1- Un Homme Et Une Femme – Bir Kadın Bir Erkek
Bir film stüdyosunda çalışan dul Anne Gauthier ve karısı intihar etmiş olan otomobil yarışçısı Jean-Louis Duroc, çocuklarının okuduğu yatılı okulda karşılaşırlar. Jean-Louis, Anne’ı Paris’e geri götürürken, aralarında bir aşk doğar ancak Anne’in eski kocasını unutması zor olacaktır.
Claude Lelouch’un yönettiği, Cannes’da altın palmiye ve Oscar’da da 2 tane ödül alan yönetmenin en çok bilinen filmi olan Un Homme et une femme (A Man and a Woman)’in en büyük başarısı zamanının ötesindeki çekimi, kurgusu ve Francis Lai’nin yazdığı unutulmaz soundtrack.
2- 2046
Wong Kar-wai’nin aşk üçlemesindeki son film olan 2046 üçlemenin önceki filmlerinden (Days of Being Wild, In the Mood for Love) farklı bir şekilde çok daha fütüristtik bir yıl olan 2046 yılıyla açılır. 2046 yılına insanlar kayıp anılarını hatırlama istekleri sonucu yola çıkar ama Tak’tan başka kimse dönemez. In the Mood for Love’da olduğu gibi bu filmde de ağaçtaki bir deliğe fısıldama hikayesi vardır ancak bu In the Mood for Love’ın aksine filmin ilk 5 dakikasında anlatılır, ardından da ana karakterimiz Chow’a geçer sahne ve film 1966 yılında başlar.
Wong Kar-wai’nin çok daha iyi filmleri olsa da 2046’nın hak ettiği değeri görmediğini düşündüğüm için listeye Fallen Angels, Chungking Express gibi daha çok bilinen filmleri yerine bu filmi almanın çok daha iyi bir öneri olacağını düşündüm.
3- Je t’aime, je t’aime (I Love You, I Love You)
Başarısız bir intihar girişimi sonrası hastanede 3 gündür baygın bir halde olan ve ne geçmişini ne de intiharını hatırlayan ana karakterimiz Claude Ridder’a Crepsel araştırma merkezinden gelen bir adam zaman yolcusu deneği olmayı teklif eder ve geçmişte, şimdide ve gelecekte geçen Alain Resnais’in yönettiği bir aşk hikayesi başlar. Film aynı zamanda Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ın da en büyük esin kaynaklarından biridir.
Fransız yeni dalganın çok bilinmeyen left bank yönetmenlerinden Alain Resnais’in bana göre en iyi filmlerinden biri. Bana da ilham veren en sevdiğim bilimkurgu/romantik subgenre’sından çıkmış en akıllıca filmlerden biri olduğunu düşünüyorum.
4- La Fille Sur Le Pont – Köprüdeki Kız
Seine nehrinde intihar etmek üzere olan Adele Gabor (Daniel Auteuil), köprüde bir anda ortaya çıkıp Adele’le bağlantı kurmaya çalışır. Sirklerde hedef tahtasına bağladığı genç kadınlara bıçak fırlatarak geçimini sağlayan Gabor açısından bu tür köprüler yeni ‘hedef tahtası’ bulabilmesi için en iyi yerlerdir. İntihar etmek üzere olan kadınlara bu türden tehlikeli bir iş teklifi yapmakta ve intihardan vazgeçirebildikleriyle beraber çalışmaktadır. Adele’e de bunları söyler ve kendisiyle çalışmasını teklif eder. Ancak Adele köprüden atlar. Gabor da onun arkasından atlar ve ikilinin serüveni bu şekilde başlar.
Patrice Leconte’nin 1999 yılında çektiği La Fille Sur Le Pont çıktığı sene itibariyle çok övgü almamış ve hala da bana göre romantik film listelerine alınmayarak hakkı yenen bir film. Bu sene itibariyle hak ettiği yeri alabilmesi bence çok düşük bir ihtimal ancak türü sevenler arasında her zaman özel bir yeri olacak filmdir.
5- Last Life in the Universe – Evrendeki Son Yaşam
İntihara meyilli, yalnız, obsesif Kompulsif Kenji’nin yolu iki kız kardeş olan Noi ve Nid ile trajik bir olay sonucu kesişir ve üçünün de hayatı eskisi gibi olmayacaktır. Noi mutsuz ve yalnızlık korkusu olan biridir, Noi’nin kardeşi Nid ise Kenji için bir gizem objesine dönüşmüştür.
