Home > İnceleme - Analiz > İnceleme: İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar

İnceleme: İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar

DİKKAT: Bu yazı spoiler içermektedir.

Modern insanın yanılgılarından birisi de; antik dünyanın, eski toplumların geleneksel yöntem ve alışkanlıklarını köhne ve demode olarak nitelemeye yatkın bir tutum sergilemesidir. Yazısız ve yazılı tarihten bugüne kadar elde edilen araştırmalar neticesinde, birçok değişik tanıma ve türe sahip olan eğitim ve öğretimin belki de en basit ve etkili tabir ile anlatımı “aktarım”dır. Bu aktarımlar; bazen belirli sınıfların imtiyazı olarak belli ayrımcılıklara sebebiyet vermiş, bazen yazılı olmaması nedeniyle metotları deforme olmuş, bazense hem kendisini hem de aktarmaya çalıştığı bilgiyi muhafaza etme amacıyla gizli kalmayı yeğlemiş ve 18. yy’ da bugün modern eğitim olarak niteleyebileceğimiz bir hüviyete bürünmesinin temelleri atılmış; günümüzde örgün, zorunlu ve temel bir insan hakkı halini almıştır. Ancak bu temel insan hakkı haline gelen eğitimin kalitesini ve verimini ele aldığımızda kavuştuğumuz onca imkanla doğru orantılı, adil ve eşit bir eğitim alabiliyor muyuz? Bunun tartışmasını, karşılaştırmasını ve değerlendirmesini; yakın zamanda kaybettiğimiz ve genç yaşta bizlere veda eden Kim Ki-Duk’ un bir usta-çırak hikayesi olan “Spring, Summer, Fall, Winter… and Spring (İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar)” üzerinden yapmaya çalışmak belki bizlere fikir verebilir.

Film aslında birden fazla okumaya açık bir örgüyü benimsiyor. Kim Ki-Duk bir yandan gelenekselliğe övgü ile dolu bir saygı duruşunda bulurken bir yandan da veda edilmesi gereken yöntemlerin çelişkilerini eleştirel olarak izleyiciye sunuyor, bu övgüyü ve eleştiriyi kusursuza yakın bir şekilde harmanlıyor ve doğanın durgun ihtişamında seyircisinin gözleri önüne seriyor.

Neredeyse erişilmez ve saklı kalmış dağlar arasında dış dünyadan yalıtılmış, münzevi bir gölün ortasında yüzmekte olan mütevazı bir Budist tapınağında, tapınağa kendisini adamış usta ve çırağın yaşamları ile başlıyoruz döngümüze.

İLKBAHAR

Doğanın sonsuz döngüsünde tekrar hayat bulduğu “İlkbahar”, tapınakta ustanın uykusundan uyanması ile başlıyor. Usta ile çırağın gündelik ve izole yaşantılarına imrenerek tanıklık ediyoruz. Doğal hayatın canlanmaya, hareketlenmeye başlaması ile birlikte, çırak da tabiatı keşfetmeye başlıyor. Bilincinin henüz yeni yeni şekillenmeye başladığı bu dönemde meraklı çırağın, henüz canlı/cansız, faydalı/zararlı ayrımından yoksun bir farkındalık eksikliğini, ustası ile topladığı bitkilerden, yeni tanıştığı hayvanlara yaklaşımından anlıyoruz. Doğayı keşfi sırasında yakaladığı hayvanların (balık, kurbağa, yılan) gövdelerine taş bağlayarak, onların hareket etmesini engellerken de ustasının kendisini takip ettiğinden habersiz oyununa devam eder.

Burada bir es verip kaba hatları ile Budizm öğretisi ile ilgili birkaç genel bilgiyi paylaşmakta fayda var. Çin ve Japonyada olduğu gibi Korede de Mahayana (Büyük Araba) Budizmi benimsenmiştir. Budizme göre Buda’ nın aydınlanmaya ulaştıktan sonraki ilk öğretisi Dukkha, Samudaya, Nirodha, Magga olarak adlandırılan en temel “Dört Yüce Gerçek” tir.

­Dukkha – Yaşam acı doludur.

Samudaya – Acıların sebebi cehalet, açgözlülük ve öfkedir.

Nirodha – Sebeplerin ortadan kalkması, acıların ortadan kalkmasını getirir.

Magga – Acıların sona ermesinin yolunu Sekiz Katlı Asil Yol gösterir.

Ve bu öğretiyi beş temel ahlak kuralı takip eder.

  1. Hiçbir canlıya zarar vermemek.
  2. Verilmeyeni almamak.
  3. Cinsel istismarda bulunmamak
  4. Yalan söylememek.
  5. Sarhoş edici maddelerden uzak durmak.

Dört Yüce Gerçek’te belirtilen Sekiz Katlı Asil Yol, özellikle Budist olma yolunda ilerleyenler için koyulan diğer erdem kurallarına atıfta bulunmaktadır. Budist rahipler ve rahibeler, her alanda etkili olan Budizm kurallarına uymak zorundadırlar.

