Film: The Banshees of Inisherin (2022)
Yönetmen: Martin McDonagh
Huzur her daim yalnızca kendini sürdüremez. Huzurun itici gücü huzursuzluktur. İnsanın kendiyle baş başa kalma durumu bu iki olgudan da uzaktır. Huzur ve huzursuzluk durum değil eylemlerdir. İnsan varoluşu gereği iletişim içerisinde yaşamak zorundadır aksi halde yaşadığı ve yaşayacağı her eylemden bıkıyor ve bıkacaktır. İletişim içerisinde olmasına rağmen yaşadığı her şeyden bıkan insan nedir öyleyse? Onlar için bencil dendiğini duymuş olabiliriz, kendini havalı sanan bir takım insanlardır, topluma göre düşüncesizce hareket etmişlerdir. İçine kapanma durumunda olan kişi tekmelenmeye müsaittir. Hayata karşı eski kalkanını kaldırıp yeni sağlam kalkanı koyana dek geçen zaman içerisinde insanlardan işitilen laflar ve görülen eylemler ‘dostluk’ denilen bağın safsata olduğunu kanıtlar. Has olan yalnızca insanın kendi içerisinde hayata karşı duyduğu öfke ve buna sebebiyet veren insancıklardır. Artık dünyanın en kötü insanı, akıl sağlığını kaybetme arifesindeki kimse veya size her ne lakaplar takılıyorsa o olmuşsunuzdur. Zaman olması gerektiği gibi yapılan her iş sonucunda insana yeni bir adres ve tecrübe katmıştır.
Yalnızlık İyidir ve İnsanlar Kötüdür
Her şeyden uzakta ve bir o kadar yakın olan adaya sıkışmış, geçmiş yüzyılları yad edip geleceği umutsuzlukla bekleyen insanlarla yaşamakta olan iki arkadaşın ayrılık öyküsüne tanık oluyoruz eserde. Herkes gibi olmaktan sıkılmayan, iyi kalpli olmanın iltifat sayıldığı bir bilincin ve farklılıklar arayarak dört tarafı denizlerle çevrili kara parçasında kendisinden kurtulmaya çabalayan bir ruhun öyküsü. İrlanda ana karasından gelen silah seslerini duyacak kadar uzakta olan adada iyi ve kötü gibi kavramların klişe haline dönüştüğü bağımsızlık savaşının sosyo-ekonomik şarapnel parçalarını da görüyoruz. Yoksulluk normalleşmiş, ada polisi imparatorvari tavırlarla, yozlaşmış otoritesini güçlendiriyordur. Ada halkı dedikodularla besleniyor ruhunu temizleyecek her şeyi kendinden itiyordur. Bu dedikoduların en kuvvetlisi olarak Padraic ve Colm adlı iki yakın arkadaşın küslüğü ziyafet olmuştur onlara. Colm bir sabah uyandığında ruhuna yeni bir kalkan kuşanmaya karar vermemiştir elbet. Her eylem gibi bu da nicel birikimin nitel sonucudur. Ömrünün azaldığı kanısına varan Colm geleceğe miras bırakacak eserler üreterek kendine yeni perspektifler kazandırmanın yaşı olmadığı gerçeğini kabullenmiş, besteler yapmak, şiirler yazmak ve hatırlanmak adına işler üretmek istemektedir. Arkadaşının onu yavaşlattığını, hayatın yalancı bağlardan daha kıymetli olduğunu kavramış buna göre kendini şekillendirmiş mantıklı bir ruhtur. Padraic, kız kardeşi ve eşeğiyle yaşayan, sıradan fakat güçlü duygulara sahip bu yüzden sık sık kendi kontrolünü yüreğine teslim eden bir adamdır. Arkadaşının isteğini savuşturur, kaale almaz ve kendince bahaneler üretir. Önce 1 Nisan şakası diyerek kendini avutur ardından onun yaşlandığını ve bunalıma girdiğini düşünür ve sonucunda