Derviş Zaim’in senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı ilk film olan 1996 yapımı Tabutta Röveşata, şahsi deyimimle hem çok şey anlatır hem de hiçbir şey. Film hayatın içinden ve çaresiz hissettirirken, Tabutta Röveşata isminden de filmin yansıttığı çaresizliği anlayabiliriz; tahmin edilebileceği üzere tabut röveşata çekmek için çok da uygun bir konum değildir. Filmin sahneleri, başrolümüz Mahsun Süpertitiz’in hayatından kesitlerdir.
Mahsun gece kalacak bir yeri olmadığı için araba çalar, gece o arabaya sığınır ve sabahları da bulduğu yere geri bırakır. Arabada kendinden kalan izleri temizler. O, arabayı değil de arabanın verdiği gecelik konforu çalmıştır aslında. Mahsun evsizdir, düşkün durumdadır ama bu konuma nasıl gelmiştir bilemeyiz. Film bunu açıklamaz. Her yakalandığında polislerden dayak, falaka yer ama ne kendini değiştirip hırsızlığı bırakır ve de hayatı yoluna girer. Artık Hapishaneler bile onu istememektedir. Balıkçı ve onun adamlarıyla bi dostluk bağlantısı vardır, kendi gibi evsiz Sarı adında bir de arkadaşı. Kanunun laf geçiremediği Mahsun için polis balıkçıya gider ve ona sahip çıkmasını ister.
Bir gece Sarı soğuktan donarak ölür. Mahsun polis korkusundan sarının cenazesine bile gidemez. Soğuk yüzünden nerdeyse her gün kahveye gider diğer işsiz adamlar gibi, kahvedeki eroin bağımlısı, sarı flamalı gidik kadına aşıktır ama adını bile bilmez. Balıkçı sayesinde kahvede bir odası olur ve tuvalet masasında bekleyen kişidir artık. Sarı flamalı kadını her gördüğünde saçını taraması insanın nasıl bir durumda olursa olsun sevebileceğinin, aşkı için çabalayabileceğinin en güzel göstergelerindendir.
“Mahsun beni taksime götür.”
Filmin belki de en üzücü yanı gerçek bir hikâyeyi esas almasıdır. Film, İstanbul’un karanlık, kötü yüzünü bizlerle buluşturur. Mahsuna belki de her sahnede üzülürüz. Ama film bir dram filmi değildir, bir noktada komedi bile denebilir. Bize bu komediyi yaratan hicivsel ve iğneleyici sahnelere örnek göstermek gerekirse; bir sahnede Mahsun Topkapı sarayına gider ve oradaki cumhurbaşkanına hediye gönderilmiş olan tavus kuşlarını çalar, geceleri de araba çalıp onlara İstanbul’u gezdirmektedir artık. Mehter marşı eşliğinde kucağında tavus kuşuyla koşan bir Ahmet Uğurlu bu sahnede bize eşsiz bir sahne deneyimi sunar.
“Ama arkadaşlar iyidir.”
Hayatın içinden, realist, bir şehrin hayallerini ve öbür yanda gerçekliğini bu denli başarılı gösterebilen bu filmi herkese öneririm.