The Killers (1956)
Tarkovsky’nin kısa filmidir. İzlerken her dakika biraz daha geriliyorsunuz. Ancak filmin kattığı gerilimi aksiyon hiç kesilmesin istiyorsunuz. Keşke uzun metraj olsaydı daha güzel olabilirdi. Yine de fazla iyi bulduğum nadir kısa filmlerdendir.
Outer Space (1999)
Peter Tscherkassky’nin kısa filmidir. Oldukça kaotik bir görünüme sahiptir. Aslında biraz daha insanın depresyon dönemlerinde yaşadığı zihinsel yorgunluk ve kaosa da çok benzetirim. Bulanık duygular, bomboş çabalar ve geriye kalan kocaman yorgunluğu ifade ediyor.
Hamlet (1948)
Bence en iyi Hamlet filmi bu olmalı. Laurence Olivier gerçekten çok başarılı iş çıkardı. Shakespeare tarafından yazılan oyunların film versiyonlarına baktığımıza baş tacı olarak nitelendirilmeli. Oyunu okuduktan sonra izlediğinizde okuduklarınızı buram buram yaşıyor gibi hissedebilirsiniz. Hamlet’in savaşçı ruhu, etrafı için verdiği uğraşlar ve kendine dair hüznü gerçekten olduğu gibi aktarılıyor.
Kasaba (1997)
Nuri Bilge Ceylan filmlerinde kendimi en çok benzettiğim karakter Saffet olmuştur. Yaşadığı kasabadaki yorgunluğu tıpkı yaşamaktan nefret ettiğim Biga’dan, tek çıkış biletim olacak üniversiteye gitmek için verdiğim çabalara benzetiyorum. Beni içten içe kahreden en sevdiğim repliği de eklemek isterim.
“Evet, belki ben bir baltaya sap olamayan, sıkıcı ve acınacak durumda biriyim. Tersliğim, uyumsuzluğum canınızı sıkıyor. Galiba, hiçbir yeteneğim de yok. kanımdan başka da verecek bir şeyim. gençliğim, kimseye gerekli olmayan bir izmarit gibi yok olup gidiyor; ne bir yuvam ne dostlarım ne de bir işim var. Gençliğimin en verimli çağında bu kasabaya kısıldım kaldım. Erkekliğim, dinçliğim, kalbim gözümün önünde eriyor. Şunu da söyleyeyim, askere gitme vakti gelene kadar bu kasabadan kurtulmaktan başka bir şey düşünmedim. Ama o sabah gelip çattığında, beni bu kasabaya bağlayan, o güne kadar fark etmediğim daha derin bağlar olduğunu hissettim. Çiğ damlalarıyla kaplı kavaklardan havaya ince bir koku yayılıyordu. Nedense, o gün bana bu kavakları, çamları, çınarları hayatımda sanki ilk kez görüyormuşum gibi geldi. Sabahın bu erken vaktinde sokaklarda serseri bir mayın gibi dolaşan köpek çetelerinden başka bir şey olmaz. Galiba bu sessiz sabahları, köpekleri, toprak kokusunu seviyorum. ama bu kasabada yaşayan insanları ve onların küçük hesaplarını anlamıyorum. Ruhuma yabancı ve boğucu buluyorum. Şimdi, söyleyin bana, büyük, ciddi ve herkese gerekli bir işin yapıldığı bir yerlere gitmek istemekte kötü olan ne var?”
Saboteur (1942)
Evet bu film. Beni her saniyesine kadar etkileyen o şaheser. Bir Alfred Hitchcock efsanesi. Ayrıca aldığım ilk film DVD’si. Film hakkındaki düşüncelerimi anlatmadan önce bir film DVD’si almanın felsefesinden bahsedeceğim. DVD ile yaşanılan aşk çok başka oluyor. Baştan aşağı mükemmel olan o kapak, bilgisayara takmanız, heyecanlı heyecanlı izlemeniz… O kadar harika duygular ki. Her şeyiyle aşk yaşıyorsunuz. Film zaten aksiyonu buram buram yaşatıyor, üstüne o DVD ile izlemek. Mutluluktan delirebiliyorsunuz. Alfred Hitchcock politik olarak gerçekten fazlaca nokta atışı yapıyor. Yönetmenin bu yönüne hayranım. Benim filmde en çok etkilendiğim sahne çiftimizin yolda kalıp kaçtığı sahnede yaşlı bir çiftin arabayla yolculuklarına devam ederken teyzemizin onları kaçarken gördüğünde ‘birbirlerine çok fena aşık olmalılar’ demesiydi. Final sahnesi beni benden almıştı. Çok fazla mükemmeldi…
Pi (1998)
İzlediğim ikinci Darren Aronofsky filmi. Çok feci etkisinde kalmıştım. Matematik dinlemekten nefret etmeme rağmen çok beğenmiştim. Başrol oyuncunun aşırı başarılı olduğunu düşünüyorum. Filmde en çok beğendiğim kısım da oyunculuklar olmuştu. Hepsi birbirinden harikaydı. Başınızın döndürüp fazla şok yaşatacak bu film kesinlikle izlenmeli. Şiddetle tavsiye ettiğim nadir filmlerdendir.
Stranger than Paradise (1984)
Arkadaşlık konusunda uzun uzun konuşulabilecek filmdir. Mekanları ve diyalogları çok fazla sevmiştim. Diyaloglar o kadar güzel geliyor ki bir yerden sonra hepsi adeta unutulmayacak etki bırakıyor. Eğer kış mevsimini seviyorsanız mutlaka izlemenizi öneririm.
Day of The Fight (1951)
Kubrick’in kısa filmidir. Başrol boksörümüz önemli bir maça çıkacaktır ve bu kısa film onun yaşadığı 24 saati ele almıştır. Yaşanılan stres, kaygı ve korku iç içe çok iyi aktarılmıştır. Başarıya ulaştığı o sahneler izlerken güzel bir gurur bırakıyor. Hırs duygusunu gerçekten yaşatıyor.
Moliere (1910)
İzlerken fark ettiğim en tatlı detay gerçekten çok başarılı tiyatro oyuncularının olması. Sahiden oyunculardan çok fazla etkilenmiştim. Kostümler, sahne, olaylar… Her şeyiyle çok zevkli tiyatro oyunuydu.
Germany Year Zero (1948)
12 yaşındaki Edmund’un yoksul ailesiyle yaşadığı olayları konu almaktadır. Edmund ailesine yardım etmek için çalışmaktadır, aynı zamanda çok zeki bir çocuktur. Ailesi yüzünden kendi yaşından oldukça büyük davranmak zorunda kalması onu bir yerden sonra yormuştur çünkü psikoloji artık kaldırmamaya başlar. İzlerken çok fazla duygulanmıştım, tekrar tekrar izlediğim filmlerdendir.