Home > İnceleme - Analiz > Tetsuo: The Iron Man ve Siberpunk: Metalin İlahisi

Tetsuo: The Iron Man ve Siberpunk: Metalin İlahisi

Yönetmen Shinya Tsukamoto’nun ilk uzun metrajlı filmi Tetsuo: The Iron Man (1989), kimliği belirsiz bir adamın bacağındaki yaraya demir bir boru sokmaya çalışması ile başlar. Adam, kanayan ve kurtçuk dolu yarasının acısı ile kıvranarak kendini sokağa attığı anda bir arabanın altında kalır. Bu başlangıç ne kadar ani ve sarsıcı gelse de aslında filmin geri kalanına göre sakin bir sahnedir.

Tetsuo, Japonya’da 80’lerin sonu ile 90’ların başı arasında gelişen “Japanese Cyberpunk” (Japon Siberpunk’ı) akımına aittir. Filmi ve ait olduğu akımı incelemeden önce yönetmenden bahsetmek istiyorum ki bu akıma ve filmin şiddetine biraz daha aşina olalım.

Yönetmen Shinya Tsukamoto (1960) küçüklüğünden beri sinemayla ve oyunculukla ilgilenmiş, gençken kısa filmler çekmiştir. Üniversite döneminde Edogawa Ranpo kitaplarından Juro Kara tiyatrolarına kadar deneysel tiyatroya ve grotesk içeriğe ilgi duyan Tsukamoto, kurduğu tiyatro ekibi ile (oyuncuları sonrasında Tetsuo’da da oynamıştır) farklı tiyatro oyunları sahneler. Tsukamoto üniversite sonrası reklam endüstrisine atılır. Hedefi, profesyonel film ekipmanı edinebilmektir. İlk uzun metrajlı çalışmasından önce ekibindeki oyuncuların yardımı ile iki kısa film çeker:

  • The Phantom of Regular Size (1986)
  • Denchu-Kozo (1987)

Bu iki film (özellikle Tetsuo’nun çoğu sahnesinin erken hallerinin bulunduğu The Phantom of Regular Size) hızlandırılmış sahneler, stop-motion-vari animasyonlar ve her türlü teknolojik/mekanik şeye dair neredeyse fetişistik bir takıntı ile Shinya Tsukamoto’nun belirgin sinematik diline açılan kapı niteliği taşır. Tsukamoto, bu iki filmden ve reklamcılık işinden kazandığı ekipman ve deneyim ile Tetsuo’yu çekmeye başlar.

Film, yönetmenin canlandırdığı “metal fetişistine” arabasıyla çarpan ofis çalışanı bir adamın başına gelenleri konu alır. Ofis çalışanı ve kız arkadaşı, metal fetişistini farkında olmadan ezdikten sonra, öldüğünü sanıp onu ormanda bir çukura atarlar. Ancak ölmeyen metal fetişisti, bu adamı “lanetler.” Filmin kalanı, kısaca, adamın metalden bir canavara dönüşmesini, o esnada kız arkadaşını öldürmesini ve onu lanetleyen metal fetişisti ile “birleşip” daha büyük bir canavar haline gelmesini konu alır. Filmi özetlemek nafiledir çünkü belli bir hikâyenin veya olay örgüsünün dışında hareket eder. Ana hatları çözüldüğü zaman filmin içeriği hem sembolik hem de duyumsal bir şekil alır.

Film şiddetli ve çarpıcıdır. Karakterin demirden bir canavara dönüşmesi uzun ve acılı bir süreçtir ve film bu sürecin her anını sertçe yüzümüze vurarak gösterir. Adamın her parçası, her uzvu (ilk önce yanağında bulunan bir demir parçası, sonra dişlerinin dökülüp demire dönüşmesi vs.) film boyunca değişip durur. Tetsuo’nun konusu basit görünse de yönetmenin kamerayı, ışığı ve oyuncuların hareketlerini kullanış biçimi filmi ağır bir deneyim haline getirir.

tetsuo the iron man 2

Film, hızlı kesitlere ve çarpık bir kurguya sahiptir. Hızlandırılmış sahnelerle, ani bağırışlarla ve sokakta geçen sahnelerin şiddetini arttırmak için kullanılan stop-motion animasyonlarla süslüdür. Karakterler dengesizdir; toplamda 6’dan az karakter vardır ancak hepsinin davranışları ve hareketleri tuhaf, insan dışı ve saçmadır. Ana karakter olan ofis çalışanının her hareketinde bir çarpıklık, davranışsal bir eğrilik vardır. Attığı her adımda kusacak gibi tökezler ve inleyip durur. Ofis çalışanının kız arkadaşı daha konuşkandır ancak makyajı insan dışıdır ve yılanı andıran hareketlerle ilerler. Tüm karakterler terli ve gergindir; ne konuşmaları ne de hareketleri alışık olduğumuz biçimdedir. Tsukamoto ilk kısa filmlerinden sonra, 35mm kullandığında filmde oluşan kumlanma benzeri etkiden hoşlandığı için 8mm yerine 16mm filme geçmiş ve filmi siyah beyaz çekmiştir. Böylelikle elde ettiği “doğal olmayan” bir gerçeklik yaratma çabası başarılıdır.

Böyle bir yapıt değerlendirileceği zaman ilk önce zamanına ait bir eser olarak bakılır. Tetsuo ondan önce gelen çoğu filme kıyasla tamamıyla farklı bir dünyaya aitmiş gibi gelse de aslında Japonya’da, 80’lerin başından beri gittikçe ilerleyen bir sanat dalgasının parçasıdır.