duygularına yenik düşüp herkes gibi ‘bağ’ kurduğu dostuna tekme atar. Arkadaşının acılarından evvel kendini düşünmesinin sebep ve sonuçlarına kulplar bularak geçirdiği sürede kendinde bir sorun olmadığını iyi bir insan olduğunu duydukça avunur. Ada ikisine de dar gelmeye başlamıştır artık. Rutinlerinden kopmaya kendilerini yeni konfor alanları üretmeye taze dostluklar kurmaya başlamışlardır fakat bu da Padraic için yetersiz kalmıştır. Colm artık rahatsız ediliyor olmanın ve katlanamayışın haklı isyan bayrağını açıp eski dostuna her rahatsız edilmenin karşılığında kendi uzvunu kesip ona armağan edeceğini söyler ve öyle de yapar. Padraic arkadaşının fiziksel acılarına ve ruhsal bunalımına rağmen onu kendi duygu bataklığına çekme ısrarları birçok eylemin sebebiyeti olmayı sürdürür…
Colm her parmağını kesişinde eski dostunun kapısına fırlatır. Ruhu parmaklarından akıyor umutsuzluk ve öfkeyle ölümünü bekleyen ihtiyar bir adama evriliyordur. Tepkileri ve tepkisizliklerini en uçlarda dışavuran Colm artık keman çalabileceği tüm parmaklarını eski dostunun anlayışsızlığına bağışlamıştır. Padraic’in eşeğinin parmakları yerken ölmesi artık adanın cadısının ‘’adada iki kişi ölecek’’ kehanetini yarı yarıya doğrulamıştır. Eşeği ve geriye kalan tek bağ kurduğu canlının ölümü, kız kardeşi Siobhan’ın ana karaya taşınması, pek geveze ve çocuksu arkadaşı Dominic’in çekilmez halleri ve elbette saf bir yüreğin taşıyamayacağı yük olarak yalnızlığın öfkesiyle eski dostunun evini yakar. Artık sıradan değil ‘normal’ olmuştur. Öfkeli ve kaba birine dönüşmenin verdiği yenilikçi bilinci artık kayıplar karşısında daha güçlü tepkiler vermesine sebep verecek olsa da her şeyini kısa sürede içinde kaybetmiş bir adamdır Padraic…
Görsel İlkelere Sadakat
İrlanda’nın kasvetli göğünün altında süren bu kederli öyküye bir de teknik olarak değinelim. Yönetmen Martin McDonagh tiyatro kökenli yazar olmasına rağmen Avrupa sineması adına büyük işlere imzasını atmıştır. Doğayı sinemaya göre tasarlayan, eşsiz İrlanda manzaralarıyla bizi büyüleyen eser sık sık çerçeveden taşıp iliklerimize doluyor. Dış unsurlardan yardım almadan her bir kare sinema hassasiyetiyle oluşturulmuş adeta bir ressamın parmaklarından çıkmış resim tablosu gibidir. Üniversitelerde verilen çoğu bilgi gibi ‘gözümüzü eğiterek’ iyi bir kompozisyon ortaya koyabileceğimiz tıpkı çok kitap okursak iyi yazar olabiliriz söylemi gibi safsatadır. Doğuştan gelen bir yetenek olan çerçeve yaratabilme kabiliyetinin özgüveniyle çekilmiş planlar insanda birçok duyguyu uyandırarak bu eserin niteliğine karar vermemi sağlıyor. Eser başından sonuna kadar balance (denge) öğesinin nasıl işlenmesi gerektiği konusunda dersler veriyor. Karakterlerin atacağı her adım önceden hesaplanmış kamera açıları planlanmış fakat tüm bunlara rağmen izleyiciye her bir noktanın doğal olduğu inandırılmıştır. Karakterlerin sık sık sıkışmışlık, öfke ve hesaplaşma içerisinde olduğunu kamera açılarının bizde yarattığı gerginlik hissiyle anlayabiliyoruz…