Home > Özel Dosya > Yönetmen Dosyası > Mani Ratnam: Mesih Kimliğine Bürünmüş Karakterler

Mani Ratnam: Mesih Kimliğine Bürünmüş Karakterler

Tamil Sinemasının önemli isimlerinden birisi olan Mani Ratnam’ın çekmiş olduğu filmler sosyalist yapılıdır . Mani Ratnam’ın filmlerine bakarak rahatlıkla Tamilli yönetmenin komünist bir kimliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz . Mani Ratnam’ın filmlerinde karşımıza çıkan burjuvazi ve devlet kurumları toplumda var olan alt tabakada ki insanları ezmekte , onları sömürmekte ve onları tartaklamaktadırlar . Özellikle polisler alt tabakada bulunan fakirleri , göçmenleri ve işçileri toplumdan tecrit etmeye onları toplumdan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar . Ezilen alt tabakanın haklarını savunacak hiç kimse yoktur. Orta ve üst sınıf tarafından hor görülen alt tabaka , tüm bu olanlara karşın ,onların karşısında el pençe durmaktan başka hiçbir şey yapamazlar . İçlerinden onlara beddua ederler ve Tanrılarına onların haklarını savunabilecek , onlarında insan olduğunu herkese haykırabilecek , Mesih niteliklerine sahip , onları bu durumun içerisinden kurtaracak bir insan göndermesi için yalvarırlar . Benim de yazımda değineceğim mesele budur . Mani Ratnam’ın filmlerinde ki baş karakterler Mesih niteliklerine sahiptirler . Bunun altında yatan sebep Tamilli Yönetmenin komünist bir kimliğe sahip olmasıdır .

Mani Ratnam 2

 

Batı da Karl Marx ‘peygamber’ olarak görülmektedir . Türkiye de peygamber kelimesinin tek bir anlamı vardır , ancak Batı’da peygamber kelimesinin iki anlamı mevcuttur , bunlardan birincisi ‘kahin’ ikincisi ise ‘vahiysel varlıktır.’ Batı da Marx için referans alınan anlam ‘kahinliktir.’ Çünkü Engels’ın Anılar adlı kitabında da bahsettiği gibi , Karl Marx 1844-1847 yılları arasında tarihsel materyalizmin ilkelerini ortaya koymuş , daha kapitalizm dünya’ya egemen olmadığı halde kapitalizmin anatomisini doğru bir şekilde çıkarmayı başarmıştır .

Hegel ‘bir dönem kapandıktan sonra onu kuş bakışından görebilirsiniz .’ demiştir , ancak Karl Marx henüz yirmili yaşlarındayken , ve henüz kapitalizm ve modernite dünyaya egemen olmamışken , daha sonra dünyanın en tehlikeli ideolojisi olarak düşünürler tarafından adlandırılacak kapitalizmin sesini herkesten önce duyup , doğru bir şekilde yorumladığı için, onu Batı da ‘kahin’ anlamını taşıyan ‘peygamber’ kelimesi ile nitelendirmişlerdir. Sosyolojide de ‘Peygamber Düşünürler’ adlı bir kategori mevcuttur , bu kategorinin içerisinde de Karl Marx bulunmaktadır , sosyolojide atıf yapılan peygamber niteliklerine sahip bireyler ise ; ortaya attığı fikirler ile toplumların değişmelerine sebep olan düşünürlerdir.’ Karl Marx’ın bu peygamber niteliği Mani Ratnam’ın sinemasında bulunan , Mesih niteliklerine sahip baş karakterlere doğru kaymıştır . Bizim Tamilli yönetmenin sinemasında gördüğümüz ‘kurtarıcı bireyler’ aslında Karl Marx’ın imgelemidirler . Ceplerinde bir Daskapital taşımıyorlardır ancak dillerinin altında yatan bir Komünist Manifesto mevcuttur . Biz bu durumu ünlü yönetmenin Iruvar ve Nayakan adlı filmlerinde net bir şekilde görmekteyiz .

