Bu hafta, Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde izlediğim ve izlediğim filmler arasında en sevdiğim It Was Just An Accident (orj. Yek Tasadef Sadeh)’ı sizlere anlatmaya çalışmak istiyorum. “Çalışmak istiyorum” çünkü konusunu anlatsanız da filmdeki detayları anlatmak çoğu zaman çok zordur ve unutulur. Cafer Panahi’nin 2025 yapımı bu filmi, Cannes’da Altın Palmiye’yi kucaklayıp sekiz dakika ayakta alkışlandı (nedense bu ayakta alkışlama süresi son yıllarda pek kıymete bindi). Panahi’nin İran’daki sinema yasağına rağmen çekilen bu eser, sadece bir gerilim değil, adeta -Panahi’nin- bir özgürlük manifestosu. Yönetmenin hikâyesi bence zaten başlı başına bir film: 2010’da hapis cezasına çarptırıldı, bir buçuk yıl mahkum oldu ve 20 yıl sinema yasağı aldı ama This Is Not a Film (2011)’i USB’yle Cannes’a kaçırdı, Taxi (2015)’yle Altın Ayı kazandı. 11 Temmuz 2022’de ülkedeki protestoları desteklediği gerekçesiyle yeniden tutuklanan Panahi, açlık grevine başladı ve 1 Şubat 2023’te tahliye oldu. Bu filmle yine rejime meydan okuyor. Baştan söyleyeyim, film beni senaryosu ve ses kurgusuyla oldukça etkiledi.
Hikâye, bir ailenin gece yolculuğunda başlıyor. Hamile anne, neşeli kız çocuğu ve radyo kurcalayan baba, sıradan ama içten bir anı paylaşıyor. Derken, baba bir şeye çarpıyor ve arabadan iniyor. Bu “kaza”, filmin fitilini ateşliyor. Araba tamircisi Vahid (Vahid Mobasseri), hapiste ona işkence eden tek bacaklı savcıyı tesadüfen tanıyor. İntikam ateşiyle yanıp tutuşan Vahid, savcıyı kaçırıyor ve diğer mağdurlarla bir araya geliyor. Bu karanlık “yol arkadaşlığı” öyle başarılı kaleme alınmış ki araya mizah unsurlar da serpiştirilmiş olmasına rağmen sizi germeyi başarıyor (zaten İran’ın baskıcı rejimi ile ilgili filmler özellikle uğraşılmasa bile beni içten içe hep germiştir). Ama Panahi burada durmuyor; intikamı sorguluyor. Masum birine zarar verme riski, Vahid’i ve diğerlerini ahlaki bir ikileme sürüklüyor: Zulme karşı intikam mı haklı, yoksa intikam yeni adaletsizlikler mi doğurur?
Senaryo, adeta bir nakış gibi işlenmiş. Her diyalog, Mahsa Amini protestolarında tutuklananların gerçek hikayelerinden süzülmüş. Kurgucu Amir Etminan’ın dediği gibi: “Diyaloglar, hapisteki gençlerden geldi.” Bu gerçeklik, filmi kurgudan öteye taşıyor; İran’ın baskı altındaki ruhunu hissettiriyor. Ses kurgusu ise muhteşem: Filmin konusunun temelini oluşturan bir gıcırtı sesi var ki müthiş kullanılmış; ses ve filmin temposu harika şekilde kurgulanmış, adeta birbiriyle dans ediyor. Her ses, gerilimi teninize işliyor. Filmi festivalde izlediğim için daha önceki yazılarımda da belirttiğim ve artık bıktığım gereksiz geniş plan çekimler bu filmde yoktu; bir filmde “şu sahne olmasa da olurmuş” dediğiniz bir sekans bile olmaz mı?: Bu filmde yok. Filmin gereksiz bir saniyesi bile yok. Panahi, cep telefonuyla bile çekse (evet, polis sete baskın yapmış ve sonrasında o şekilde devam etmişler), hikâyenin gücünü koruyor, bunu öğrendikten sonra ekibi daha da çok takdir ettim. Amir Etminan’ın sözü her şeyi özetliyor: “Bu filmde hikâye ve senaryo her zaman önde, teknik detaylar ikinci planda.”
Adaletsizliğe karşı ne yapmalı? Panahi’nin cevabı, filmiyle ortada: Sinema, en büyük direniş. Ayvalık’ta izlerken, Türkiye’deki politik hafızamızla da bağ kurdum; Gezi’den tutun da adalet arayışlarımıza… Bu filmi vizyondayken yakalayın derim, Panahi’nin cesaretini perdede hissedin. Herkese iyi seyirler.