“Japanese Cyberpunk” (Japon Siberpunk’ı), Japonya’da 80’lerde punk/yeraltı kültürünün etkisi ile ortaya çıkan ve çoğunlukla sinema merkezli olan bir akımdır. Gakuryu Ishii’nin Burst City (1982) ve Crazy Thunder Road (1980) gibi filmleri, Katsuhiro Otomo’nun Akira mangası (1982-1990) gibi eserler, Japonya’nın ekonomik ve endüstriyel gelişimini vahşi ve ağır şekilde inceler. Motor çeteleri, silahlar, endüstriyel/punk müzik ve vahşet bu eserlerde sıklıkla kullanılan öğelerdir. Tsukamoto’nun filmleri de bu alanda kendini belli etmiştir.

Bu akımın 3 önemli yönetmeni vardır:

  • Gakuryu Ishii (1957)
  • Shinya Tsukamoto (1960)
  • Shozin Fukui (1961)

Gakuryu Ishii, 80’lerin başında çektiği punk ağırlıklı bilimkurgu filmleri ile popülerleşmiş ve bu akımın ilk temsilcilerinden biri olarak tanınmıştır. Shozin Fukui ise Tetsuo filminde asistan yönetmen olarak çalışmıştır. Sonrasında, kendi bilimkurgu filmleri 964 Pinocchio (1991) ve Rubber’s Lover (1996) ile türü ileri taşımıştır. Paranoyak, insanlık dışı ve vahşi karakterler bu mekanik cehennem panoramasının topraklarında yaşarlar. Shinya Tsukamoto’nun ve Tetsuo filminin yeri ve görevi ise bu türü daha bilinir kılmak olmuştur. Tetsuo: the Iron Man, karakterlerinin deliliği ve setlerinin dağınık karmaşası ile bu film türünün ana hatlarını çizmiştir. Metal fetişistinin teneke dolu odası, çelik fabrikaları ve yıkılmak üzere olan evler bu evreni donatır.

tetsuo the iron man 3

Tetsuo’daki katliamın ve endüstriyelliğin arkasında, insanoğlunun yeniliğe ve değişime zoraki alışması üzerine temel ve insani bir hikâye yatar. Filmin geçtiği fabrikalar ve şehir panoramaları, karakterin geçirdiği dönüşüm ve bu dönüşüme karşı gösterdiği (nafile) direnç hikâyenin ana damarlarıdır. Eser, insanlığın hızlı teknolojik gelişime karşı tepkisi olarak görülebilir; bu temalar göz önünde bulundurulduğunda filmin değişme ve kabullenme üzerine olduğu apaçıktır. Teknolojik ve endüstriyel devrim (Japonya’nın endüstriyel gelişimi bağlamını da unutmazsak), insanı insanlıktan çıkan bir safhaya getirir. Bu sosyo-ekonomik değişimin o dönemdeki refah havasını yansıtmaya çalışan başka içeriklerle (80’ler Japonyasında yeşeren ve daha optimist, cezbedici olan filmler, animeler vs.) karşılaştırıldığında filmin tutumu daha negatiftir. Yönetmen, filmi yaparken reklamcılık sektöründeki deneyimlerinden esinlendiğini söyler. Ofis çalışanı karakterinin (tipik ve ideal Japon erkek arketipi) canavara dönüşmesi (yozlaşmak, değişmek) bunu simgeler. Karakterlerin uzaylı gibi davranması da insanlığın bu sert koşullu endüstriyel devirde nasıl çarpıtıldığını ortaya koyar. İnsana benzemiyorsak, eski bedenimizden eser kalmadıysa “insan” olmaya nasıl devam edebiliriz ki?

Filmin sonunda metal fetişisti, tepeden tırnağa canavarlaşmış olan adama geleceğin tamamıyla metalden oluştuğunu gösterir. Bu dünyayla yüzleşen ofis çalışanı, metal fetişisti ile aynı varlığa dönüşmeyi kabul eder. Bu canavar Tokyo sokaklarını gezmeye başlar. Tabi burada kişisel bir anlam da yüklü. Birisi için değişirken, ona benzerken kendimizin de şekillendiğini görürüz. Ne kadar fiziki olsa da (filmde görüldüğü gibi) o kadar da manevidir. İnsanlar arası değişim ve gelişim de söz konusudur. Tokyo sokaklarını gezen bu makine-varlık neyin sembolüdür? Tetsuo: The Iron Man’in cevabı “İnsanların birbirleriyle kurdukları bağın gücü” olur. Dolayısıyla, filmin sonu karanlık gibi dursa da aynı zamanda pozitif imalara sahiptir. Dönüşüm içinde olduğumuzda, tazeliğin ve yeniliğin verdiği haz bizi o yeni sonuca karşı heyecanla doldurur. Filmin sonunda canavarın/metal fetişistinin dediği gibi:

Our love can destroy the whole fucking world!

Tetsuo: The Iron Man şiddetli ve ekstrem bir filmdir ancak kalbinde insancıl bir hikâye yatar. Yönetmenin biçimsel ve estetik tercihleri, oyunculuğu ve toplumsal bağlamları, yapıtı güçlü ve önemli bir film haline getirir. Filmin gücü, şoke edici ve saldırgan dış kabuğunun altında teorik ve dokunaklı bir merkezi olmasında yatar. Tetsuo: The Iron Man’in yarattığı dünya ne kadar yaşanılamaz dursa da bir o kadar bizimkine benzer, filmin belki de en güçlü (hatta korkutucu) tarafı budur.