Mani Ratnam 3 e1673213213898

Mani Ratnam filmleri aracılığı ile Hindistan’ın özgürlük meselesine de değinmektedir . Hindistan ve Pakistan arasında ki sorunlara da filmlerinde yer vermektedir . Belli bir dönem Hint sinemasında Pakistan devleti ‘terörist’ olarak gösterilmiştir . Kunal Kohli’nin 2006 yapımı Fanaa adlı filminde ve Mani Ratnam’ın 1998 yapımı Dil Se adlı filminde bunu net bir şekilde görebilmekteyiz . Dil Se filmi üzerinden Tamilli yönetmen Hindistan’ın özgürlük meselesine , Hindistan ile Pakistan arasında ki soruna , Hindistan’ın o dönem ki iç karışıklıklarına değinmektedir . Mani Ratnam Hindistan’ın özgür bir ülke olup olmadığına dair görüşlerini Dil Se filminde kendilerine mikarofon uzatılan halkın ağzından dile getirmiştir . Bu filminde karşımıza çıkan baş karakterimiz bir gazetecidir , bu gazetecimiz bir gün sokağa iner ve halka ‘Hindistan’ın özgür bir ülke olup olmadığını sorar .’ halk ise gazetecinin beklemediği yanıtları vermeye başlar .

‘Hindistan’ın bağımsızlığının son 50 yılıyla ilgili düşüncelerin nedir ? Nasıl bir ilerleme kaydettik ?-Özgürlük nedir ? Bizler özgür değiliz . -Köy ağaları gittikçe daha da güçlenip bizleri parçaladılar .+Sence de hiçbir bedel ödemeden ilerlememiz mümkün mü ?-Hayır . Hükümet sürekli olarak baskı altında tutuyor . Vahşet iyiyi de kötüyü de vuruyor . Sonra da özgür müyüz diye soruyorsun . Hangi anlamda bir özgürlük bu böyle ? -İlerleme yok , çıkmaza doğru ilerliyoruz. ‘

Hindistan’ın bir numara olduğunu söyleyenler ise sadece çocuklardır , burada Mani Ratnam’ın vermeye çalıştığı mesaj oldukça güzeldir . ‘Hindistan’ın özgür olduğunu ve bir numara olduğunu düşünenler sadece ‘çocuklardır.’ ‘

Mani Ratnam 4

Mani Ratnam’ın filmlerinde karşımıza çıkan Mesih niteliklerine sahip olan karakterler halk tarafından ilahlaştırılmaktadırlar . Artık bir sorun ile karşılaştıkları zaman ilk gittikleri yerler türbeler değildir . Mesih niteliklerine sahip olan baş karakterlerimizin evleridir . Kurtarıcının evi halkın gözünde mabete dönüşmüştür . İnsanlar artık bir zorluk ile karşılaştıkları zaman ilk akıllarına gelen Tanrılarının isimleri değil , Mesih niteliklerine sahip olan kurtarıcılarının isimleridir. ‘Tanrım bana yardım et’ den halk ‘Kurtarıcımız bize yardım et’ e geçiş yapmıştır. Biz bunun en güzel örneğini , ‘Nayakan’ isimli ‘Hindistan’ın Godfather’ı’ olarak kabul edilen filminde ki bir sahnede görmekteyiz . Bir anne kucağında ki bebeği ile Mesih kimliğine sahip olan baş karakterimizin evinin avlusunun ortasında  ‘Yardım et , bebeğim iki günden beri kan kusuyor ‘ diye bağırdığını görmekteyiz . Anne , bebeğini alıp hastaneye götürmek yerine ya da bebeğini alıp bir türbeye götürmek yerine , Mesih kimliğine sahip olan kurtarıcının evine ilk götürmeyi tercih etmiştir . Oysa karakterimiz ne bir doktordur ne de bir din adamıdır . Bebeğin üzerinde maddi ve manevi olarak iyileştirici bir gücü yoktur . Ancak buna rağmen anne bebeğini ilk olarak mabet olarak gördüğü kurtarıcısının evine götürmeyi tercih etmiştir . Çünkü o her şeye gücü yetebilen kadir-i mutlaktır . O , onları düştükleri çukurdan kurtarmayı başarmış bir Mesihtir . O , onların insan sınıfına tekrardan girmelerini sağlamış bir peygamberdir . Onun yapamayacağı hiçbir şey yoktur , o her şeye gücü yetendir , nasıl ki ezilen halkı aşağılanmaktan kurtardıysa , iki günden beri kan kusan bir bebeği de iyileştirmeye gücü yetebilecek potansiyeldedir .

