
Toplumun birden çok kabuğunu bir arada tutan Yanıklar’da çingeneler kasabadan uzağa itilmiş çadırlarda yaşayan topluluktur. Geçimlerini sağlamakta zorluklar çeken halkın içerisinde akli dengesi yerinde olmayan ve kasaba halkı tarafından fiziksel tacizlerin odağı olmuş Pekmez isimli bir kız yaşamaktadır. Savcının da içinde olduğu masaya gelip dans etmeye başlayan Pekmez’i önce Şahin ve Kemal’in şehvetli uygunsuz danslarının arasında ardından dövülmüş halde hastanede görürüz. Metaforlardan, imalardan ve imgelerden uzak bir yapım olan eser doğrudan Türkiye resmini gösterirken Pekmez bu resim arasında kocaman bir fırça darbesidir. Babasının ifadesinde belirttiği üzere daha önce en az üç kere başına gelmiştir bu olay ve yaşı küçük olmasına rağmen çocuğu vardır. Savcının sarhoşluğundan dolayı kesitler halinde çelişkilerle hatırladığı gece Pekmez iyinin ve kötünün arafıdır. İfadesi alınmak istediği vakit Pekmez tepkisiz kalır tıpkı Anadolu kadınıdır neşeli ve dans eden, gülen halleri yerini cezalandırılmış, şiddet ve tacizle ödüllendirilmiş bir kadın profiline dönüşmüş suskunlukla kendini tedavi ediyordur. Pekmez bundan böyle yalnızca kasabadaki çingene kız değil davanın kabuklarından biri kasabada açılan obruklardan yenisi olacaktır.
IV. ‘’YAKIN’’
Eser sanıldığı üzere yoğun aşk çizgiselliğinde ilerlemiyor. Siyasi yozlaşmayı kademe kademe bir kasaba üzerinden anlatırken Türkiye gerçeğine boy aynası oluyor. Sansürleri eşcinsel ilişkilerinden kaynaklı değil doğrudan yaşanan ve yaşanmaya devam eden politik gerilimlerden kaynaklanıyor. Murat karakteri belediyeye muhalif yerel gazeteci ve Emre gibi batılı tarzda olmasından mütevellit kasaba halkı tarafından ’baştan çıkarıcı’ gibi lakaplarla adının önüne sıfatlar konulur. Tehlikeli ve ahlaksızdır çünkü kasaba halkından yana değildir gibi bir yargıyla izlerken filmi aslında iyinin de kötünün de anlamsız olduğunu kimin gerçek kimin sahte olduğunu düşünmeye itiyor film. Pekmez’in tecavüzünün ardından gelen testler sonucu Kemal ve Şahin’in suçluluk beklentilerinden negatif sonuç aldığımızda ve orada olan diğer kişinin Emre olduğunu bildiğimizden artık kafamızda oturttuğumuz hikaye baştan yazılmaya müsait hale gelir. Murat’ın o gece savcıyı kendi evine götürdüğünü, üstünü çıkarttığını ona duş aldırdığını söylemesine rağmen Emre sık sık hatırlamakta zorlanır geceyi. Kesikler yerini netliğe bırakamaz bir türlü. Belediyeye yakın olan gazetenin Emre ile Murat’ın ilişkisini açığa çıkartmasıyla birlikte savcı hem ahlaksız hem kasabalıya suyu getirmeyen mihrak olarak yargılanır. Kasaba halkı ayaklanmış havaya ateşler açarak, meşalelerle koşturarak kendilerinden olmayan herkesin peşine düşer. Cumhuriyet tarihinde pek sık rastladığımız ve kolluk kuvvetlerinin her defasında yetersizliğiyle eylemi yapanlar adına ‘pozitif’ sonuçlar ortaya çıkaran sağ akım takipçilerinin yakma üzerine kurduğu fantezi dolu eylemlerinin biri daha gerçekleşir kasabada. Savcının evine fare fırlatılır, taşlanır, kapısına sopalarla vurulur. Murat ile birlikte arabaya binip kasabadan uzaklaşırken belediye başkanı ve oğluna rastlayan savcıyı karanlık arazilerde kovalarken Emre ve Murat’ın kaçabilmesine olanak veren yine bir obruk olur…
V. SON
Eser başından sonuna kadar siyah boş bir kağıt gibidir. Üstüne beyaz kalemle yazılan yazılar Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanan ve yaşanmaya devam eden dikta rejiminin alt tabakaya yansımalarını harikulade şekilde resmediyor. Lümpen ve bağnaz bir halktan, iyi ve kötü insanı ayırt etmekte zorlandığımız bu günlere dek geniş zaman dilimini bir olaya sığdırıyor. Benim için Anadolu sinemasının biriciklerinden biri olan eser birçok harika film izlediğimiz bu yılın en iyilerinden. Hayatımız gibi yarım kalmış bir hikayenin ortasında tanıştığımız film sonunu bildiğimiz bir yaşamın farklı evrelerinden bize dokunmayı başarıyor. Bilinçli bir hipnozun etkisinde kaldığımız bugünlerde kurtuluşa olan inancımızla birlikte sinemanın ve sanatın kuvvetini bir kez daha derinlerimizde hissediyoruz.