Yönetmenliğini Semih Kaplanoğlu’nun yaptığı bu üçleme, filmlerin kronolojik sırasına baktığımız zaman ise orta yaştan çocukluğa uzanan Yusuf’un hayat hikayesini ele almaktadır. Yumurta, Süt ve Bal filmlerinden oluşur. Yumurta filmi Avrupa Film Festivalinde 12 dalda aday gösterilirken, Bal filmi ise yine aynı festivalin en prestijli ödülü olan Altın Ayı ödülünü kazanmıştır.
Filmlerinde çok katmanlı bir yapı gördüğümüz Semih Kaplanoğlu birçok sanat dalını ve akımını bir potada eritmeyi başarmıştır. Resim ve betimleme sanatını uzun çekim doğa planlarıyla, filmde gördüğümüz birçok küçük objeyi ya da olayı metaforlaştırarak ve sembolleştirerek felsefe ve sembolizm ile bütünleştirmiştir. Gördüğümüz çoğu olay, örneğin Yusuf’un rüyasında kuyuya düşmesi, Yusuf kıssasına göndermedir. Filmlerde aynı oyuncuların farklı zamanlarda farklı karakterleri canlandırması çok katmanlılığın göstergesidir. Yumurta da Ayla karakterini oynayan kişiyle süt de Semra karakterini oynayan kişinin aynı olması buna örnektir. Filmlerin giriş sahneleri daha minimalist, doğa ile iç içe ve uzun çekimler ile oluşturulmuştur.
İlk film olan Yumurta, Yusuf’un annesinin ölümü sonucu memleketine geri dönüşünü ve benlik arayışını, Süt de Yusuf’un ilk gençlik yıllarını ve annesiyle kopuşunu anlatırken, Bal’da ise Yusuf’un babası Yakup’un ölümü sonucu (Bu da Yusuf Kıssası’na bir göndermedir) annesiyle baş başa kalışını izleriz. Buradaki baba ismi seçimi de göründüğü üzere rastgele değildir.
Annesinin ölümü neticesinde Tire’ye geri dönen Yusuf oradan hemen ayrılmak ister. Onu ilk durduran kişi Ayla olacaktır. Sonrasında eski bir arkadaşı ve en sonda bir köpek bu gidişi engelleyecektir. Film boyunca annesinin ölümüne ağlamayan Yusuf son geri çevrilişte ağlamaya başlar. Annesi hep onun geleceğini beklemiştir, banyo dolabındaki açılmamış diş fırçası bunun işaretlerindendir. Ayla ise annesinin ona emanetidir.
Derin, hem sembolik olurken hem de duruluğundan fazla bir şey kaybetmeyen bu filmi herkese öneririm.