Usta; Budist öğretinin beş temel ahlak kuralının ilkini çiğneyen çırağımıza ilk dersini empati duygusunun oluşması adına, hayvanlara yaptığı bir benzerini yaparak küçük bir kaya parçasını çırağın beline bağlayarak verir ve yaptığı eziyeti düzeltmesi için çırağını ormana gönderirken “Eğer hayvanlardan birisi ölmüşse; bu taşı hayatının geri kalanında hep kalbinde taşıyacaksın.” diye ekler. Gövdelerine taş bağladığı hayvanlardan yalnız birisinin hayatının son bulmasını engelleyebilen çırak, oynadığı masum oyunun nelere mal olduğuna acı bir şekilde tanıklık eder.

YAZ

Yılanın ölümü ile son bulan ilkbahar, yılanların çiftleşmesi ile kendisini yaz mevsimine bırakır. Kim Ki-Duk sembolizmi seven, öykülerini metaforlar üzerinden anlatmayı benimseyen bir sanatçı olarak film boyunca önümüze çeşitli sahnelerde çıkan yılanları, doğu mitlerinde olduğu gibi döngüselliği simgeleyerek betimlemektedir. Ve yaz mevsimi annesi tarafından, düzelmesi için tapınağa getirilen hastalığından muzdarip bir genç kızın, çırak ile aralarında geçecek olan ilişkiyi içermektedir. Mevsimin tapınaktaki bir başka misafiri ise tutkuyu simgeleyen horozdur. Çırak ve genç kız birbirleri üzerinden karşı cinsi ve kendilerini tanımaya başlıyor akabinde ikili bir gece kaçamakları sonrası ustaya yakalanıyorlar. Usta bu yakınlaşma sonrası kızın düzeldiğini ve tapınaktan gidebileceğini belirtiyor. Çırak buna her ne kadar karşı çıkmaya çalışsa da, usta durumun vehametini “Sahiplenme isteğin, tutkunu ve bu da öldürme isteğini uyandırır.” diyerek dile getiriyor. Aşktan gözü kör olan ve tutkusunun kölesi haline gelen çıraksa, ustasının bu nasihatini dinlemeyerek, tapınak sunağında bulunan Buda heykeli ve horozu ile birlikte yüreğinin peşinden giderek öğretisini geride bırakacaktır.

SONBAHAR

Nitekim ustanın dikkat çektiği bu tehlikeli durumun sonuçlarını sonbaharda görüyoruz. Çırağın bir gece tutkusuna yenik düşerek öğretisini terk etmesinin ardından, tapınakta hayatına yalnız bir şekilde devam etmekte olan ustamızın yeni eşlikçisi ise bir kedidir. Usta alışveriş için kasabadan döndüğünde, aldığı yiyeceklerin sarılı olduğu bir gazete sayfasında çırağımızın polis tarafından cinayetten arandığı ilanı okur. Çok geçmeden de çırak tilki misali tapınağa geri döner ancak hali hazırda zaten mahkumdur artık çünkü; dış dünyada yaşadıkları hasebiyle oluşan tüm azabı da yanında getirmiştir. Hırçınlığını ve öfkesini dindiremeyen çırak en sonunda çareyi intihar etmekte bulur. Bu girişimi engelleyen usta, çırağı hem cezalandırmak hem de ders vermek adına, tapınağın zeminine işlemeye başladığı yazıları, çırağa cinayeti işlediği bıçak ile kazıtmaya başlar. Tapınağa kazınan bu yazının içeriği Budizm için en önemli metinlerden birisi sayılan “Kalp Sutra”dır ve öteki dünyanın özü, öteki dünyaya ait olan bilgeliktir. Bu Sutrayı hem tapınak zeminine hem de çırağın zihnine kazımayı hedeflediği sırada polisler teşrif eder, usta onlardan sadece Sutra’nın tamamlanmasına izin vermeleri isteğinde bulunur. Polisler tarafından kabul edilen bu teklif sonucunda gece boyunca çalışan çırak Sutrayı başarı ile tamamlar ve cezasını çekmek için polisler tarafından götürülür. Çırağına verdiği son ders neticesinde öte dünyanın bilgeliğini de aktaran usta misyonunu tamamladığını düşünerek gölün üzerinde kendisini yakarak hayatına son vermekte iken kayıktan çıkan bir yılansa, sunağın önünde ustanın kıyafetleri içine yerleşerek döngüyü devam ettirir.

