Thelma and Louise, 1991 yılında çekilmiş bir Amerikan yol filmidir. Thelma, mutsuz ve baskıcı evlilik sürdüren, toplumun dayattığı kadın erkek rollerini kabullenmiş bir kadındır. Louise ise geçmişindeki travmalarla başa çıkmaya çalışan, tekdüze yaşama sahip bir garsondur. İkili hafta sonu kaçamağı için bir araya gelir, yola çıkarlar, buraya kadar her şey güzel ve sıradan ilerlemektedir, mola sırasında bir barda bir şeyler içip dinlenmeye karar verirler. Bu sırada Thelma bir adamın saldırısına uğrar ve Louise de arkadaşını korumak için adamı öldürür. Bu olaydan sonra iki arkadaş tüm ülke polisi tarafından aranır ve hiç bitmeyecek bir maceraya atılır.
Bu iki kadın, ülke batısı boyunca polisten kaçarken bir dizi macera ve tehlike ile karşı karşıya kalırlar ancak birbirilerine destek olarak, özgürleşme ve bağımsızlık için mücadele etmeye devam ederler. Yazıda filmi, ana teması gereği sinemada feminist bakışla inceleyeceğiz.
Filmin ana karakterleri olan Thelma Ve Louise, her ikisi de farklı şekillerde kısıtlanmış hisseden kadın karakterlerdir. Thelma, kontrolcü bir kocası ve sıkıcı bir hayatı olan bir ev kadındır. Louise ise erkek egemen iş dünyasında yaşamanın zorluklarıyla karşı karşıya olan bir garsondur.
Yönetmenin, Erkeği norm olarak ele alıp kadını görünmez kılma ya da dilde cinsiyetçilik gibi problemleri işlediği diyaloglarda, daha yumuşak ve mizahi bir anlatı dili kullanması seyir zevkini zayıflatmayan tercihlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Kadraj seçimlerinde yine aynı şekilde “güçlü erkeği” karikatürize eden dokunuşlar görüyoruz. Bu sayfa aralarındaki küçük detaylar da aslında filmin, o dönemin atmosferinde sinema adına ne kadar cesur bir üretim alanı oluşturduğunu da anlamamıza yardımcı oluyor. Çünkü 1990’ların başında, Hollywood stüdyoları kadın yönetmenlerin sayısını artırmakta zorlanıyordu. “Thelma ve Louise” ise, bu dönemde, kadın dostluğunu ve cinsiyet rollerini ele alan bir yol filmi olarak öne çıkar ve kadın bir yönetmen olan Ridley Scott tarafından yönetilir. Filmin gişe başarısı da Hollywood stüdyolarının kadın filmlerine yatırım yapma kararını büyük ölçüde etkilemiştir. Film aynı zamanda o dönemde çekilen birçok filmin yolunu açar ve endüstrideki kadın hareketi için de öncü sayılabilecek bir adım atmış olur.
İlerleyen sahnelerde polis memurlarının kadınlara yönelik tutumları, kadınların arzulanan bir obje olarak gösterilmesi, Thelma rolünün filmin başlarında “aptal sarışın” olarak etiketlenmesi aslında yönetmen Ridley Scott’ın sinemadaki klişelere yaptığı mizahi gönderme diyebiliriz. Yönetmen her ne kadar seyretmesi kolay bir yapı olarak klasik anlatıyı tercih etmiş olsa da karakterlerin filmin başı ve sonu arasındaki dönüşüm geçiren kişilikleri sebebiyle karakterlerle özdeşlik kurma açısından izleyicisini zorlayan bir film. Bunun yanında bazı sahnelerde, yönetmenin filmin ideolojisine hizmet etmeyen yan karakterler ekleyerek gişeye oynadığı gereksiz tercihlerinin hikayeyi az da olsa zayıflattığını söyleyebiliriz.
Ek olarak iki kadın karakterin filmin başında ve sonunda tamamen farklı personalara bürünmeleri , çıktıkları bu suç ve özgürlük dolu yolun kendilerini fikirsel anlamda nasıl dönüştürdüğünü göstermekte. Özellikle Thelma karakteri filmin başında korkak, eşinin gölgesinde kalmış, özgüvensiz bir karakterken filmin sonunda polisle savaşacak kadar güçlenmiş ve cesur olduğunu görürüz. Hatta yol biterken Thelma, kendi ve “kader ortağı” arkadaşının hayatını kurtarmak için sorumluluk alıp hayati kararlar verecek seviyeye gelmiştir.
İncelemeyi bitirirken son olarak filmin en önemli özelliklerinden birine, dilde cinsiyetçi yaklaşıma olan duruşuna değineceğim. Bu duruş filmde kendini sık sık tekrar eden temalardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Harlan’ın ölümünü getiren küfürleri, filmin ileriki sahnelerinden birinde benzer bir tavırla yaklaşan tır şoförünün de canını yakıyor. Yol boyunca bu iki kadın kendilerini rahatsız eden tır şoförüne özür dilemesi için son bir şans verir, fakat şoför özür dilemek yerine rahatsız etmeye devam eder, ikili de tırı havaya uçurur.
Hem dramatik hem tiyatral anlamda kurduğu üstünlükle sinemanın en önemli başyapıtlarından sayılan film, işlediği tüm bu sosyolojik problemlere rağmen seyircisini Kaliforniya’da keyifli bir araba gezisine çıkarıyor.