Home > Özel Dosya > Yönetmen Dosyası > Korku Sinemasında Zirveyi Zorlayan Yeni Nesil 5 Yönetmen

Korku Sinemasında Zirveyi Zorlayan Yeni Nesil 5 Yönetmen

Sevgili sinemaseverler, bugün bir kez daha korku türüyle ilgili yazarak karşınızdayım. Korku sineması, ögeleri iyi ele alındığında her zaman kalbinizi hızlandıran bir tür olmuştur. Sam Raimi’nin 1981’de Evil Dead ile daha kariyerinin ilk filmiyle bu türde adından söz ettirdiği, Dario Argento’nun neon renklerle parlattığı bu büyülü dünya, bugün yeni nesil yönetmenlerle yeniden şekilleniyor. 21. yüzyılın yeni korku ustaları, cesur hikâyeler, yenilikçi görseller ve derin temalarla türü adeta yeniden keşfediyor. İşte korku sinemasında parlayıp bence ustalaşmayı da başaran beş yeni nesil yönetmen ve onların tüylerimizi ürperten eserleri:

midsommar

Ari Aster, korku sinemasında psikolojik derinlik ve estetikle çığır açtı. 2018 yapımı Hereditary (Ayin), aile travmalarını doğaüstü korkuyla harmanlayarak seyirciyi sarsan bir başyapıt niteliğinde. Aster, 2019’da Midsommar ile gündüz ışığında geçen bir korku hikâyesi anlatarak türün sınırlarını zorladı. Her iki film de seyircisinden çok yüksek puanlar aldı ve Aster’in görsel estetiği, çağdaş korku sinemasının mihenk taşlarından biri oldu.

The Lighthouse

Robert Eggers, filmlerindeki gotik atmosfer ve tarihsel korku türüyle tanınıyor. 2015’te The Witch (Cadı), 17. yüzyıl İngiltere’sinde bir ailenin çöküşünü, yavaş tempolu ama yoğun bir korkuyla sundu. Eggers, 2019’da The Lighthouse (Deniz Feneri) ile delilik ve mitolojiyi karanlık (siyah-beyaz) bir şiirsellikle işledi. Her iki film de Sundance’te övgü topladı ve Eggers’ın minimalist ama etkileyici tarzı, korku sinemasına yeni bir soluk getirmeyi başardı.

get out

Jordan Peele, bence korkuyu sosyal eleştiriyle buluşturan bir deha. Bunda oyunculuğundaki komedi altyapısının da büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. 2017’deki Get Out (Kapan) filmi, ırkçılık üzerine keskin bir gerilim sunarak Oscar kazandı. 2019’da Us (Biz) ile aile dinamikleri ve sınıfsal çatışmayı korku temasıyla işledi. Peele’nin filmleri, sadece korkutmakla kalmıyor, toplumsal yaralara da ayna tutmayı başarıyor. Yönettiği 3 uzun metraj film ile 156 ödüle aday olup bunlardan 108’ini kazanması, filmlerinin modern korkunun klasiklerinden olduğunun en güçlü kanıtı.

titane

Julia Ducournau, korku unsurunu insan bedeni üzerinden ele alan bir yönetmen ve feminist bakış açısıyla da dikkat çekiyor. 2016’da Raw (Çiğ), bir veterinerlik öğrencisinin yamyamlığa dönüşen yolculuğunu anlatırken Cannes’da FIPRESCI Ödülü kazandı. 2021’deki Titane ise cinsiyet, kimlik ve makine-insan ilişkilerini cesurca işleyerek Cannes’da bu kez Altın Palmiye’yi aldı. Ducournau’nun filmlerinde, korkunun rahatsız edici ama bir taraftan da etkileyici bir sanat formuna (tabii ki sinemanın içinde) dönüştüğünü hissedebiliyoruz.

i saw the tv glow

Jane Schoenbrun, korku sinemasında cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimler söz konusu olduğunda geleneksel normları ve ikili cinsiyet anlayışını reddederek diğer yönetmenlerden ayrılıyor. 2024 yapımı I Saw the TV Glow (Televizyonun Parıltısını Gördüm), trans kimlik ve pop kültür nostaljisini birleştiren deneysel bir korku filmi. Sundance’te prömiyer yapan film, A24’ün en yenilikçi yapımlarından biri olarak övüldü. Schoenbrun’un melankolik ve soyut tarzı, korku sinemasına duygusal bir derinlik katıyor.

Yukarıda bahsettiğimiz bu yönetmenler, korku sinemasını sadece Jump-scare (korku filmlerinde izleyiciyi ani bir değişiklik ve yüksek sesle korkutarak ürkütmeyi amaçlayan bir teknik)’lardan ibaret olmaktan çıkararak, psikoloji, toplum ve kimlik gibi temaları cesurca işliyorlar. Ari Aster’in aile dramaları, Eggers’ın gotik masalları, Peele’nin sosyal eleştirileri, Ducournau’nun beden politikaları ve Schoenbrun’un queer hikâyeleri, korkunun sınırlarını genişletmeyi başarıyor. Türk sinemaseverler için de bu filmler, hem evrensel korkuları hem de çağdaş meseleleri anlamak için bir kapı aralıyor ki içinde bulunduğumuz internet çağında bu konulara çok da yabancı sayılmayız. Get Out’u izlerken ırkçılığın soğuk yüzünü, Raw’u izlerken insan doğasının karanlık yönlerini hissedebiliyoruz. Film festivallerinde bu tür filmlerin izlerini sürmek, benim gibi sinema tutkunları için eğlenceli oluyor. Bu noktada şunu önemle belirtmek isterim: Türkiye’de de yeni nesil korku sinemacılarının filmlerini desteklemeye devam edelim ki perde kapanmasın.

Hepinize sinema dolu günler dilerim.