Sarhoş Atlar Zamanı (A Time for Drunken Horses), 2000 yılında vizyona girmiş, yönetmenliğini ve senaristliğini Bahman Gobadi’nin yaptığı, dili Farsça ve Kürtçe olan İran menşeli bir dram filmidir. Bundan önce kısa filmleriyle bilinen yönetmen Bahman Gobadi’nin, 75 dakikalık kısa süresine rağmen, ilk uzun metrajlı filmi olan Sarhoş Atlar Zamanı, özgün yapısı, dramı ve toplum gerçeklerini yansıtış biçimleriyle izleyenlerde empati kurduran, iz bırakan, duyarlılık yaratan bir film olmayı amaçlamakta ve bunu fazlasıyla başarmakta. Filmin konusun ve kişilerinin gerçek olaylardan esinlenilmiş olması ve filmin teknik ve sinematik yöntemleriyle o bölgedeki gerçekliği yansıtması filme bir hikayenin yanı sıra bir belgesel havası katarken kamera açıları, prodüksiyon, oyuncularımızın profesyonel olmayıp filmin konu aldığı hayatın içinden seçilmiş olması ve diyalogların fazla öne çıkmadığı filmde karakterimiz Amine aracılığıyla ağırlıklı olarak kullanılan iç konuşma tekniği ve bu akışlardaki üslup da katılmış bu belgesel tadını güçlendirmekte. Film, Cannes film festivalinde Altın Kamera ödülünü kazanmıştır.
Film; İran’daki Irak ve Türkiye sınırlarında bulunan Kürt nüfuslu bir sınır köyünde geçmekte ve bu köyde yaşayan, annesini ve babasını kaybetmiş 5 kardeşin dramını anlatmakta; en büyük kardeş Rojin, en büyük erkek ve ailenin reisi Eyüb, ortanca ve filmde en çok dinlediğimiz gözlemci karakter Amine, engelli kardeş Madi ve amcaları. Filmin en başında, ortanca kardeşlerden ve filmin büyük bölümünde iç konuşma ile bize yol gösterecek olan Amine, kendisine sorular soran bir adamın sorularına cevap vermekte ve genel olarak kendi hikayesini, ailesini, ortamını anlatmakta, biz de bu noktada filmin hikayesini ana hatlarıyla anlamaktayız. Sınırın ötesine gidip oradakipazarda bardak saran ve yük taşıyan Eyüb diğer çocukların arasında itişe kakışa bir iş bularak bir köye gider. Arkasında işi alamayan çocukların birbiriyle tekme tokat kavga ettiği sahnenin de gösterildiği film, karın doyurmak için çaresiz kalmış çocukların gerçekliğini yansıtmakta. İşi hallettikten sonra parasını alan Eyüb, kardeşleriyle bir kamyonete binerek sınır ötesini geçecektir. Ama sınır ötesinde kaçakçılık yaparken yakalanan kamyonete el koyulur ve çocuklar köylerine yürüyerek dönmek zorunda kalır. Ve bundan sonra filmin gerçek trajedisi başlar. Araçta iç konuşma tekniğiyle geçen gece rüyasında babasını gördüğünü söyleyen Amine, köydeki kaçakçıların mayın sebepli ölüm haberlerinden ve babasının da bir kaçakçı olduğundan bahseder ve babasının sağ olmasını umar. Ve köye geldiklerinde, Amine’nin korkusu gerçekleşmiştir; babası hayatını kaybetmiştir. Artık bir başına, hem yetim hem öksüz olan bu 5 çocuk, amcalarının da 8 çocuklu olması dolayısıyla kimsesiz kalmış ve ancak birbirlerine sığınmak zorunda kalmışlardır. İşte bu çocukların önce mecazi, sonrasında gerçek yolculuğunu anlatan bu film, her yönüyle gerçek olan bir dramı en gerçekçi şekilde anlatarak izleyenlerde unutulmaz izler bırakıyor.
Zaten öncesinde çok bahsettim ki; filmin bana kalırsa en etkileyici kısmı gerçekçiliği. Hikayesinden öte, hikayesini anlattıran öğelerin gerçek hissettirmesi ve bundan öte, gerçek olması. Başta dediğim gibi, film profesyonel oyuncular tarafından oynanmıyor. Ama bu oyuncular belli ki gerçekten bu filmi yaşamış ki, oyunculukları hiç sırıtmıyor.
Hatta çok önemli bir detay ki; filmde kardeş olan Madi ve Amine ikilisi gerçek hayatta da kardeş. Bu gerçeği öğrendiğinizde, Amine’nin Madi’yi öptüğü o sahnelerin gerçekçiliği resmen içimizi ısıtıyor. Gene ilk paragrafta bahsettiğim gibi belgesel tarzında ilerleyen bir film olan Sarhoş Atlar Zamanı gerçekçiliğe çok önem veriyor ve izleyende gerçek duygular oluşturmaya çalıştırıyor. Havasıyla, müziğiyle, çekimiyle insanlara yaşananları yakından güzel bir şekilde gözlemleme fırsatı veriyor, bu da filmin etkileyici yönünü çok güçlendiriyor. Fazla bilinmeyen bir tür olarak bu yöntemler, bu tarz filmleri ilk kez seyreden kişilerde bir hayranlık uyandırabiliyor.
Genel olarak bende çok yoğun izler bırakmış ve çok sevdiğim bu filmin yapımını üstlenerek dünyanın her yerinde mazlum bir halk olan Kürt halkının acılarını ve gerçeklerini en gerçekçi biçimde yansıtmayı başarmış Gobadi’ye bir kez daha teşekkür ederek yazımı noktalamak istiyorum. Teşekkürler Gobadi, bize bu başyapıtı sunduğun için…