* Nazi Almanya’sındaki Son Kantçı- Filozofun Ölümü
“Nazi Almanya’sında, Yahudi esirlerin tutulduğu bir birimde yetmiş kişi kalıyorduk. Ne tesadüf ki kampın numarası 1492’ydi, yani Yahudilerin İspanya’dan sürüldüğü tarih. Fransız üniformamız sayesinde Hitler döneminin şiddetinden hâlâ korunabiliyorduk. Ama “özgür” denen diğerleri, bizimle iş yapan, bize iş veya emir veren veya sadece bize gülümseyen insanlar –ve yanımızdan geçen, bazen başlarını kaldırıp bize bakan kadınlar ve çocuklar– bizi insan derimizden soyuyorlardı. Onların nezdinde biz insanaltı varlıklardık, bir grup büyük maymunduk. Biz, onların türü içine hapsolmuş, kullandığımız bütün kelimelere rağmen dili olmayan varlıklardık.
Sonra, birkaç haftalık kısa bir süre boyunca, başıboş bir köpek hayatlarımıza girdi – tabii nöbetçiler onu kovalayana kadar. Bir gün, muhafızların gözetimi altında çalışmaktan döndüğümüzde, köpek bu ayaktakımıyla tanışmaya geldi. Kampın civarındaki yaban bir arazide hayatta kalmayı başarmıştı. Ona “Bobby” diye egzotik bir isim verdik, tıpkı insanların sevdikleri köpekler için yaptıkları gibi. Sabah sayımında ortaya çıkar, çalışmadan döndüğümüzde bizi bekliyor olur, bizi görünce atlayıp sıçramaya ve neşeyle havlamaya başlardı. Onun gözünde insan olduğumuza şüphe yoktu. O köpek Nazi Almanya’sındaki son Kantçı’ydı, ilkeleri ve dürtüleri evrenselleştirmek için gereken zihne sahip olmasa da…”(1)
“3 Şubat 1804’te üniversitenin (aynı zamanda hekim olan) rektörü ziyaretine gelir. Kant oturduğu yerden güçlükle kalkar, ayakta durur. Rektör oturmasını rica edince de hiçbir şey söylemeden öyle durur. Bunun üzerine öğrencisi Wasianski, rektöre Kant’ın, konuğu oturmadan oturmayacağını söyleyince, Kant da dile gelir: “Doğru, insanlık duygum beni daha terk etmedi”.
Ama yaşam terk etmektedir. Yatağa düşer. 12 Şubat 1804’te, epey zamandır çevresinde bekleşenler, sabahleyin işitilmesi güçleşen nabzının yitip gittiğini ancak öğleye doğru, saat 11’de kesin olarak belirleyebilirler-
Immanuel Kant ölmüştür-
– Ölümsüzlüğe ulaşmak için de artık bol zaman vardır önünde…” (2)
* İfşa ve İfa Anı
John Sturges’in 1978 tarihli The Eagle Has Landed (Kartal Kondu) filminde bir seçkin bir grup Alman paraşütçü, Winston Churchill’e suikast düzenlemek göreviyle İngiltere’ye indirilirler. Bu seçkin grup Polonya askeri üniformaları giymiştir ve bu üniformaların altında da kendi üniformaları vardır.
Bunu yapmalarının sebebi ise eğer gerekirse, gerçekte neyseler o olarak savaşıp ölmek içindir. Alman paraşütçüler olarak ölmek, casus gibi kim oldukları belirsiz olarak değil.
Küçük bir köye geldiklerinde bir su değirmeninin yanında oynayan iki küçük çocuk görürüz. Askerler değirmenin yanına geldiklerinde küçüklerden bir tanesi onları izlemek için, değirmene giden su kanalının üstündeki küçük köprünün çitlerine tırmanır, çitlerden bakarken bir anda düşer ve düşerken de çığlık atar. Alman askerlerinden birisi tereddüt etmeksizin akıntıya atlar güç bela küçük kızı kurtarır ancak kendisini kurtaracak fırsatı bulamaz ve değirmenin çarkının metal kanatlarına saplanarak can verir. Çark kendisini yukarı kaldırdığında Polonya üniformasının altındaki Nazi üniforması açığa çıkar ve oraya bir anda toplanan kalabalığa karşı kimliği ve hâliyle diğerlerinin kimlikleri de ifşa olur…
“Neyseler o olarak savaşıp ölmek” için giyilen üniforma yine bir ölüm anında açığa çıkar ve yine bu ölümün de bir savaş/hayat kurtarma savaşı olduğunu söylememiz mümkündür de bir bakıma.
