Home > Özel Dosya > Siperden Bir Bakış…

Siperden Bir Bakış…

Savaş sahnelerinin en güzellerinden birini Mario Monicelli çekti (Büyük Savaş – 1959) , filme adını veren büyük savaşın gerçekleştiği sahne tam orası olabilir diye düşünebiliriz… Sekans başlar, kamera sahneyi (iki mevziinin arasında, ateş hattının ortasında) tarar: ölmüş bir asker; ölmüş bir eşek; tüten iki karavana, devrilmiş ve delinmiş; siperde konuşan askerler; konumuz teftişten menfi olarak geçen çorba ve tarifi… Gözcü koşarak gelir; bir tavuk vardır… Yemek düşünün böylesi, menfi çorbayı tavuk bile beğenip yemez… Bir asker gıdaklayarak tavuğu çekmeye çalışır, aferin devam et… Savaş komuta işi, gelin teğmenim… Her şey baştan başlar, Avusturyalılar fark etmeden halletmeli işi… Teğmen tavuğa ekmek atılması işini ustalıkla yönetir ama askerlerimiz beceremedi bu işi, yedeğin de yedeğiydi o ekmek, büyük fedakârlıktı üstelik… Lanet Avusturyalı bir horoz ürümesi, gördüler… Şimdi düşmana doğru gidiyor… Tavuğun fahişe olduğuna karar verdik, Teğmen umutludur yine de ama maço asker silahına davranır, bize yar olmayanı… Lâkin askerimizin attığı kurşun vuracağına uçurdu onu karşıya, karşıda lanet Avusturyalı sevinç çığlıkları, savaşı onlar kazandı, üstelik bizim kurşunumuzla… Siperde hüzün… Bilmediğimiz dildeki sevinç ne diyor, Almanca bilmeyen tercümanımız anlatıyor… Savaşı kaybettik… Haydi, işimize dönelim…

İki kifayetsiz askerin (Oreste ve Giovanni) öyküsü hazin biter, ironi ve mizah yakamızı bırakmaz yine da varoluş anında… Birbirleri için ölmeyi becerebilir bu iki kifayetsiz ve aldırışsız asker…

Bu sekansa geçişin az öncesinde teftiş yapan generalin dürbünle karşı mevzie baktığını görürüz, dürbünle bakış esnasında perde kararır ve bahsettiğimiz sahne başlar… Geçiş doğrudan başlasa da anlamlı olabilirdi lâkin bu hâliyle daha da ironiktir çünkü generaller bu savaşı göremezdi çünkü general teftiş ettiği çorbada askerin bulduğu lezzeti de görememişti… Kurşunlarımız kendi generallerimiz için, dipçikleri havaya kaldırıp, safları bozalım!

Savaşta askerler ne zaman uyur, savaşma anlarının dışında asker neyi düşünür? Eve dönmek için hücuma kalkar asker, eve dönmek için her şey, savaş sahnelerinin ardı da çekilir de ardında değildir çoğu kez… Salt ardı çekmek, yüceltimsiz eve dönüş düşü, mevziiler arasında bir karaçam ve bir tilki… Ölümcül görev, “ben giderim, ama önce işemem gerek”… “Hayvanlar kanın kokusunu aldığında, kesimhaneye gönderilmeden önce işeyip, sıçarlar. Bu bizim de hayvan olduğumuz anlamına mı gelir? Burası ya da dışarısı… Burada ölmeyi yeğlerim. Komutanım, izin verin.”(1) … Bang! Ölüme gönderilen neden ölmek için gitmek zorunda olsun ki, kendisi ve burada daha kolay, kızıl bir kahkaha… Ermanno Olmi’nin filmi (Çayırlar Yeniden Yeşerecek – 2014) arddadır… Kon Ichikawa ardın ardında öteye geçmiştir, insanın ötesine (Nobi – 1959) … Lanetliler ordusudur sanki yürüyen, bitmiş bir savaşın ardında, lâkin savaş sonrası değildir bu art –unutmayalım-.

Dün bizim buraya aklını yitirmiş bir askerin geldiğini gördüm. Düşman askeriydi. Neredeyse çıplaktı, dövülmüştü, her yanı yara bere içindeydi ve açtı, bir hayvandan farkı yoktu; bizim gibi baştan aşağı kıllarla kaplıydı ve vahşi bir hayvana, ilk insana, bir maymuna benziyordu. Kollarını sallıyor, soytarılık ediyor, şarkı söyleyip, çığlıklar atıyor, hır çıkarmak istiyordu. Yemek yedirdikten sonra onu gerisingeri araziye saldılar. Onları nereye yerleştirebilirdik ki? Üstleri başları lime limeydi, sığınacak bir barınakları, gidecek yolları yoktu, gece gündüz, dere tepe demeden uğursuz hayaletler gibi dolaşıyorlardı. Kollarını sallıyorlar, kahkahalar atıyorlar, bağıra çağıra şarkı söylüyorlar, birbirlerine rastladıklarında kavga çıkarıyorlar yahut birbirlerini görmemiş gibi geçip gidiyorlar. Neyle mi besleniyorlar? Büyük olasılıkla hiçbir şeyle, belki de vahşi hayvanlarla ve gece sabaha kadar birbirleriyle hırlaşan, acı acı havlayan, aşırı yemekten azmanlaşmış yabani köpeklerle birlikte cesetlerle besleniyorlar. Geceleri ise, fırtınanın uyandırdığı kuşlar ve ucube pervaneler gibi ateşin başına toplanıyorlar. Biri ateş yakmaya görsün, yarım saat içinde soğuktan donmuş maymunlara benzeyen üstü başı dökülen bir düzine gürültülü, vahşi karaltı, onun civarına üşüşür…”(2)