KIŞ

Çırak cezasını tamamlar ve yıllardır kimsesiz kalan tapınağa geri döndüğünde, ustanın elbiseleri içinde bekleyen yılanı görür. Dönüşü ile döngüyü devam ettirir, tekrar kendisini ve hayatını öğretisine adamayı hedeflerken; suratını gizleyen bir kadın, kucağında küçük bir çocukla tapınağa gelir ve çocuğu tapınağa bırakır. Gitmeye niyetlendiği sırada da göle düşerek hayatını kaybeder. Bu ölüm sonrası eski çırak yeni usta, beline bir kez daha taşı bağlar ve buz tutan gölün üzerinde elinde Buda heykeli ile bir arınma gerçekleştirmeye çalışır. Yukarıda bahsettiğimiz Dört Yüce Gerçek’ten Nirodha’da belirtildiği gibi “Sebeplerin ortadan kalkması, acıların ortadan kalkmasını getirir.” Ve artık acıların ortadan kalkması için yeterli şartlar oluşmuştur. Beline bağladığı taş ile düşe kalka Sisifos’u andırırcasına dağın zirvesine çıkar ve heykeli zirveye bırakır ki bilindiği gibi tüm doğu felsefelerinde dağlar kutsal sayılır.

İLKBAHAR

Yeni usta küçük çırak ile döngüyü, aktarımı, öğretiyi devam ettirir. Çırak da ustanın çocukluğu gibi doğayı keşfettiği sırada balıkla, kurbağa ile ve yılanla tanışır oyunlar oynar. Ancak bu defa usta gibi gövdelerine taş bağlamaz, yakaladığı hayvanların boğazına o taşları sokarak ölmelerine sebep olur ve bu defa çırağın arkasında kendisini izleyen bir usta yoktur. Ama dağın zirvesinde ikisini de izleyen Buda heykelinin olduğunu hatırlatarak son verir yönetmen hikayeye.

İlk usta çırağını yer yer sorguluyor, hatta yargılıyor ve cezalandırıyordu. İkinci ilkbaharda, çırağını serbest bırakan yeni usta ise bu yöntemi terk etmiş gibi gözüküyor. Çünkü doğa kendi döngüselliğinde tekrar hayat bulmayı, kendisini yenilemeyi sürdürmektedir ancak ustasının verdiği ders neticesinde çırağın ruhunda ömrü boyunca taşıyacağı bir yük kalır. Ve hiçbir acı, işlediği hiçbir günah yüreğinde taşıdığı bu taştan daha ağır olmadığı için ustasının yöntemini terk ediyor belki de. Ancak burada da şu soru akla geliyor ki yeni çırağın öldürme isteği ve tutkusu ya babasından geliyorsa ki burada da kadının yüzünü gizleyen yönetmen bu soruyu da cevapsız bırakmayı yeğliyor. Eğer böyle ise her çırağın döngüsü de ustasından başlıyor ve bu silsile bizi dağın tepesine yani Buda’ya kadar götürüyor aslında. Ve aslında ölüm kavramı inancı doğuran en temel unsur haline geliyor. İlk çırak istemeden de olsa iki hayvanın ölmesine sebep oluyor ve iki ölümle karşılaşıyordu. Aynı döngüye göre yeni çıraksa bile isteye tüm hayvanların ölmesine sebep oluyordu, ancak ustası tüm bunları yüreğinde taşımasına izin vermeyerek olası ölümleri engellemeyi seçiyor da olabilir.

İşte aynı öğretide benimsenen farklı eğitim metodu, aktarımın niteliğini etkileyen ve belirleyen temel faktör haline geliyor böylece. Çünkü bilgiden ziyade önemli olan, aktarımın insana kattığı vizyon ve görü iken; günümüz insanına eğitim ve öğretim ile ne aktarılması ne kadar aktarılması hedeflendiği bilinmiyor. Modern insan maruz kaldığı eğitimin amacını dahi sorgulayamayacak kapasitede. Usta ve çırak ilişkisinde öğretinin özneleri belli iken, modern eğitimde insanlar nesne dahi olamıyor sadece eğitimin cansız birer kırtasiye aracıymış gibi bir muamele görüyor. Sunulan eğitim ve güya aktarılan bilgiler sayesinde insan hayatı daha iyi, daha ahlaklı, daha müreffeh ve daha sağlıklı bir zihinselliğe yönelik olacağına; her bir bireyin zihninin köleleştirilmesinden ötesine geçilemiyor. Çünkü ilkel diye nitelenen usta çırak ilişkisinde dahi var olan ancak bugün yoksunluğunu çektiğimiz temel husus aktarımın muhatabının belli olmaması. Her gün, her dakika insanın bilgiye boğulduğu bu çağda, insanlar tüm bu bilgiye rağmen; iyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin gibi en basit kavramları bile anlamlandırmaktan aciz hale geldiyse durup bir düşünmek ve geçmişten daha iyi olanaklara sahip olunmasına rağmen yanlış metotlar yüzünden nasıl daha bilgisiz ve beceriksiz hale gelindiğini sorgulamak lazım. Yoksa günümüz insanının döngüsü de bu şekilde sürüp gidecektir.

 

Film: Bom Yeoreum Gaeul Gyeoul Geurigo Bom / Spring, Summer, Fall, Winter… and Spring / İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış… Ve İlkbahar

Yönetmen: Kim Ki-duk, 2003