Orijinal adı Ruang Rak Noi Nid Mahasan olan ve Pen-Ek Ratanaruang’ın yönettiği 2003 yapımı Tayland, Japonya ortak yapımı olan film aynı zamanda 2003 yılında Tayland’ı Oscar’da temsil etmiştir. Rahatlatıcı ve sakinleştirici bir şekilde izlense de izledikten sonra verdiği ağırlık filmi çok daha değerli yapıyor.
6- Quatre Nuits D’un Rêveur – Düş Avcısı
Genç bir ressam olan Jacques şans eseri Paris’te köprüden atlamak üzere olan Marthe’ye rastlar. Konuşurlar ve sonraki akşam tekrar buluşmaya karar verirler. Jacques zaman içerisinde onun Marthe’le karşılaştığı akşam Marthe’nin aşığının gelmediğini ve bu yüzden Marthe’nin intihar etmek üzere olduğunu öğrenir. Marthe ve Jacques’ın buluştuğu 4. akşam Marthe’nin aşığı köprüye gelir.
Robert Bresson’un 1971’de çektiği Four Nights of a Dreamer; Dostoyevski’nin beyaz gecelerinin muhtemelen şu ana kadar yapılmış ve yapılacak en iyi uyarlanması, aynı zamanda Bresson sinemasına girmek için de iyi bir film.
7- Barfly – Bar Kelebeği
Henry Chinaski, Los Angeles’ta yıkık bir apartman dairesinde yaşayan alkolik bir yazardır. Bir gün Chinaski ile Wanda’nın yolları bir barda kesişir ve birbirlerine aşık olurlar fakat Chinaski Wanda’nın ona karşı sadık olmadığını düşünür ve işler değişir.
Barfly’ın senaryosu Charles Bukowski tarafından 1984 yılında yazılmıştır fakat ancak 1987 yılında Barbet Schroeder çekebilmiştir. Bu filme özel kullanılan ışıklandırma sistemi olan “Kino Flo” çekimlerin yapıldığı dar mekanlar yüzünden kullanılmıştır.
8- Mauvais Sang – Kötü Kan
Alex, babasının ölümü sonrası yeni bir hayata başlama isteğiyle sevgilisi Lise’i terk eder ve babasının eski suç arkadaşları Marc ve Hans ile tanışır. Marc’ın sevgilisi Anna’ya olan aşkı Alex’i zor durumlara sokar aynı zamanda eski sevgilisi Lise de Paris sokaklarında onu aramaktadır.
Bad Blood, inanılmaz bir genre karışımı (kara film/bilimkurgu/romantik) sayesinde romantik filmlerin klişelerinin çoğunu es geçip her şeyiyle yepyeni olduğunu düşündüğüm bir senaryoyla Escoffier’in görüntülerinin birleşmesi sonucu sinema tarihinde unutulması zor olan bir aşk filmi örneği.
9- Hiroshima Mon Amour – Hiroşima Sevgilim
Hiroshima’ya atılan bombanın ardından savaş karşıtı bir filmde hemşire olan Emmanuelle Riva, Hiroshima’da kalan son iki gününü Eiji Okada ile geçirir. İkisinin de mutlu bir evlilikleri olmasına rağmen birbirlerine âşık olurlar. Emmanuelle’nin Fransa’ya döneceğini öğrenen Eiji, onun Hiroshima’da kalması için uğraşır.
Alain Resnais’den Je taime je taime’i alıp bunu almasam içimde kalırdı bu yüzden bunu da almak zorunda kaldım. Resnais filmografisinden şu ana kadar izlediğim en iyi film. Marguerite Duras senaryosunu mükemmel bir şekilde yazıp inanılmaz bir yönetmene emanet etmiş.
10- Dolls – Bebekler
Film ölümsüz aşkı anlatan 3 hikayeden oluşuyor. İlk hikaye Matsumoto ve onun nişanlısı Sawako’nun arasının Matsumotonun ailesi tarafından açılmasını, ikinci hikaye yaşlanmakta olan yakuza patronu Hiro’nun 30 yıl önce ayrıldığı ve unutamadığı sevgilisiyle buluştukları parka dönmesini, üçüncü hikaye ise Nukui’nin eskiden bir pop star olan Haruna’yla tanışma çabasını anlatır.
Takeshi Kitano her ne kadar Yakuza filmleriyle bilinse de 2002’de Dolls ile yaptığı aşk filmleri filmografisindeki en garip film denemelerini barındırıyor fakat aynı zamanda kendi auteur çizgisinden de çıkmıyor.