Ichikawa’nın ordusuydu bu dedim oydu, Kobayashi aynı yıl “İnsan Manzaraları”nın ilkini sundu (Kubrick ikincisinde neden ondan bahsetmedi?). Hâlâ insanlık onuruna inanıyordu Kobayashi: “Tanrı şahidim ne olursa olsun eve döneceğim.”(3). Bir dönüşü izlemiştik uzun serüvende. Ichikawa’nın ordusu dönüşünü yitirmiş devri daim etmekte ve maymun (!) avlayarak…

O halde yürüyüşü yine Leonid Andreyev’le kızıl kahkahaya dönüştürelim:

O kadar çoklar ki. Yüzlercesi uçurumlarda, sağlıklı ve akıllı insanlar için hazırlanmış kurt tuzaklarında, dikenli tellerin ve kazıkların kalıntıları üzerinde öldü. Onlar düzenli, kendi içinde bir mantığı olan savaşları birbirine katar, her zaman ön saflarda, her zaman zaman korkusuz bir kahraman gibi savaşırlar ama genellikle kendi adamlarına karşıdırlar. Tam sevdiğim tipler. Şu anda sadece delirmek üzereyim ve bu yüzden seninle oturup konuşuyorum, ancak aklım beni tümüyle terk ettiğinde sahaya çıkacağım, evet, çağrıda bulunacağım, bu yiğitleri, bu korkusuz şövalyeleri etrafımda toplayacağım ve bütün dünyaya savaş ilân edeceğim. Neşeli bir kalabalıkla, müzikle ve şarkılarla, köylere, kasabalara gireceğiz, geçtiğimiz her yer kandan kıpkırmızı olacak, her şey birbirine girecek, ateş gibi dans edecek. Sağ kalanlar bize katılacak ve cesur ordumuz çığ gibi büyüyecek ve tüm dünyayı temizleyecek… Kim söylemiş öldürmenin, yakıp yıkmanın ve yağmalanın yasak olduğunu?

Kim söylemiş öldürmenin, yakıp yıkmanın ve yağmalamanın yasak olduğunu? Öldüreceğiz de yağmalayacağız da yakıp yıkacağız da. Biz neşeli, gamsız yiğitler tayfası, her şeyi, onların binalarını, üniversitelerini ve müzelerini yıkacağız; ateşli kahkahalarla dolu şen çocuklar, yıkıntıların üzerinde dans edeceğiz. Akıl hastanesini vatanımız ilân ediyorum; henüz çıldırmamış olanların tümünü de düşmanlarımız ve delilerimiz… Yüce ve yenilmez olan ben, dünyanın tek hâkimi ve efendisi olarak hüküm sürdüğümde, neşeli bir kahkaha evreni sarsacak!” (4)

(Game of Thrones kötü bir mekanik düştü, big datanın altından kalkacağı değildi). Kobayashi de Ichikawa da bu evreye gelmedi, Ichikawa biraz ötesine geçmişti yine de ayrık bir manzara olarak sundu bunu, ayrık ve aykırı… Ötesine Werner Herzog (Aguirre – Tanrının Gazabı – 1972) geçmişti evet, ötesini anlatmıştı:

Denize ulaşınca daha büyük bir gemi yapıp Trinidad’ı İspanyol hükümetinden almak üzere kuzeye açılacağız. Oradan, seferimize devam edip Cortez’ den Meksika’yı alacağız. Ne de büyük bir hainlik olacak! İşte o zaman, bütün Yeni İspanya elimizde olacak ve tarih yazacağız tıpkı, diğer sahne oyunları gibi. Ben, Tanrı’nın Gazabı kendi kızımla evlenip dünyanın göreceği en saf hanedanlığı kuracağım. Birlikte bütün kıtaya hükmedeceğiz. Ve var olacağız. Ben Tanrı’nın Gazabı’yım! Kim benimle birlikte?” (5)

siperden bir bakis 2

Ölmüş ve sürünen bir Tanrı’dan ancak miras aldığımız gazabıyla kurtuluşa erebilir miyiz bilemem fakat Aguirre’nin sorusunu Pasolini cevaplamıştır önceden (Domuz Ahırı – 1969) : ”Ben. Babamı öldürdüm, insan eti yedim ve zevkten titredim.” (6)

siperden bir bakis 3

…Akıl hastanesinde hiç kavga gördün mü? Hayır mı? Ben gördüm? Onlar aklı başında insanlar gibi dövüşüyorlardı? …” (7)

Samuel Fuller’in filminde (Ölüme Koşanlar – 1980) akıl hastanesindeki son yemek sahnesinde savaşırlar, aldırışsızca devam eder deliler yemek yemeye, sonra birinin içinde insan uyanır, silahı eline alır bir deliyi vurur, zevkten titrer… Bağırır sonrasında: “Ben akıllıyım, ben sizdenim”… Savaş sahnelerinin en güzellerinden bir diğeri… Zevkten titrer, deli ve izleyen…

Günün birinde Lee Marvin ve Toshirô Mifune bir adaya düşer, anlamadan konuşuruz…

siperden bir bakis 4

 


Referanslar

(1) Torneranno i prati, Ermanno Olmi – 2014
(2) Kızıl Kahkaha, Leonid Andreyev (Everest Yay. 2019- age 45,46)
(3) Kızıl Kahkaha, Leonid Andreyev (Everest Yay. 2019- age 29)
(4) Kızıl Kahkaha, Leonid Andreyev (Everest Yay. 2019- age 46,47)
(5) Aguirre-der Zorn Gottes, Werner Herzog – 1972
(6) Porcile, Pier Paolo Pasolini – 1969
(7) Kızıl Kahkaha, Leonid Andreyev (Everest Yay. 2019- age 44)