Venedik’te Ölüm (Death in Venice) 1971 yılında Luchinto Visconti tarafından, 1912 yılında yazılan Thomas Mann’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmdir. Film hasta olduğundan venediğe tatile gelen Gustav von Aschenbach’ın tatilde Tadzio adlı genç bir oğlana aşık olmasıyla ilgilidir. Film pek çok bağlamda incelenebilir, buna açıktır ancak bugün filmde işlenen aşkın tanrısallığı üzerinde duracağız.
Tanrı, kutsal ve tanrısallık eksenindeki tartışmalarda sıkça düşülen hatalardan birini önlemek için öncelikle tanrı ve yaratıcı kavramlarını birbirinden ayırmamız gerekir. Yaratıcı her şeyi yaratıp sırtını dönen bir kavramdır. Her şeyden önce yaratıcı kayıtsızdır. Bu sebeple dua yaratıcıya edilmez dua tanrıya edilir. Tanrı konusuna gelirsek. Aslında filmde birebir söylenmemiş olmasına rağmen kitaptaki en kritik sözlerden biri şudur. Gustav von Aschenbach Tadzioya bakar ve onun bir tanrı gibi olduğunu söyler. Bunun sebebi şudur. Aşk alelade ve monoton olana duyulmaz. Aşk ulaşılmaz bir kişiye dair duyulur bu sınıfsal bir farktan kaynaklanabilir veya hikayemizdeki gibi homoseksüel bir mevzudan dolayıdır. Bir akademisyen ve Alman bir aile babasının o tatilde ilişki kurması toplum normlarına göre en ters kişi Tadziodur. Tadzionun bu ulaşılmaz güzelliği Gustav von Aschenbachı Tadzioya aşık ettirir. Sonuçta artık bu denklemde Gustav von Aschenbach hem Tadzioya çok tutkulu hisler beslemektedir hem de ona asla dokunamayacaktır. Işte bu sebeple Tadzio artık Gustav von Aschenbacha göre tanrısaldır. Bir tanrının insana göre özelliklerini düşünün. İnsan için tanrı dua edilecek ibadet edilecek ve bunun sonucunda belli bir huşu duyulacak bir şeydir. Ancak onu göremez veya dokunamazsınız. Ancak yine de bu ibadetler ve dualar insanda huşu uyandırır. Tıpkı Gustav von Aschenbachın hissettiği gibi. İşte bu sebeple aşk tanrısaldır.
Filmin başından beri filmde Venedik’teki kişilerin hepsi makyajlıdır. Bunun sebebi gelen turistleri kandırmalarından ötürüdür. Çünkü aslında bir kolera salgını vardır ancak Venedikliler kentin en büyük gelir kalemlerinden olan turizm bitmesin diye bunu turistlerden saklamaktadırlar. Filmin bir yerinde bundan şüphelenen Gustav bir döviz bürosu çalışanından gerçekleri öğrenir. İlk aklına gelen şey Tadzio ve ailesini uyarıp onları evlerine gitmeye ikna etmektir ancak bunu yapamaz. Çünkü dediğim gibi Tadzio Gustav için ulaşılmaz bir yerdedir. Zaten gidip kafasına göre konuşabileceği, uyarabileceği bir kişi olsaydı en başta Gustav Tadzioya böyle hisler beslemezdi. Tadzio’yu uyaramayacağını anlayan Gustav yerli halka ayak uydurmaya başlar ve gidip saçlarını boyar ve makyaj yaptırır. Yani artık kendisi de biliyordur gerçeği ancak o da bunu saklıyordur.
Tadzio’ya karşı bir şeyler hissetmek elbette ki Gustav için de farklı bir deneyimdir. O yaşına kadar hiç keşfetmediği bir yönünün açığa çıkması onda bir tür kaygı yaratır. Korkar, insanlık onurunu kaybettiğinden kaygılanır. Pek tabi doğaldır bu kaygı. Hayatını dört dörtlük bir disiplinde yaşayan birisi için elbette bu sarsıcı bir gelişmedir.
”Bilgelik, gerçeklik, insanlık onuru hepsi bitti. Müziğini alıp mezara girmemen için artık hiçbir neden yok. Mükemmel dengeye ulaştın. İnsan ve sanatçı bir bütündür. Şimdi ikisi de yerde sürünüyor
Asla iffet sahibi olmadın. İffet saflıktan gelir, yaşlılığın sancılı sonucu olarak ortaya çıkmaz ve sen yaşlandın Gustav ve hayatta yaşlılık kadar kirli, pis bir şey yoktur.”
Rüyasında arkadaşı Alfredin ona söylediği sözlerdir bunlar. Ve ertesi günü Gustav kıyıda ufuğu gösterir bir biçimde poz veren Tadzio’yu seyrederken ölür. Saygıyla titreyen bir dünya Gustav von Aschenbach’ın ölümünden haberdar olur.