Home > Özel Dosya > Yitik Teknik: Sinemaskop

Yitik Teknik: Sinemaskop

Tarihler, 1950’li yılları gösteriyordu. Televizyon Amerika’da oldukça yaygınlaşmış, insanlar sinemaya gitmekten vazgeçmişti. Sinema sektörü adım adım bir krize doğru gidiyordu. Yapımcılar ne yapacaklarını düşünüyor, çareyi filmlerin içeriğini değiştirmekte buluyordu. Ticari amaçlı, kitlelerin ilgisini çeken aynı tarzda yığınla film yaptılar. Ancak bu da bir çözüm getirmiyordu. Televizyon, yavaş yavaş sektöre darbeyi vuruyordu. Yapımcılar bu sefer de filmlerin içeriğini değil, tekniğini değiştirmeyi denemeye başladılar. Sonunda panoramik (geniş perde) sistemi denilen yeni bir yöntem, ucuzluğu sebebiyle tercih edilmeye başlandı. Ancak uygulanan bu yöntem, yeni yapılan filmlere değil de eski filmlere uygulanmaktaydı. Eski filmler, örtülerle değişik boyutta gösteriliyordu. Bu da bazı sahnelerde, oyuncuların başları ile ayaklarının kesilmesine ve kimi sahnelerin perde dışına taşarak görülmemesine neden oluyordu.

Yapımcılar, geniş perde sisteminde pek çok teknik denediler. Bu çalışmaların sonucunda cinerama, üç boyutlu, vistavision ve 70 mm’lik filmleri piyasaya sürmeye başladılar. Bunların arasında yalnızca 50’li yılların başlarında denenmeye başlanan sinemaskop günümüze dek dayanarak yaygınlık kazanmamın üstesinden gelebilmiştir. Her ne kadar kısa bir süre sonra Sinemaskop sistemi de yerini daha gelişkin başka sistemlere bırakacak olsa da, bu teknolojinin oluşturduğu temeller bugün bile hala geçerliliğini korumaktadır.



Sinemaskop Nedir?

Sinemaskop (CinemaScope), 1953 – 1967 seneleri arasında kullanılmış olan bir geniş perde sinema formatıdır.

1953 senesine kadar sinemada bir standart haline gelmiş geleneksel çerçeve oranı olan 1.33:1 aşılmış, ve Sinemaskop teknolojisi ile filmleri beyazperdeye 2.66:1 gibi geniş bir çerçeve oranı ile yansıtmak mümkün olmuştur.

İlk kez 20th Century Fox’un uyguladığı bu işlem, gerçekte yaşlı Fransız profesörü Henri Chretien’in 1920’lerde Hypergonar adını verdiği buluşundan başka bir şey değildi. İşlemin uygulanması oldukça basittir: Film çekimi, 35 mm’lik filmle ve görüntüyü iki yandan daraltan anamorfik bir mercekle yapılır. Gösterimde kullanılan bir başka mercek ise, daraltılmış bu görüntüyü genişletip eski boyuna getirip istenilen etkiyi sağlar. Hafif bir derinlik duygusu da veren bu sistemin yeniliği, görüntüye kazandırdığı yatay orantılardır (1:2,5). Gerçekte görüntünün büyümesi bir yanılsamadan ibarettir. Görüntü yanlara doğru gerçekten genişler, ama buna karşılık alt ve üst bölümler daralır. Açık havadaki çekimlere, dış sahnelere uygun gelen sinemaskop, bu yüzden içerideki sahnelere biraz ters düşer.

İlk Sinemaskop Film

The Robe - Zincirli Köle

The Robe – Zincirli Köle (Henry Koster, 1953)

 

Dünya sinema tarihinin Sinemaskop (CinemaScope) tekniği ile çekilen ilk filmi 1953 yılında çekilen ABD yapımı The Robe (Zincirli Köle) filmidir. Filmin yönetmenliğini Henry Koster üstlenmiştir.

Başlarda tekniğin başarısından tam da emin olamayan film şirketleri, ne olur ne olmaz diyerek filmi eş zamanlı olarak bir de normal merceklerle çekiyorlardı. Fox şirketi ise sadece A sınıfı filmlerinde Sinemaskop ticari adını kullanmayı yeğliyordu. Siyah-beyaz B sınıfı filmlerini “RegalScope” adını verdikleri başka bir marka ile lisanslıyordu.

Sinemaskop tekniği ile çekilen en son film ise 1967 tarihli, Doris Day ve Richard Harris’in başrollerini oynadıkları Frank Tashlin’in yönettiği Caprice olmuştur.

