Herkese merhabalar. Daha önce kısa film analizi yazmamıştım. Bu yazı da deneyimlemenin iyi olacağını düşündüm. 2023 yılında Berke Ham tarafından yönetilen Blue Minor kısa filmin hakkında analiz yapmak isterim. Melankolik bir sanatçımızın çevresindeki insanların ona savurduğu yargılar içerisinde yaşadığı acıyı konu edinmektedir. Kısa filmi genel bakış açısıyla anlamaya çalıştığımızda insanın sanatı “bir yuva” olarak nitelendirebildiğini anlayabiliriz.
Önyargılar özellikle saf insanı yıkar ve derin bir üzüntüye boğar. Eğer toplumda sürekli sessiz kalan biriyseniz yaşadığınız kırgınlığı da izlemiş gibi oluyorsunuz. Benim en çok etkilendiğim sahne parmaklarını kanatıp tabloyu ağlayarak kana bulaması olmuştu. Bu durum biraz da karakterin kişiliğine de bağlı oluyor. Yani eğer gerçekten özgüvenli vurdumduymaz olsaydı asla umursamayabilirdi de. Bazen her insanın çokça yaşadığı fazla saf davrandığı dönemler olduğunu düşünüyorum. Çok saf, aşırı duygu dolu ve dokunsak ağlayacak zamanlardan mutlaka geçebiliriz. Sanatın melankolik insanların gözüyle bir iç döküş olduğunu düşünüyorum, yaşadığı kırgınlıkları ve atlamadığı melankolik dönemleri resimleriyle azaltabiliyorlar.
Toplumda yaşanılan olayları resim üzerinden görmek bile insan da çok fazla fark etme hissi oluşturuyor. Ancak kişi fark ettikçe ve empati yaptıkça anlayış dolu olabilir. Günümüzde birçok ünlü tabloya baktığımızda bile çizen ressamların iyi kötü zor dönemlerden geçtiğini kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Filmde ressamın arkadaşlarımın onu kötülemesi acısını bastırmak değil de, biraz daha sanatının üzerine gitmesine sebep olmuştur. Çünkü ağlayışları ve haykırışlarını hep bir tablo üzerinden yaşamaktadır.
Yönetmenle yaptığım röportajı da sizlerle paylaşmak isterim.
- Sinemaya bakış açınızı anlatır mısınız?
Sinemaya bakış açım tamamen şu: Sinema ya da film yapmak benim için parkta oynamak gibi bir şey. Sağa sola koşup bir şeyler deneyip sonuçlarını gördüğüm daha sonra daha farklı şeyler yaptığım bir süreç. O yüzden film yapmayı parkta oyun oynamak gibi görüyorum. Kendime bir alan yaratıp o alanın içinde oyuncaklarla oynuyorum. Yani özetle sinema benim için bir rahatlama aracı, eğlendiğim bir yer. Bir süreç boyunca kendi kendime kurallarını benim koyduğum yeni bir dünya yarattığım bir alan.
- Filmde neden melankolik bir sanatçının hikayesini anlatmak istediniz?
Melankolik karakter seçme mevzusu ise tam olarak şöyle: Ben ilk film yapmaya başladığımda temele aldığım nokta bireylerin aşırıya kaçmaları ve bu aşırılığın onları yavaş yavaş sona sürüklemesi idi. Bu söylediğimi ne kadar başarabildim tartışılır. Evet iki filmde de bir sona sürüklenme var ama bence kendime öz eleştirim olsun bu sürecin gelişimini çok göremiyoruz. Aşırıya kaçan karakterler üzerinden hikayelerimi oluşturduğum için onlara aşırılığa sebebiyet verecek dertler yükledim.
- Sizin için en anlamlı sahne neydi? Neden en çok o sahneden etkilendiniz?
İki filmimin de çoğu sahnelerini sevemiyorum çünkü bence ikisi de çok eksik sahnelere sahipler ama iki filmin de sonunu severim karakterler arınmalarını yaşıyorlar ve film bitiyor.
- Melankolik sanatçıların size göre diğer sanatçılarla farkları nelerdir?
Bazı sanatçılar dertten beslenmeyi çok severler. Benim yarattığım karakterler de o şekil. Ama ben hiç aralarında ki farkı düşünmedim. Benim karakterlerimin sanatçı olmalarının sebebi bir dışavurum aracı da kullanmak istememdi. Bu sebeple iki karakter de ressam ve tabloları ile duygularını dışa vuruyorlar. Onun dışında düz birey de olabilirlerdi.
- Karakterimizi kendinizle içselleştirdiniz mi? Yani karakterimize kendinizden bıraktığınız ortak özellikler var mıdır, varsa nelerdir?
İki karakter de bazı noktalarda benden ufak parçalar taşıyorlar ama ağırlıklı olarak karakterlerin esinlendiği noktalar çevremdeki bazı insanların karması. Gördüğüm kişiliklerin bir karması iki karakter de.