Başlangıçtaki ifşa ve savaş heteronomik bir duruma ilişkindir. Bir an geldiğinde savaşmaya karar verilecek ve savaşta “neyseler öyle o olarak” yer alarak, ait oldukları ulusa/ülkeye ve onun iyiliğine bağlı olarak canlarını vereceklerdir, tâbi oldukları yasaya uyarak…
Ölen Nazi askeri muhtemelen kanala düşen kızın çığlığını duyduğunda ve ona baktığında salt kendi başınadır, “ne ise olarak” duymaktadır ve bakmaktadır. Ansızın belki de neredeyse düşünmeksizin yahut daha doğru biçimde söylersek hızlı biçimde ve özgür hayal gücüyle eyleme geçerek suya atlar. Onu eyleme geçiren yasa üstündeki heteronom ve sahte heteronom tüm katlardan aşmıştır, insanlık duygusu onu suya iten eylem olmuştur. Kendi yasasının buyruğuna uyarak, otonom bir özne olarak, “ne ise o olarak” suya atlar, tüm kaygısı diğeri/kız içindir. Özgür bir ifa anında heteronom ve otonom tüm durumlarının ifşasına sebep olur bu an. Askerdir, müttefik askeridir, sahte müttefik üniforması giymiş Nazi askeridir. Sonrasında yaşananlarda askerin durumu unutulur lâkin unutulan yerde “ne ise o olarak” bir iz bırakmıştır. İz öylesine karmaşık bir hâldedir ki şimdi, nihayetinde ölen Nazi askeridir-içindeki insan o anla birlikte ölmüştür, iki heteronom kattan ikincisi üstünde durmaktadır.
* “Ben her nesneyle nesnel olarak karşılaşır, Ama Ben’le karşılaşmaz.“ (3)
Başka bir durumda ölseler nasıl ölecekti sahi, ifşa olmuş bir Nazi askeri olarak değil de bir Nazi askeri olarak ölmüş olsaydı yahut hiç ifşa olmamış müttefik askeri sanılarak ölseydi? Ne olursa olsun yine içindeki insanla ölecekti kuşkusuz. İçindeki insan, dışındaki her şeyden aşkın olacaktır lâkin aşkınlık da ancak ve ancak kendisini otonom bir özne olarak ifa ettiği zaman mümkün olacaktır. Her diğeri için duyduğum kaygı ancak içimdeki otonom özneyi harekete geçirebilir ve açığa çıkarabilir ve özgür bir eyleme yol açabilir. Ancak diğeriyle özgür olabilirim çünkü ancak bir diğeriyle eyleme geçebilirim ve ancak onun için duyduğum içimdeki şeyle hayal edebilirim bu eylemi. Bir diğeri beni mümkün kılar. Mümkünlerin en iyisi olmam için genel içinde kendimi değil, kendi içimdeki geneli bulmam/bilmem gerekir, ne isem o olarak ve ancak bu yolla kendimi ve geneli kavrayabilirim.
Ölen Nazi asker kendisini ifa ettiği/bulduğu anda (tüm zamansallıktan sıyrılıp ebedi bir şimdiye tekâmül ettiği, mutlu ve hâliyle korkusuz insanın şimdisi) imkânsız sayılabilecek ancak bir şeyler yapabileceği bir anda bir çıkış yaratır kendisi aracılığıyla. Zor ve nihai olarak kendisi için yanlış bir sonuca (ölüme) sebebiyet veren bir yaratımdır bu lâkin hakikattir, imkânsız bir anda kendi gücüyle yarattığı hakikat. Deleuzeyen bir ifadeyle ancak “kendi ölümüyle” hakiki bir bireysellik elde etmiş ve özel bir ad kazanmıştır. Her ne kadar bu ad bizim için “sahte üniforma giydiği ifşa olan Nazi askeri” olsa da bu adla değil adı konulmamış eylemin eyleyeni olarak biliriz onu. O artık kendi adına konuşmamaktadır. O kendi adına eylemiştir ve bu eylem kendinden kişiselsiz ve ait olduğu yeğinlik adınadır ve gerçek adı da buradadır. O gerçek adını eylemiştir ve üstündeki tüm katlar ve katlara ait genel eylemler bu özel’liğin hiçbir şeyini örtemez artık, ne onun kendisi ne de başkalarının aracılığıyla örtülemez saf bir tekillik olarak, olan bitenin öznelliğinden ve nesnelliğinden arınıktır artık.
Başkalarındaki yansımalarımla bilirim kendimi ve başkaları daima sürer, ben gittikten sonra bile.” Mutlu bir insanın korkması gerekmez. Ölüm karşısında bile.” (5)
“Çitserçesi Pirenelerin üstünde.” (4) Ne ise o olarak…
(1) Emmanuel Levinas- https://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-nazi-almanyasindaki-son-kantci/1314
(2) Immanuel Kant, Fragmanlar, s.60-Kırmızı Kedi Yayınları
(3) L.Wittgenstein, Defterler, s.110-Doğu Batı Yayınları
(4) Daniel W.Smith, Saf İçkin Yaşam-Norgunk Yayınları
(5) L.Wittgenstein, Defterler, s.104-Doğu Batı Yayınları
(6) Görsel: John Sturges, The Eagle Has Landed, 1978 (bir başka çitserçesi)