‘O geldiği zaman sanki önümüzde tapacağımız bir Tanrı belirir , ona saygılarını sun ve ona tap .’

Mani Ratnam’ın filmlerinde ki baş karakterlerin bir davaları vardır . Kendilerine problemler edinmişlerdir . Iruvar filminde ki baş karakterlerimizin problem haline getirdikleri mesele işçi haklarıdır . Nayakan adlı filminde ise baş karakterimizin problem haline getirdiği mesele devlet kurumları tarafından özellikle de polisler tarafından hor görülen , tartaklanan , göçmenler ve gecekondularda yaşayan fakir insanların haklarıdır . Dil Se adlı filminde ise baş karakterimizin problem haline getirdiği mesele Pakistanlı insanların haklarıdır . Burada Hannah Arendt’in bir sözü ile parantez açmak istiyorum . ‘Haklara sahip olma hakkı’. Bir insanın tüm haklardan yararlanabilmesi için ne tür bir hakka sahip olması gerekmektedir ? Bir insanın , insan sınıfına girebilmesi yani haklara sahip olabilmesi için onun sadece biyolojik açıklaması yeterli midir ?

İnsan sınıfına giren ‘insanlar’ haklara sahip olabilmektedirler , insan sınıfına girmeyen ‘insanlar ‘ ise Hannah Arendt’in değimi ile ‘çırılçıplak ‘ ortada bırakılmaktadırlar . Bir insanın insandan kabul edilmesi için gerekli şartlar nelerdir ? Onun sadece doğasallığı insan olması için yeterli bir etmen midir ? Yoksa etmenlerden sadece bir tanesi midir ? Karl Marx 1845 yılında yazdığı Feuerbach Üzerine Tezler adlı makalesinde insanın insan sınıfına girmesi için onun doğasallığının yeter bir etmen olmadığını söylemektedir . Tıpkı Aristotelesçi bir tavır ile insanın ‘sosyal-kültürel’ bir varlık olduğunu vurgulamaktadır . Marx , insanı insan sınıfına sokan büyük etmenin onun sosyal kimliği olduğunu dile getirmektedir . Benzer bir ifadeyi Lewontin ‘İdeoloji Olarak Biyoloji ‘ adlı kitabında dile getirmiştir . Lewontin ‘İnsanı oluşturan , insanı var eden , onu var kılan tek unsurun kalıtım olmadığını , kalıtımın insanı oluşturan tek etmen olmadığını , sadece nedenlerden birisi olduğunu’ ifade eder. Lewontin insanların atomcu ve indirgemeci yaklaşımlarını bir kenara koyarak organizma ile çevresinde ki ilişkiye yönelmelerini ve bu yönelmelerinin sonucunda organizma ile çevresi arasında çok zengin bir bağ göreceklerini dile getirir . ‘Nasıl ki bir kek sadece undan oluşmuyorsa , insan da sadece kalıtımdan oluşmuyordur .’ Benzer bir yaklaşım postmodernistler de ve posthümanistlerde de vardır . Her ikisi de insanı sadece biyolojiye indirgenmesine karşıdırlar  . Bu yüzden Lamarck’a karşı olduklarını rahatlıkla ifade edebiliriz .

