Home > İnceleme - Analiz > Train Dreams: Gökyüzünden Görülen Hayat

Train Dreams: Gökyüzünden Görülen Hayat

Denis Johnson’un 2011 yılındaki aynı adlı romanından uyarlanan, Clint Bentley’in 2025 yapımı Train Dreams filmi, ayakları yere basan anlatımında hem sinemaya hem yaşama dair söyleyeceklerini çok iyi bilen bir yapım. Bu yüzden bu kadar etkili bir anlatımı kurabiliyor kuşkusuz.

Yeni Dalga filmlerinin dış anlatıcısı tarzı ile klasik anlatının dışındaki öncü tavır, filmin edebi ve şiirsel yönünü de kuvvetlendiriyor. Robert’in hayatı hem görüntüde hem de anlatıda birbirini tamamlayacak yetkinliğe sahip olabiliyor. Ayrıca Terrence Malick sinemasının doğa, insan ilişkisini, sinematografisini andırarak hem biçiminde hem de filmdeki duygu dünyası doğru şekilde kurduğunu da kanıtlıyor.

Bir yaşam portresi olan filmde, Robert karakterinin usulca yaşamına girer ve bir yaşam öyküsünün içinde barındırdığı her duyguyu hissederiz. Boşluğu, doğanın içindeki uçsuz bucaksızlığı, yersiz yurtsuzluğu, eksiklikleri, acıları ve bekleyişleri yansıtır.

Yaşam boyunca takip eden her bir izi taşır ve büyütür aslında film. Anlamını kendine müstesna kılar ama herkesin hissedebileceği, herkesin kendi yaşamında farklı şekillerde olsa da filizlenen aslında aynı olan duyguların özünü yakalar.

Robert’ın yalnız çocukluğu, yaşamında karşısına çıkan onu etkileyecek, bazı imgelerle geçiyor. Bunlar birinci dünya savaşı ve Amerikan tarihini de çevreleyen şeyler. Sonunda öyle savrulup giden, yaşamının gayesini pek de aramadan yaşayıp giden Robert tanıştığı Gladys ile sanki sonunda aradığını buluyor ve tamamlanmış gibi hissediyor.

Kendi hayatını mütevaziliği kuran Robert çalışmak için sık sık ailesini bırakıp gittiğinde, ormanlarda kestikleri her ağaçla birlikte doğanın içinde suçluluklarını usulca hissediyorlar belki. Bunu en iyi özetleyen filmde de söylenen ağaçlar en iyi dostun olabilir, seni korur kollar ama onlara dokunmazsan eğer sözü özetler. Eğer dokunursan aranızda bir savaş başlar deniyordu. Belki başlanan bu sessiz savaşta hayatta savrulmanın, tutunmaya çalışan tüm Robert gibi işçilerin sessizce, çaresizce beklediği bir sürüncemeye dönüşüyor bu.

Arn karakterinin yaşamının son günlerinde kafası karışmış bir şekilde ormanda oturup söylediği, doğayı izlediği sahnede söylediği ‘her şey güzel’ sözü bütün bunlar için söylenebilir. Bu söz ayrıca zamanla değişen değerlerin de hüznünü taşıyan filmde, her şeyin yerini alan yenisini ve zamanın acımasız geçişini de bir taraftan tarifler.

Ve bunun gibi birçok hayatın gizemini, ormanlarda çalışırken ölen işçilerin mezarlarının ağaçlara çivilenmiş olan botlarında, daha sonra da bir kısas için öldürülen işçi gibi hayat hikayelerinde buluyor.

Ormanda çalıştığı bir gün, birden apar topar köprüden atılan Çinli işçi de bu hikayelerden biridir. Robert’in sürekli gözlerini üzerinde hissettiği bir vicdani yükü haline gelir. Ona hayatı boyunca gözlerini dikip kendini hatırlatır sürekli. Sonunda başına gelen acı bir felaketle bütün hayatı çıkan yangında kaybettiği karısını ve kızının başına gelenler için de Robert bu yüzden cezalandırıldığını düşünür.

Bu olaydan sonra hayatını yalnız başına ve herkesten uzakta, içinde taşıdığı ve çevresinde gezinen hayaletlerle hala taşıdığı bir umut kırıntısı ile geçirir.

Yıllar boyunca gelmeyeceklerin arayışı ve umudu ile kendi halinde yaşar boş kulübede. Zaman içinde dünya da değişir. Yıllarca aralarında çalıştığı ormancılar değişmiş, kaba, bağ kuramadığı insanlar gelmiş. Aletler değişmiştir. Artık bu işi de yapamaz ve yalnızlığı ile yıllarını kulübesinde ve çevresinde çalışarak geçirir.

Robert’in geçip giden yıllardan sonra tanıştığı Claire ile kuleden baktığı yükseklikte her şeyin ne kadar sonsuz ve küçük göründüğünü konuşurlar. Tıpkı orada gördüğü büyüklüğü, daha sonra da ilk defa bindiği uçakta gökyüzünden baktığı tüm yeryüzünde görür yine. Küçük ve kaybolduğunu neredeyse yokmuş gibi silikleştiğini görür.

Daha sonra da uçsuz bucaksızlığın nefes kesiciliğinde Robert, yaşamın gizleri içinde kaybolup, sonunda sessiz bir şekilde kulübesinde yaşama veda eder.

Film anlatısını kurduğu zaman ve yaşam ile ilişkisini dingin bir şekilde kurgularken bu değerler üzerinden pastoral bir şekilde anlattığı hikâye, bugün fazla duyumsanmayan duyguların peşinden giderken, sinema da yine aynı dingin ritmiyle kendini konumlandırıyor.

Farklı örnekler verilebilse de özellikle Maura Delpero’un 2024 yapımı Vermiglio filmi benzer haleti ruhiyeye sahiptir. Yavaş akan yaşamın duyumsanması ve yaşamın zamanla ilişkisi üzerinden benzer pastoral şiirsel anlatılara sahiptirler.

Bir yaşam portresini de böyle incelikli bir şekilde gökyüzünden ama detayları ve incelikleri kaybolmadan anlatabilmiştir Clint Bentley Train Dreams filminde. 2025 yılının dikkate değer sinema örneklerinden biri olmuştur böylece diyebiliriz.

İsmindeki gibi yaşamın bir düş olduğunu vurgulayarak bunu yapabilmiş, zamanın kırılganlığını, doğa-insan ilişkisini ve bir yaşam portresini, sinemanın olanaklarını da etkin bir şekilde kullanarak başarabilmiş bütüncül bir anlatı ortaya koyabilmiştir.