1985 tarihli, İngiltere yapımı Benim Güzel Çamaşırhanem (My Beautiful Laundrette) filmi kozmopolit ve çok kültürlü Londra’nın merkezinde göçmenlik sonrası gelişen melezleştirme politikalarının bir ürünüdür. Film aile, göç, ırkçılık, melezlik kavramlarını işlerken egemen sınıfın bakış açısını kullanır. Yönetmen, yapmak istediği toplumsal eleştiriyi çok kültürcü söylem ile yapar. Bu söylem ise siyasi, ekonomi merkezlidir. Çünkü burası, “Bakanlarının ne kadar konuştuğu önemli değil, yeter ki dediğimi yapsınlar” deme cesaretini gösterebilecek Demir Leydi Thatcher İngiltere’sidir.
Avrupa göçmen sinemasının başarılı örneklerinden biri olarak Kabul edilen film, seçtiği temalar dolayısı ile görünür olmayı başarmıştır. En iyi özgün senaryo dalında Oscar adaylığı ve New York Eleştirmenler Birliği ödülü ise sermaye kurduğu ilişkiyi taçlandırır niteliktedir.
Bütün ötekileri kapsamayı hedeflemiş film, Johnny ve Omar’ın aşkını anlatır. Filmin omurgası, en sağlam durduğu nokta bu aşktır.
İngiliz film üretimi Thatcher döneminde fon alamamış küreselleşmenin rekabet stratejisinden payını almış, gişe gelirlerini ikiye katlamayı başarmıştır. Bu gelişme sermayenin kültürel alanda etkisini artıran multiplex sinema kompleksleri aracılığıyla sağlanmıştır.
Baş karakterlerimiz Johnny, işçi sınıfına mensup, İngiliz; Punk Omar ise Pakistan kökenlidir.
Filmin ilk planında Johnny’nin yaşam alanının kapısını iki adam kırıp, içeri girer. Bu alan ortak kültür ile uyumsuz alt kültür mensubu, sistem karşıtı, 1970’lerin ortasında Avrupa’da görülmeye başlayan “punk”çıların yaşam alanlarından biridir. Yönetmen kapıyı kıran, filmde izini sürdüğümüz bu iki adamı çerçeveden çıkarmayarak film boyunca bizim tepemizde duran iki adam haline dönüştürür.
Omar’ı ilk defa göçmenlerin yaşadığı güney Londra’da bulunan evinin banyosunda çamaşır yıkarken görür, çamaşırları asarken de yatakta yatan alkolik babası (Hussein) ile tanışırız.
Film, sistem karşıtı eski gazeteci, solcu baba figürünü hastalıklı, bağımlı, hırpalanmış ve cılız gösterir. Omar’ın üniversiteye gitmesini istediğini vurgulayan baba, teorik düşüncelerini pratiğe geçiremeyerek emeği aşağılayan ama emek gücü de olmadan yaşayamayan sermayenin kapısına Omar’ı yönlendirir. Babanın da bir iş ve eşi yoktur böylece. Film sermaye ile ilişkisi olmayan erkeklerin iktidarsızlığını vurgulayarak Amca Nasser’ı yeni iktidar figürüne dönüştürür.
Omar, amcasının garajına gelir. Burası otomobillere temizlik hizmeti sunmak için Omar’ı beklemektedir!
Nasser’ın bilinçdışına dönüşmüş bu mekân, söylemlerin aksine çaresizlik ve aidiyetsizliğin altını çizer. Garajında asılı Marilyn Monroe afişi de Nasser’ın psikolojisinde önemli bir yerdedir. Omar temizlik işine burada da devam ederken Nasser İngiliz metresi ile garajın arka odalarının birinde sevişir. Otorite karşısında gücünü gördüğümüz Nasser’ı yatakta güçsüz ve itaatkâr görürüz. Hizmet sektöründe çalışan amcanın bu tavrı da oldukça anlamlıdır. Nasser hem çok sevdiği hem de nefret ettiği İngiltere’de nasıl ayakta kalınabileceğini anlattıktan sonar yeni bir baba modeli ile tanışan Omar, iktidar sahibi olabilmek için temizlik yapmayı bırakıp Nasser’ın muhasebecisi olarak çalışmaya başlar ve para ile daha yakın bir temas kurar. Nasser Omar’a bir araba (kapital) verir ve ilerlemesi gereken rotayı çizer. Omar’ın bu yoldaki ilk durağı Nasser’ın evinde verdiği kalabalık davettir.
Bu davetle İngilizleşmeyi başaramayan aileyi tanırken İngiliz karakterlerle kurdukları ilişkilere göz atarız.
Açtığı memeleri ile seks figürüne dönüşen Tania kurtuluşunu bir erkek üzerinden gerçekleştirebileceğinin altını çizer.
Omar güler yüzlü, ılımlı ve uzlaşmacı ve tavrı ile odada yerini aldıktan sonra İngiliz toplumunun ırkçılığı, komünist bir gazeteciye iş vermesinin olanaksız olduğu üzerine konuşulur.
Omar ve Nasser baş başa kaldıklarında ırkçı bir kapitalist olan sarhoş Nasser, ‘o beyaz İngilizlerin her zaman ihtiyaç duydukları şey nedir?’ diye sorar, temiz kıyafetler diye cevap vererek kurduğu iktidarı ironik bir şekilde İngiliz’lere devreder.
