Müslüm Gürses’in ölümünden beş yıl sonra Gürses’in biyografisin anlatmayı dert edinmiş ana akım sinema, stratejik hamleleri ile gişesine beş milyon elli altı bin kişiyi sürüklemiştir.
Müslüm Gürses, arabeskin yasaklandığı dönemler dahil, her dönem kabul görüş ve görünür olmayı başarmıştır. Kırktan fazla sinema filminde yer alan müzisyen, otuz altı albüm yapmıştır. Zamanla yer aldığı filmlerin türleri değişmiş; müziği de arabeskten alaturka – pop müziğe evrilmiştir.
Yaşadığı yıllarda popüler kültürün bir temsilcisine dönüşen Gürses, ölümünden sonra da kültür endüstrisinin kullandığı bir ikon olarak varlığını sürdürmektedir.
Ömer Lütfi Akad’ın yönetmenliği ve Orhan Gencebay’ın oyunculuğu ile başlayan ve zamanla popülerleşen arabesk filmlerde senaryolardan çok şarkıların öne çıktığını görmekteyiz. Film, merkezine koyduğu temel çatışması popüler bir aile dramıdır.
Yazarlar, Gürses’in babalığını ve şarkılarını birer motif olarak kullanmış; senaryoyu baba oğul çatışması ve çocukluk travmaları üzerine şekillendirmişlerdir. Bu nedenle seyirci Gürses’i beyazperdede sosyal, kültürel ve politik bağları kopuk bir figür olarak izleriz.
“Müslüm Baba”ya değil, otoritenin gölgesindeki çocuk Müslüm’e projeksiyon tutan film, imaj yoluyla baba katlini gerçekleştirmiştir. Böylece tüketim kültürünün şekillendirdiği popüler sinema inşa ettiği ikame babayı da hızlıca tüketmeyi başarmıştır.
Film, modernleşme projesine uyum sağlamakta güçlük çeken gelir seviyesi düşük alt kültürü kadrına almaz ve arabeski kent kültürü olarak resmetmez. Göç hareketi ile kültüründen kopan, aidiyet ihtiyaçları olan kitlenin kimlik inşa etme sürecinin filmle yakından ya da uzaktan bir bağı yoktur. Görsel dilde olduğu gibi içerikte de reklam estetiği kullanılmış, ‘Müslümcü’ kitle fanatik figüranlar olarak sergilenmiştir.
Film, ‘bu film Müslüm Gürses’in gerçek hayat hikayesidir’ yazısı ile açılır ancak bahsi geçen gerçeklik, popüler kültürün Müslüm Gürses’in hayatına uyguladığı kendi gerçekliğidir.
Film, Türkiye’nin sosyo – politik ve sosyo – kültürel dönüşümlerini yok saydığı ve göstermediği için, babasının zulmünden kaçan Müslüm’ün biyolojik baba olmaktan vazgeçerek toplumun babası olduğunu anlatır. Bu çıkarım Gürses psikolojisinde önemli olabilir ancak kitleyi derinden etkileyen Müslüm Gürses’i tanımamız için yeterli değildir. Bu bakış popüler kültürün Gürses’e bakışıdır. Bu bakış ile Gürses yalnız ve acizdir.
Tek bir cepheden anlatılan hikayenin dili, egemen ideolojinin dilidir. Döneminde yok sayılan kitle günümüz popüler metinlerinde de figüranlıktan ileri gidemeyerek, görünmezliğini korur.
İstanbul’a gelen Müslüm, Muhterem Nur ile tanışır ve büyük bir aşka yelken açar. Ancak zamanla babasına dönüşmeye başlar ve Muhterem Nur’a yaptığı kötülükleri hatırlamaz. Toplumsal hafıza gibi Müslüm’ün hafızası da silinmiştir.
Filmde Müslüm’ün ustası Ali Limoncu Müslüm’e, “Sen susmazsan kimse seni susturamaz” diye salık verir. Film, “susması gerekenleri” susturmuş, Gürses’i ise istediği gibi konuşturmuştur.
Bir dönem köy kökenli, kente uyum sağlayamayan, işsizlik ve ekonomik sıkıntılar ile mücadele eden sınıfın dinlediği sonra sisteme uyumlanan arabesk müzik, bugün form değişikliği ile egemen ideolojinin bir aracı olarak varlığını sürdürür.
Diyen müzisyen, fark yaralarının toplumsal, sınıfsal ve kültürel hiyerarşisinden bahsetmektedir. Arabesk sözlüğündeki ‘fark’ kelimesi melodramatik ve keskindir. Duygusal hezeyan için koşul oluşturur; duygular aklı devre dışı bırakır, manipüle eder. Kavranamayan sadece duyumsanmış, dolayısı ile anlaşılmaz, çözüm içermez bir oluş haline gelmiştir. Biat ve Kabul içererek örtünmüştür.
Fark, medya ve popüler kültür ürünleri ile görünür hale gelir, meşrulaşır. içerik tekrarları ise bu meşruiyeti gerçeğe dönüştürerek değişimi olanaksızlaştırmaktadır.