Drive, Nicolas Winding Refn’in yönetmiş olduğu neon estetikli her yerinden retro fışkıran polisiye gerilim filmidir. Aslında Drive böyle özetlenebilir, peki bu filmi özel kılan şey ne? Buna cevabım kesinlikle nazik, samimi gülümsemeler ve sessiz romantizmle iç içe geçmiş yeri geldiğinde hayatımızdan birkaç parça görebileceğimiz sübjektif bir iletişim aracı, Drive filmini özel kılan temel unsurlar bunlar aslında. Titizlikle hazırlanmış sahneler, büyüleyici görselliği ve yalın anlatımıyla hemen filme dahil oluyorsunuz. Bazı filmler vardır, filmin içine girebilmek için izleyiciyle epey uğraşır. Hatta bu uğraşma belli bir süreden sonra izleyici için işkenceye döner. Drive bu dengeyi gerçekten kusursuz biçimde bizlere sunuyor, az ve öz diyaloglarıyla izleyici sıkmadan bizleri kendine bağlıyor.
İsimsiz kahramanımız büyüleyici bir peri masalının beyaz atlı bir prensidir aslında, kahramanımız dublör, tamirci ve aynı zamanda şofördür. Evet, bir şoför! Ama tahmin ettiğiniz normal şoförlerden biri gibi değildir. Aslında daha çok suçlulara yardım eden cinsten bir şofördür. Kahramanımız kaldığı apartmanda komşusu Irene ile arkadaş olur ve hapisten yeni çıkmış kocasına yardım ederek bazı mafya işlerine dahil olur. Filmin ilk yarısında isimsiz kahramanımız ve Irene tanışır tanışmaz aralarında naif bir bağ oluşur. Irene’nin bu zamanda kocası hapistedir ve çocuğuna tek başına bakmak zorundadır. Irene’nin böyle bir zamanda böyle birisine rastlaması gerçekten büyüleyici. İsimsiz kahramanımız ve Irene birlikte hoş vakit geçirmeye başlarlar, sokak lambalarıyla aydınlatılmış Los Angeles sokaklarında uzun ve sessiz bir yolculuğa çıkarlar. Yolculuk bittikten sonra eve döndüklerinde Irene’nin kocası hapisten yeni çıkmıştır ve evde bir kutlama düzenleniyordur. İşte burada filmin tonu tamamen değişiyor. Film buraya kadar iki genç aşığın filizlenen aşkını anlatırken birden işin içine mafyalar ve gangsterler girecektir.
Görüntü yönetmeni Newton Thomas Sigel, neon ışıkların karanlık sahnelerle iç içe girmesiyle; renkli parıltılar ve dramatik gölgelerin oluştuğu bir dünya sunuyor. Karakterlerin yüzleri hatta vücutları doğru aydınlatma tekniği kullanılması sebebiyle kentsel çevreleri tarafından etkileyici şekilde çerçeveleniyor. Olay örgüsünde veya karakterlerde bazı özellikler kısıtlandırılır, bu da herhangi bir eylemi ya da konuşmayı daha etkileyici ve herhangi bir şiddeti daha korkutucu hale getirir. Film, anlamsız bağrışmalara ve anlamsız kaoslar yerine tehlikeli bir atmosfer yaratmak için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Çoğu sekansta diyaloglar seyrek veya yetersiz gibi gelebilir ancak bu asla garip hissettirmiyor. Bunun yerine akrep desenli ceketiyle dolaşan kahramanımız gibi özel sahneler görüyoruz. Drive filmini özel kıllan temel unsurlardan birisi de bu aslında. Cesur bir görsel şölen haline getiren bunun gibi korkusuz kararlar. Buraya kadar filmin sessiz, sakin ve görsel gücünden bahsettik şimdi bir diğer güçlü özelliğinden bahsedelim. Drive filminin bir diğer güçlü özelliği ise müzikleri. Cliff Martinez, Kavinsky, Desire ve Collage gibi isimlerin bir arada olduğu ve çoğunlukla synth pop, ambient türünde eserlerin yer aldığı kusursuz bir soundtrackle bunu başarıyor. Uzay esintileri taşıyan ambiyanslar ve robotik vokaller, sahnelere beklenmedik bir ışıltı katıyor. Kusursuz nakaratıyla ve her duyguyu içinizde hissedebileceğiniz bir fon ile bizlere sunulan ‘Nightcall’ parçasıyla açılış yapılır ve aynı güzellikle ‘A Real Hero’ parçasıyla film sonlandırılır.
Bir kahramanın etkileyici ve melankolik bir hikayesi. İnsan doğasından ötürü kahramanımız yalnızlığı en derinlerinde hisseder aynı zamanda pembelerden oluşan bir aşk hayal eder. Pembe demişsem o kadar cıvık ve ıslak bir şekilde değil. İki karakterinde kendisi arasında doğal bir uyumu var, bu da yaşantılarını izlemeyi daha da acı verici hale getiriyor. Yazının en başından buraya kadar yazdıklarımı ele alırsak Drive 21. yüzyılda yalnız bir yaşamı yansıtan bir peri masalı yaratmayı başarmıştır. Jeneriklerin yazı tipi, renkleri, kostüm seçimlerine kadar her yönü oldukça stilize edilmiştir. İzleyiciyi derinlikten çok estetik bir yolculuk olacağını düşünmeye sevk eden bu ağır üsluptur.