 

Sinemaskop

 

Teknik Sorunlar

Başlangıçta karşılaşılan en önemli sorun yanlardan sıkıştırılmış görüntü ekrana genişletilerek verilirken ortaya çıkan grenlenme (kumlanma) ve yoğunluktaki düşüşe bağlı olarak parlaklıkta meydana gelen azalmaydı. Bu sorunu aşmak için önceleri daha büyük formatlı film kullanılması gündeme geldi. Carousel ve The King and I gibi filmler 35 yerine 55mm eninde negatiflere çekildiler ancak maliyet çok yükselmişti (Bu sisteme de Sinemaskop 55 adı verilmişti). Daha sonra çok düşük grenli, yüksek kaliteli film şeritlerinin ve yüksek duruluktaki merceklerin üretilmesiyle bu sorun aşılabildi.

Sinemaskop merceklerinin bir kusuru da özellikle yakın çekimlerde ortaya çıkan “fıçılaşma tarzında bozunum” ya da bükülme oluşturmalarıydı (barrel distortion). Yakın çekimlerde veya telefoto ile yakınlaştırılmış çekimlerde oyuncuların suratları deforme oluyordu. Bu kusurdan kaçınmak için yönetmenler filmleri çoğunlukla geniş açılı panoramik çekimlerle doldurmayı yeğliyorlardı. Benzer nedenlerden dolayı bu teknik çizgi filmler için de çok uygun sayılmıyordu. Bununla birlikte Walt Disney Lady and the Tramp (1955) gibi bazı animasyon filmlerini CinemaScope’la çekti.

 

cinemascope 2

 

Ülkemizde Sinemaskop

Sinemamızdaki diğer “ilk”lerde olduğu gibi sinemaskop konusunda da bir belirsizlik, bir kargaşa ve söylentiye dayanan yanlış tanımlamalar-tanıtmalar vardır. Sanatçılarla ilgili bir ansiklopedinin “AKBAŞLI, Hicri” maddesinde, sinemamızdaki ilk sinemaskop filminin Hicri Akbaşlı tarafından yönetilen, Abdurrahman Palay, Atıf Kaptan ve Handan Adalı’nın oynadığı “Mevlanın Hayatı” olduğu yazmaktadır.

Agah Özgüç, Türk Sinemasında İlkler kitabında, Türk sinemasında ilk sinemaskop filmin 1966 yılında gerçekleştirildiğini yazarak şu bilgiyi verir;

“Bu geniş perde sistemini yapımcı olarak uygulayan Orhan Günşıray’dı. Ama, filmi yöneten Lütfi Ö. Akad, görüntüleyen de Ali Uğur’du.

Bu geniş perde çekiminde kullanılan yerli malı sinemaskop objektifi de görüntü yönetmeni İlhan Arakon özel çabalarıyla meydana getirmişti. İlk sinemaskop film olan Sırat Köprüsü’nün çekim provaları Şan sinemasında sinemaskop ekranında gösterildi.”

5 Ocak 2005 Çarşamba günü TRT 2’de yayınlanan “Sinemamıza Hayat Verenler” belgeselinin İlhan Arakon’la ilgili bölümünde konuşan yönetmen Halit Refiğ ise; Türk sinemasındaki “ilk renkli sinemaskop” filminin kendisinin yönettiği Adsız Cangaver (1970) olduğunu söylemiştir.

Yayın organları ciddi bir şekilde tarandığında ilk sinemaskop filme ilişkin buna benzer iddialar daha da çoğaltılabilir. Ama aralarında ne tarih ne de film adı açısından bir benzerliğe rastlamak ise sanırım pek mümkün olmayacaktır. İşin bir diğer talihsiz yanı ise sözü edilen filmlerden ilk ikisinin; Aşıklar Kabesi Mevlana ve Sırat Köprüsü’nün sinema tarihimizin kayıp filmler arasında olmasıdır. Elimizdeki kısıtlı bilgilerden Aşıklar Kabesi Mevlana’nın kısmen renkli ve kısmen de siyah-beyaz olarak çekildiğini biliyoruz. Halit Refiğ’in yönettiği Atsız Cengaver ise ilk olmasının dışında renkli ve sinemaskop olarak çekilmiştir.

1970’lerde çevrilen birkaç film dışında Türk sinemasında bu teknikle çevrilmiş pek fazla film yoktur. Son yıllarda çevrilen filmlerden Organize İşler’de de Türk sinemasında ilk kez 1:2,35 sinemaskop gösterim formatı uygulandığı bildirilmiştir.

Filmlerinde sinemaskop kullanan Nuri Bilge Ceylan, 12 Nisan 2012’de 31. İstanbul Film Festivali kapsamında İKSV Salon’da verdiği sinema dersinde kendisine sorulan “Neden sinemaskop çekiyorsunuz?” sorusunu şöyle cevaplamıştır: “35 mm. çektiğim yıllarda sinemaskop çok pahalıydı. Ama dijitalle birlikte kolaylaştı, ucuzladı. Dijitalde tam olmuyor belki ama, perspektifi farklı çünkü, ona yakın bir etki oluyor. Seviyorum sinemaskopu. Sinemaya daha uygun buluyorum, portrelerde bile…”