Mani Ratnam 5

 

Değindiğim argümanlar üzerinden Hannah Arendt’in meselesine gelecek olursak , buradan şunu çıkartabiliriz diye düşünüyorum . Bir insanın haklara sahip olabilmesi için tek yeterli sebep onun biyolojik açıklaması değildir , eğer insanların tüm haklardan yararlanabilmesi için tek yeterli etmen onların biyolojik açıklamaları olsaydı bugün biz elli yıl önce Batı’da kurulmuş olan  ‘insanatbahçelerinden ‘ bahsediyor olmazdık . İnsanların haklardan yararlanabilmeleri için gerekli olan en büyük etken onların sosyal kimlikleridir. Örnek verecek olursak , 17-18-19.yüzyıllarda kadınların sosyal kimlikleri sadece cinsiyetlerinden ibaretti , erkeklerin kadınların cinsiyetlerini referans alarak ortaya koymuş oldukları haklardan yalnızca kadınlar yararlanabiliyorlardı , üniversiteye gitme hakları yoktu , sanat ile uğraşma hakları yoktu , en önemlisi insan olma hakları yoktu , Aydınlanma Çağı ile birlikte ‘insan’ kategorisine girenler sadece beyazlar , erkekler ve batılılardı , kadınların o dönem insan olma hakları elinden alınmıştı . Benzer bir durum işçiler içinde geçerliydi . Karl Marx İngiltere de bulunan işçilerin insan sınıfına sokulmadığını dile getirmektedir . Marx’ın, işçilerin insan sınıfına yükseltilmesi için ön gördüğü şey bir proletarya devrimiydi . Bu devrim 1917 yılında Rusya’da gerçekleşmiştir. Marx’ın hiç ihtimal vermediği bir ülkede gerçekleşmiştir . Çünkü Karl Marx komünist bir devrimin ancak asgari düzeyin üstünde bir  kapitalizmin ve şehirleşmenin olduğu bir yerde gerçekleşebileceğini söylemiştir – bu yüzden feodal sosyalistlere karşıydı-. Hatta o dönemlerde Rus yoldaşları ile mektuplaşmalarında ‘Rusya’nın bu devrim için uygun bir yer olmadığını ‘ dile getirmiş , hatta Lenin Nisan tezlerini yazdığında başta kendi arkadaşları da olmak üzere ona ‘Rusya hiçbir zaman kapitalist bir ülke olmamıştır bu yüzden bu topraklarda sosyalist yapılı bir devlet kurulamaz .’ diyerek karşı çıkmışlardır.

Bu meselenin parantezini geniş tutabiliriz , aynı şeyleri Zenciler , Yahudiler , Müslümanlar , Türkler , Kürtler içinde dile getirebiliriz . Mani Ratnam’ın yapmaya çalıştığı şeyde budur . Asla parantezi kapanmayacak meseleleri filmlerinde işlemeye çalışmaktadır , onlarda ; işçilerin hakları , Hintlilerin hakları , Pakistanlıların hakları , göçmenlerin hakları , alt tabakada bulunan insanların haklarıdır . Bu saydığımız kategoride ki insanların haklara sahip olma hakları yoktur . Bu haklara sahip olamadıkları içinde , devlet kurumları tarafından toplumdan tecrit edilmeye zorlanırlar . Haklara sahip olanlar sadece burjuvaziler ve siyasetçilerdir . Bu yüzden Mani Ratnam’ın filmlerinde değindiği noktalar ile İran Yeni Dalgasının ünlü isimlerinden Cafer Penahi’nin filmlerinde değindiği noktalar birbirlerine benzemektedir. İkisi de devlet kurumları Nefi edası ile hiciv ederler . Mani Ratnam’ın filmlerinde kaçakçılar ile polislerin iş birliği halinde olduklarını görürüz . Politikacıların ön plana koydukları meseleler halkın sorunları değil , egolarıdır. Mani Ratnam’ın sineması için hicivsel özelliklere sahiptir diyebiliriz . Devletini , devletinde bulunan kurumları ve burjuvazileri eleştirir. Bu eleştirisini Luis Bunuel tarzı ile gerçekleştirmez ancak bu filmleri çeken de sanki Karl Marx’ın bir imgelemidir. .