Home > İnceleme - Analiz > The Man I Killed Yahut Bir Yokluk/Arayış Hikâyesi

The Man I Killed Yahut Bir Yokluk/Arayış Hikâyesi

Paris’te 1.Dünya Savaşı’nı sona erdiren ateşkesin ilk yıldönümü kutlanmaktadır. Askeri bir geçit törenini ve coşku içerisinde izleyen insanları görürüz. Kamera geçit törenini izlemek için yaklaşır ve koltuk değnekli birinin olmayan bacağının aralığından “araya girer”.

The Man I Killed 1

Savaş ne zaman biter yahut kameranın girdiği aralıkta sürmekte olan nedir? Sorunun ikinci kısmını sormamız hayata ilişkin perspektifimize ziyadesiyle bağlıdır. Burada söz konusu kamera militarist bir tutumla askeri geçit törenini, onu izleyen coşkulu kalabalığı ve belki de gururla dikilen gazileri de gösterebilirdi. Bambaşka biçimde hümanist tutumla bu ihtişamın tersyüzünde yaşanan acıları da gösterebilirdi. Söz konusu eğer henüz tutum olmayan bir perspektifi yaratmak, araya giren imgeyi açığa çıkartmak ise savaşla ilişkisi “yokluk/eksiklik” biçiminde hâlâ süren bir yerden, varlıkların savaşla ilişkisinin savaşın içinde olmaktan, savaşın görülmesinden fazla olmasını sağlayan bir yerden bakmak sinemanın tam da kendi özgün araçlarıyla kendini icra etmesidir.

Tören yolunu kat eden askerler ve durmakta olan tek bacaklı adam ve “bacağın olması gereken yerde” izleyenlerin gördükleri ve kameranın (bizim de) görmeye çalıştığı tören. Film iki kat olarak buradan açılır, savaştan ve yokluk olarak araya giren imge olan eksik bacaktan. Yönetmenin birinin olmayışıyla (ve kalanıyla da tabii fakat burada yokluk esas görüntüdür denebilir) üst üste bindirdiği iki görüntüden aslolan hareket durmakta ve geçip gitmeyecek olana ait olan, hiç eksik olmayacak yokluğa ait olanıdır. Belki de kamera orayı ikame etmeye çalışır çünkü hikâyenin devamı bu şekilde işler. Bir Alman askerini (Walter) siperde öldüren bir Fransız askeri (Paul) onun ailesine ulaşır ve nihayetinde onun yerini ikame eder diyebiliriz. Hatta Alman asker siperde ölmeden önce mektubuna adını yazarken elini kuvvetiyle ikame eden ve mektubu onun yerine göndererek varlığını ikame eden de onu öldüren Fransız askeridir.

Üniformaları ölerek ve ölmeyerek çıkarttığımıza göre Walter ve Paul diyebiliriz artık. Kilisede ön sıraları üniformalı askerlerin doldurduğu bir şükran ayini belki. Çanlar barış için (mi) çalıyor. Ön saflarda silah kılıfları, madalyalar, sıraların yanlarına dizilmiş kılıçlar ve diz çöktüğünde başkaldıran mahmuzlar.

The Man I Killed 2

Arkalarda biri (Paul) ruh huzurunu* aramaktadır, kilisede tek başına. Katil olduğunu düşünür ve Tanrı’nın yardımını bağışlamasını ister. Tanrı’nın evinin yanıtı ise onun sadece görevini yaptığı, ruhundaki ızdırabın gereksiz olduğudur. Tanrı da kuzeylilerden nefret ediyor diyerekten ve yarım askeri de unutmadan ( İyi Kötü Çirkin’e selam) burada duralım. Öldürme diyen Tanrı’nın hükmü ulusal yahut başka aidiyetlerin gerekleri ve hükmün gereklere göre eğilip bükülmesindeyse nerededir huzur? Yarım üniformayla yahut üniformasız olarak basit bir girdi gibi ele alındığında insan huzur nerededir? Branston Köprüsü’nü havaya uçuralım gidip başka yerde savaşsınlar yahut…

The Man I Killed 3

Ernst Lubitsch, The Man I Killed (Broken Lullaby) filminde huzur arayışıyla ve ona ermenin güzelliğiyle ikame etmiştir orayı belki de. Arayışın olmadığı yerde araya girme de sanat eseri de mümkün olmazdı kuşkusuz. Ölen askerin soyadının Hölderlin oluşu ve onun Ruh Huzuru şiiri sadece tesadüf müdür yahut:

“İyi bir şeydir insanın uzaktan bakabilmesi hayata
Ve anlayabilmesi hayatın kendini nasıl algıladığını,
Ayakta kalabilen, atıldıktan sonra tehlikenin kollarına,
Fırtınalarda ve rüzgârlarda yolunu bulabilmiş birisidir.
Ama güzelliği tanımış olmaktır daha da iyisi,
Bütün bir hayatın düzeni ve yüceliği olan güzelliği,
Harcanan çabaların zahmeti mutluluğun kaynağı olduğunda
Ve bilmek, zaman içindeki onca zenginliğin adını.”

 

* “Araya giren imge” kavramı Deleuze’den ödünç çalınmıştır.