Mike Leigh’ın 1993 yapımı Naked filmi Postmodern dünyaya dair Johnny karakteri üzerinden bir inceleme gerçekleştirir. Johnny bir Nihilistir. Ona göre dünyada varılacak herhangi bir amaç yoktur, Schopenhauer gibi karanlık bir ruh haline sahip küskün ateisttir. (Johnny’ye göre) Eylemleri belirleyen genel geçer kurallar yoktur, insan bu dünyaya fırlatılıp atıldığı için eylemlerini şekillendirecek ‘dogmatik’ metinlere ihtiyaç duymaz, hedonist bir yapıdadır, Jeremy Bentham’ın ilkesine sadıktır. Bentham’a göre eylemlerin iyi veya kötü olarak ayırt edilmesinde etkin olan evrensel içerikli kavramlar değil, o eylemden duyduğunuz haz ve acıdır. Eğer bir eylemi gerçekleştiriyorken yüksek bir haz duyuyor ve acıdan uzaklaşabiliyorsanız o eylem iyidir, ancak bir eylemi gerçekleştiriyorken acı duyuyor ve hazdan oldukça uzaksanız o eylem kötüdür. Kavramların içeriklerini belirleyen bireyin kendisidir.
Naked filminde gördüğümüz Johnny ise estet bir bireydir, hazlarının esiri olmuştur bu yüzden de mutsuz olmaya mahkumdur zira Schopenhauer’un da dediği gibi dünyada daha az acı çekmek istiyorsak hazlarımızın esiri olmamamız gerek, şayet daha çok hazlarımız bizi esir alıyorsa mutsuzluk kaçınılmaz olarak bizi bulacaktır. Johnny sahip olmaktan çok sahip olma arzusunu sever, bu yüzden film boyunca bir çok kadınla birliktelik yaşar ancak bu birlikteliklerin sonunda onu mutlu bir şekilde hiçbir zaman görmeyiz, bu yüzden şehvetin peşinde bir o yana bir bu yana savrulur durur. Onu hiçbir şey tatmin etmez, aslında hayattan da pek bir olumlu beklentisi de yoktur, dediğimiz gibi o hayatın acılarla dolu olduğunu düşünür, umut kavramını çoktan yitirmiştir, bir evsiz olarak yaşar, bir kinikten farkı yoktur, mevcut düzeni sorgular, ne vardır ne yoktur, kimlik sorunu yaşamaktadır ve buna sebep olanda onu kabul etmeyen onu kaldırımlara kusan şehirdir. Burada aklımıza Nietzsche’nin Böyle Söyledi Zerdüşt adlı kitabından şu paragraf aklımıza gelebilir;
‘Ey Zerdüşt, burası büyük şehirdir; burada bir şey bulamazsın ve her şeyini kaybedersin sen.’
Johnny şehirde kaybolan birkaç kişiden sadece birisidir, kameranın kadrajına girmeyen bir sürü daha Johnny bulunmaktadır zira Mike Leigh araya birkaç tane daha kaybolmuş, şehir tarafından kaldırımlara kusulmuş kişileri bize gösterir. Bu insanlar bir hiçlik içerisinde volta atmaktadırlar, melankoliktirler ve hayata karşı en ufak bir beklentileri yoktur bunun sebebi hayatı mutlulardan daha iyi bilmeleridir. Johnny birisinin onu anlamasını ister ancak o kadar yalnızdır ki onu anlayacak ‘kendisi’ dahil hiç kimse yoktur, bu yüzden fikirlerini beyan ederken oldukça öfkelidir, sinirlidir, ağzından tükürükler saça saça konuşur. Bu düzenin iğrençliğini bildikleri halde ona boyun eğmekten başka hiçbir şey yapmayan insanlara karşı içinde ki kini döker. Bir kabullenme sorunu yaşar, hayatı kabullenemez, yaşamını kabullenemez, insanları kabullenemez. Tek bildiği şey bu düzenin hoyrat bir hazcılıktan oluştuğudur, o düzen tarafından tecrit edilmediği için ve düzen içerisinde yaşadığı için günün sonunda o düzenin bir parçası haline gelmesi oldukça doğaldır ve Johnny o düzeni kendi kimliğinde taşır, arzularının peşinden savrulur durur.
Schopenhauer der ki, kendisi fark etmeyen, kendisini bilmeyen ve kendisini bilmediği içinde kendisine bir yol çizemeyen, hazlarının peşinden sürüklenen insan karaktersiz bir insandır. Bu argümandan yola çıkarak Johnny’nin pardon Postmodern bireyin karaktersiz olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa aşırı bir yorum mu olur? Karar sizin.