Home > İnceleme - Analiz > İnceleme: The Cat and the Canary

İnceleme: The Cat and the Canary

Yönetmen koltuğunda Alman dışavurumcu sinemasının en nadide eserlerinden biri olan Das Wascsfigurentabinett filmiyle tanıdığımız, Das Wascsfigurentabinett sonrası Hollywood’a davet edilen ve eserlerini Amerika’da üretmeye devam eden Paul Leni bulunan, 1927 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde vizyona girmiş, hem korku, hem gizem, yer yer de komedi unsurlarıyla bezenmiş, insanı güldürdüğü kadar ürkütmeyi de başaran harika bir kara komedi örneği, izlemeye gerçekten değer bir sessiz film!

The Cat and the Canary filminden bahsetmeye ilk olarak konusu ile başlamak istiyorum.

Akrabalarının yapayalnız bıraktığı, ölmesi adına neredeyse dua edecekleri hale büründükleri milyoner bir tonton dedemiz var. Bu tonton dede akrabalarına o kadar kinleniyor, o kadar kinleniyor ki, öldükten sonra mirasını bölüşme kavgasına düşeceklerini bildiği için bir oyun hazırlamaya karar veriyor. Mirasını kime bırakacağını vasiyetinde belirtiyor ve ölmeden hemen önce ekliyor: “Bu zarf ben öldükten 20 yıl sonra açılacak!”

20 yıl çabucak geçiyor, akrabaları vasiyetin okunacağı günü iple çekiyorlar, yaşarken dedemizin yanında olmayan lakin miras ile milyoner olma hayalleri güden bu insanlar, o kutlu gün geldiği vakit heyecandan titrer biçimde tonton dedemizin malikanesinin salonunda saatin gece yarısını vurmasını bekliyorlar, zaman geliyor ve ta-dam! Vasiyet okunduğu vakit herkes hem sinirden hem de şaşkınlıktan mosmor hale bürünüyor! Çünkü tonton dedemiz vasiyetinde mirasını en uzak akrabasına bırakmış ve ufak bir not eklemiş: “Mirasımı kazanabilmek için akıl sağlığı konusunda doktorlardan onay almalısın! Eğer geçer not alamaz isen miras başkasına kalacak!”

Ve tam da o saatlerde evdeki tuhaf lanet ortaya çıkmaya başlıyor, evdeki sakinler hayaletler, katiller ve daha niceleriyle baş etmek zorunda olmaları bir yana dursun, şanslı talihlimiz de tüm bu olanlardan dolayı akıl sağlığını kaybetmemek için çabalamak zorunda kalıyor…

Film Amerikalı kitap ve tiyatro yazarı John Willard’ın yazdığı tiyatro eseri The Cat and the Canary’nin beyazperde uyarlaması olduğu için oyunculuklar kadar diyaloglar da çok teatral lakin insanı rahatsız edecek düzeyde değil, filmin gidişatını bozmamakla birlikte filme kısmen de olsa gotik bir hava kattıklarını da söylemek yanlış olmaz. Weimar Cumhuriyetinin harika yönetmenleri ve senaristleriyle çalışmış olan sevgili Paul Leni bu konuda malzemeleri nasıl kullanması gerektiğini çok iyi bilen bir yönetmen, nerede ne yapması gerektiğini, hangi dakikada nasıl vitesi yükseltmesi gerektiğini öylesine çözmüş ki, filmdeki tempo hiç bozulmadan yavaş yavaş yükseliyor, yükseliyor, yükseliyor ve ta-dam! İnsanı şok eden, sürpriz sonlu filmlere alışık olan günümüz insanını bile şaşırtacak bi son ile final yapıyor, filmin tadı da ister istemez damağımızda kalıyor.

Gelelim görüntü kısmına. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum, bu filmde Das Wascsfigurentabinett kadar insanın gözüne hoş gelen, izlerken mest olacağınız bir kalite aramayın. Dönemine göre yeni çekim açıları sunarak sinema sanatına kazandırdığı yenilikler de yok… Daha da önemlisi, film yakın zamanda iyi bir restorasyon geçirmediği için orta şeker bir izleme keyfine eriştiriyor bizleri. Görüntü kısmıyla biz izleyici mest oluyor diyemem ama görüntü kısmını telafi edecek bir şey var filmde, oyunculuk! Her insanın bambaşka karakterler taşıdığını diyaloglar dışıyla da anlatabilmek, özellikle o dönemde yapabilmek gerçekten zor. Ama sevgili Paul Leni bu konuda çok başarılı olmuş, yönettiği filmdeki tüm karakterlere adeta Tanrı’nın insanlara ruh üflemesi gibi nefesini bahşetmiş, dikkatle izlenildiği vakit bütün karakterler birbirlerinden o kadar farklı, o kadar farklı ki sadece verdikleri tepkiler değil, neredeyse göz kırpışlarına kadar bambaşka bireyler gözümüze çarpıyor, bu da görüntü kısmıyla veremediği enerjiyi, oyunculuk ile veriyor, izleyicinin keyifli vakit geçirmesini sağlıyor.

Filmdeki polisiye öğeler bir zamandan sonra “Katil kim?!” tarzı bir içeriğe dönüştüğünden dolayı filmden Agatha Christie veyahut Daphne Du Maurier öyküsü tadı almak da bana ayrı bir keyif verdi doğrusu. İzleyin, izlettirin bu güzel filmi.