Home > Özel Dosya > Yönetmen Dosyası > Postmodern Sinemanın Kalbi Kırık Yönetmeni: Charlie Kaufman

Postmodern Sinemanın Kalbi Kırık Yönetmeni: Charlie Kaufman

Being Charlie Kaufman: Kim Bu Charlie Kaufman?

Akademi ödüllü Charlie Kaufman’ın sıradışı bir hikayesi var çünkü hem 40 yaşından sonra şöhret sahibi olmuş birisi hem de yaptığı işler, izleyicileri tarafından çok sevilmesine rağmen yeterince büyük kitlelere ulaşamıyor. Velhasıl, Kaufman’ı anlamak için önce Kaufman’ın çıkış filmi olan ve bana göre Amerikan sinemasının en iyi filmlerinden birisi olan Being John Malkovich’in yapılış aşamasına inmeliyiz.

Kaufman’ın The Guardian’a verdiği röportaja göre Kaufman, bu filmin senaryosunu elden ele tüm Hollywood’da dolaştırmış ama filmin senaryosu fazlasıyla cesur ve alışılmadık olduğu için yönetmenlerin hepsi risk almaktan kaçarak bu filmi çekmeyi reddetmiş. Birisi hariç, o da daha önce hiç uzun metraj film çekmemiş, daha sonradan muhteşem başka filmlere de imza atacak olan genç ve cesur, o zamanlar henüz reklam yönetmeni olan Spike Jonze. İkisinin önceden bir tanışıklığı olmamasına rağmen vizyoner Jonze, senaryoya hayranlık duyarak ilk uzun metraj filmi olarak Being John Malkovich’i çekmeye karar vermiş. Bu iki ismin kimyaları o kadar uyuşmuş olmalı ki daha sonra bu filmin çekiliş sürecine de değinen ve Charlie Kaufman’ın kısmen otobiyografik hikayesi olan, senaristliğin ve tıkanmanın zorluklarını yaratıcı bir senaryoyla anlatan Adaptation. filmini de yaptılar. Being John Malkovich, vizyona girdikten Kaufman, BAFTA En İyi Özgün Senaryo Ödülü’nü alarak dikkatleri üzerine toplayan ve filmleri ilgiyle takip edilen birisi haline geldi.

Spike Jonze ile Being John Malkovich ve Adaptation. gibi iki tane harika uzun metraj filme imza atan Kaufman, sonrasında Fransız yönetmen Michel Gondry ile de iki film yaptı. Kaufman, Gondry ile birlikte yaptıkları ilk film olan Human Nature ile pek büyük bir başarı yakalayamamış olsa da sonrasında yazdığı Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmi ile artık tüm sinemaseverlerin yolunun en azından bir kere düştüğü birisi olmayı başardı.

YÖNETMEN KOLTUĞUNDA

Kaufman, senaristliği ile yeterince tanındıktan sonra 2008’de vizyona giren, başrolünde Philip Seymour Hoffman gibi büyük ve oldukça saygın bir ismin olduğu Synecdoche, New York başyapıtının hem yönetmenliğini hem senaristliğini üstlendi. Kaufman’ın o zamana kadar yapmış olduğu en postmodern ve en karmaşık film olmasının yanında oldukça hayranlık uyandırıcı bir film olmayı da başarıyor. Orta yaşlı bir tiyatro yönetmeni olan Caden, hayatını bir tiyatro piyesine dökmeye karar veriyor ve bu piyes henüz yapım aşamasında iken bile Caden’ın hayatı sürekli bozulduğu için bir türlü sahnelenemez ve işin içinden çıkması imkansız hale evriliyor.

Kaufman, daha sonra Duke Johnson ile Anomalisa isimli bir stop-motion film yapıyor ve yer yer fazlasıyla Being John Malkovich’i anımsatan bu filmde de ana karakter kimlik bunalımı yaşayan orta yaşlı bir yazardır. Filmin neredeyse tamamı bir otelde geçmesine rağmen film oldukça ilginç senaryosuyla ve Kaufman’ın kara mizahıyla izleyiciyi ekranda tutmayı başarıyor ve yine -hakkı çok teslim edilmemiş olsa da- karşılık bulan bir film oluyor.

Daha sonrasında en son filmi olan ve bence Netflix kitlesince harcanmış olan I’m Thinking of Ending Things, kanaatimce yaptığı en duygusal filmi yapıyor. Bu film, Synecdoche, New York ile şu açıdan oldukça benzerlik taşıyor; birisi tiyatro içinde tiyatro yaparak izleyici bir bozulma dehlizine sokarken bu filmde ise Kaufman, aynısını film içinde film yaparak yapıyor.

KAUFMAN’IN DERDİ NE?

Kaufman’ın tüm filmlerine baktığımızda filmlerinin ortak bazı temalar etrafında döndüğünü görebiliriz. Kendisinin filmografisinde varoluşsal sancılar, aidiyet krizi, kimlik karmaşası, hafıza, ölüm korkusu gibi temalara rastlarız. Hatta Being John Malkovich’ten I’m Thinking of Ending Things’e kadar düşününce Kaufman’ın yaşıyla birlikte ana karakterin yaşı da ilerliyor sanki. Hep nevrotik, varoluşuyla, olduğu kişiyle derdi olan entelektüel bir erkek karakter görüyoruz. Bu onun filmlerinin neden sahici hissettirdiğini açıklıyor. Anlattığı hikaye ne kadar özgün olursa olsun, karakterin korkuları ve nitelikleri o kadar sahici ki izlediğimizde bizi mutlaka etkilemeyi başarıyor.

Being John Malkovich’te olduğu kişiden memnun olmayan başarısız kuklacı, huzuru bulmak için farklı bir bedene ihtiyaç duyuyor. Adaptation.’da nevrotik senarist Kaufman, kendisini tek bir ana karakterle temsil etmekten rahatsız olmuş olmalı ki kendisine kurgusal bir ikiz yaratarak yarı otobiyografik bu filminde tek bir karaktere Charlie Kaufman’ın olmanın yükünü bindirmiyor. Eternal Sunshine of the Spotless Mind’da hafızasından kurtulmak isteyen, geldiği noktadan memnun olmayan bir eski çifti izliyoruz. Synecdoche, New York’ta çevresine hızla yabancılaşan ve varoluşunu anlamlandırmaya çalışmakla meşgulken ne olup bittiğini anlamlandıramayan, hayatın kaosuna yenik düşek bir adamın hikayesine şahit oluyoruz. Anomalisa’da tanınmış bir yazarın çevresine hatta ailesine bile yabancılaşmasını ve bunun hem kendinde hem de çevresinde yarattığı huzursuzluğa şahit oluyoruz. I’m Thinking of Ending Things’deyse hayatta hiçbir zaman istediği gibi olamamış, potansiyelinin altında kalmış ve sıradan olmuş, geçmişiyle yüzleşmekten kaçınsa da geçmişi onu ölümüne kadar takip etmiş yaşlı bir adamın yaşadığı zarif ve melankolik delüzyonları görüyoruz.

Yani işin özü Kaufman filmlerini ne kadar birbirinden farklı, yaratıcı anlatılarla kursa da tüm karakterler aslında tek bir karakterin farklı varyasyonları. Bu da bize hem bir dehanın yazdığı senaryoları izletiyor, hem de o dehanın karakteri ile tanışmamıza vesile oluyor.