Davetin bitiminde Nasser’ın ortağı Salim ve eşi Cherry’yi bırakmak isteyen Omar’ın yolunu bir çete keser. İşsizlik ve ırkçı söylemin yaratığı bu çetenin bir üyesi de Johnny’dir. Omar’ı çetenin saldırısından Johnny ile olan tanışıklığı korur. Beş yaşından beri tanıdığı ama görüşmediği Johnny ile tekrar bağlantı kurar. Bu sahnede Omar’ın annesinin önceki sene tren raylarına atlayarak intihar ettiğini ve Johnny’nin evsiz ve işsiz olduğunu öğreniriz. Bir kahraman olarak birden bire gelen Johnny temel dinamiği sermaye olmaya başlayan, Omar’ın sınıf atlamasına yardımcı olabilecek kahramanlık yetilerine de sahip midir?
Amcası gibi toplumun onaylayacağı bir İngiliz partneri de elde eden Omar, yoluna devam eder. Bu ilişkinin bir diğer özelliği de geçmişe attığı çengeldir. Filmin ilerleyen sekanslarında kapital sistemin temel dinamiklerini öğrenen Omar’ın geçmişinden gelen ve bir öteki olduğunu tespit ettiği Johnny’ye aşık olduğunu anlarız.
Filmde iki baş karakterin eşcinsel olması büyük çatışmalar yaratmaz. İkili birlikteliklerin yarattığı potansiyel enerjiyi bir işletmeye çevirir. Bu işletme ise Omar’ın amcası olma yolunda ilerlerken, amcasının daha önce geçtiği istasyon, filme ismini veren çamaşırhanedir. Film eşcinsel ilişkiyi normalleştirmeye çalışmış ama bunu yine egemen sınıfın baktığı ‘duyarlılık politikası’ ile yapmıştır. Eşcinsel aşkı arka sokaklarda, bir çamaşırhanede inşa etmiştir.
Erkek egemen göz temizlik işini kadınlara ‘erkek olmayan’lara yaptırarak hizmet sektöründe çalışanları ihtiyaç giderici nesneye dönüştürür. Arzu nesnesine dönüşen hizmetçiye böylece cinsel atıfta da bulunabilir.
Nasser gibi filmde dolaylı da olsa güçlü resmedilmiş karakterler eşcinsel değildir. Filmden kadın karakterler de nasibini alır. Tüm kadınlar erkeklere bağımlıdır ya da kaybetmişlerdir. Omar’ın annesi ve intiharı, İngiliz metres Rachel, Tania gibi kadınlara yaşam alanı vermeyen film, Nasser’in karısına da maddi dünyanın ötesinde büyü yapabileceği bir metafizik alanı açar.
Filmin başından beri tekinsiz bir his yaratan Salim’e yakından baktığımızda yasal olmayan yollarla para kazandığını görürüz. Omar’ın para kazanmak için Salim’le kurduğu ortaklık ise sözlü ve fiziksel şiddetle son bulur. Salim ‘memleketinde güçlü olan ailen burada senin yüzünden aşağılandı’ diyerek Omar’ın eşcinselliğine vurgu yapar. Müslüman bir adamın takma sakalında saklanan uyuşturucu ile de ‘tehlikeli sınıflar’ imgesinin altını çizen film uyuşturucu satarak hayatta kalan, sistemin uyuşturduğu sınıfı, üst sınıfın uyuşması için çalışırken resmeder, böylece uyuşmayı tersinleyerek ‘tehlikeli sınıfı’ oluşturmayı da başarır.
Baş karakterimiz göçmen, uyuşturucu kuryeliği yapan eşcinsel Omar’ın hayatı gittikçe üçüncü sayfa gazete haberine dönüşürken film hiçbir kavramı derinleştirmez.
Aşk, sevgi, paylaşım gibi kavramlar imlense de zamanla tüm bu kavramlar çıkar ilişkilerinin birer aracına döner.
Omar Johnny’yi amcasıyla tanıştırdıktan sonra Johnny, Nasser’ın evinde kiracı olan şairi, güç kullanarak evinden atar. Filmin başında gördüğümüz, bize tanıdık olan bu sahne ile Johnny’nin sisteme uyum sağlamakta güçlük çekmediğini görürüz. Omar ve Johnny çamaşırhanenin açılışını yaparlar ancak bu açılış çatışmaları kuvvetlendirir ve trajik yıkım başlar. Açılışa gelen Nasser ve Rachel, Tania ile karşılaşır. İki kadının diyaloğu kültür ve ekonomi temelli bir güç gösterisidir. İki kadın da bu konuşmadan mağlup çıkar.
Omar Tania’ ya kendisiyle evlenip evlenemeyeceğini sorar; para bulursa evlenebileceği cevabını alır.
Bu konuşmayı duyan Salim, Johnny’yi haberdar eder. Çamaşırhanenin açılışı ile tüm karakterlerin kirli çamaşırları ortaya saçılır. Baba Hussein hazırlanmak için uğraşırken açılış saatini kaçırmıştır. Çamaşırhaneye geldiğinde Johnny ile karşılaşır ve ondan bir iyilik ister ve şöyle der:
Film boyunca etrafında gezinen ırkçı grup, önce Salim’e sonra çamaşırhaneye saldırır. Johnny de bu saldırıdan yara alır. Alt kültüre yaşama olanağı vermeyen film, temizlik üreten çamaşırhaneye de zarar verir ve bunu yine alt sınıfın potansiyel enerjisini kullanarak yapar.
Sonuç olarak farklı kimlikleri anlatısının parçası olarak kullanan film yüzeysel ve taraflı bakış açısı ile bu kimlikleri seyirlik bir ürün olarak bize sunar.