Filmekimi kapsamında izlediğim ve en beğendiğim film, Fransız yönetmen Julia Ducournau’nun son yapımı “Alpha” oldu. Yönetmen, daha önceki yapımları olan Raw (2016) ve Altın Palmiye ödüllü Titane (2021) filmleri ile tanınmaktadır. Eski filmlerindeki gibi vücut korkusu (body horror) türünü bu filminde de izleyiciye, fazlaca olmasa da yine de hissettiriyor. Julia Ducournau, bu sefer önceki filmlerinin aksine David Cronenberg’den fazla ilham almamış, ortaya daha kişisel bir hikâye koymuş. Filmin başrollerinde Mélissa Boros, ana karakter olan Alpha’ya hayat vermekte. Diğer iki önemli oyuncudan Golshifteh Farahani, Alpha’nın doktor olan annesi rolünde oldukça başarılı bir performans sergiliyor. Yetenekli oyuncu Tahar Rahim ise Amin isimli ağır uyuşturucu bağımlısı ve Alpha’nın amcası karakterine hayat veriyor. Filmin en üstün yönlerinden biri, oyuncuları arasındaki dinamikler, duyguyu izleyiciye aktarmadaki başarıları ve karakterlerini inanılmaz derecede iyi canlandırmaları olmuş. Özellikle Tahar Rahim, rolü için 20 kilo vererek karakterine fazlasıyla rahatsız edici ve sorunlu bir görünüm kazandırmış.
Filmin konusu, Alpha isimli 13 yaşındaki ergen bir kız çocuğunun etrafında şekilleniyor. Sorunlu ve inatçı bir karakter olan Alpha’nın, ergenlik hevesiyle omzuna dikkatsizce bir dövme yaptırması sonucu hayatının bambaşka bir noktaya sürüklenmesi ve bu durumun başta annesi ve kendisi olmak üzere insanlar üzerindeki ağır psikolojik etkileri anlatılıyor. Alpha’nın dövme yaptırdığı zaman diliminde, etrafta insanları taş benzeri bir yapıya çeviren ve kanla bulaşan bir virüsün varlığı kulaktan kulağa dolaşmaktadır. Annesi dövmeyi gördükten sonra, kızının da virüsü kapmış olma ihtimaliyle çok büyük bir korkuya kapılır. Film bu noktadan sonra anne-kız arasındaki gerilimli ilişkiyi, hastalığın yarattığı paranoyayı ve klostrofobik durumları merkezine almaktadır. Bu dinamiğin ortasında, Tahar Rahim’in canlandırdığı ağır uyuşturucu bağımlısı karakteri Amin, adeta bir kaos unsuru olarak belirir ama aynı zamanda beklenmedik bir bilge rolünü de üstlenir. Alpha’nın annesi ise bu sorunlu insanlara bakma, onları hayatta tutma ve bir arada tutma görevini üstlenmiş; güçlü ve mantıklı bir figür olarak öne çıkar. Film, tüm bu sıkıntılı süreçlerin içerisinde “aile olma” kavramını da merkezine koymayı ihmal etmiyor.
Yönetmen, bu sefer diğer filmlerinden farklı olarak daha izlenebilir ama psikolojik etkisi daha derin ve yüksek bir işe imza atmış. Yine katmanlı ve metaforik yapılara sahip bu filmde, yönetmenin alametifarikası olan bedenin istemsizce değişmesi ve bozulması gibi temalar mevcut. Filmdeki insanların mermer benzeri bir yapıya bürünmeleri, felsefi bir soruya da kapı aralıyor: “Yaşayan bir ölü mü, yoksa ölümsüz bir sanat eseri mi daha iyidir?” sorusu da bence filmin içine gizlice yerleştirilmiş anlamlardan biri. Toplumun parçalanmasıyla, Alpha’yı dışlamaları arasında da bir bağlantı kurulmuş. Herkesin birbirine nasıl şüpheyle baktığı, bu dışlanmışlık ve hastalık üzerinden anlatılıyor.
Film ilk prömiyerini Cannes 2025 Film Festivali’nde yapmıştı. Ancak izleyiciler ve jürilerden çok büyük övgüler alamadı; daha çok buruk bir tepkiyle karşılandı fakat kötü de sayılmayarak “orta halli” olarak bulundu. Filmin en çok şikâyet edilen taraflarından biri, bazı sahnelerin çok keskin ve anlaşılması güç zaman atlamalarına sahip olmasıydı. Aynı zamanda film, bildiğimiz Julia Ducournau dokunuşlarına sahip. Karakterleri hemen arkasından takip eden uzun, kesintisiz planlar ve klostrofobiyi artıran oda içi yüksek açılı çekimler oldukça mevcut. Kaotik anlarda ise sarsıntılı ve dinamik kamera kullanımı yine kendini gösteriyor. Dar alanlarda, soluk renkli bir atmosferde geçen takip sahnelerine yine yer verilmiş. Ancak yönetmen bu sefer kontrastı daha da artırarak karanlık ve adeta paslanmış bir görsel dünya yaratmış. Bu tercih, filmin melankolik ve paranoyak ruh halini kusursuzca destekliyor. Kamera, sadece olayları takip etmiyor, adeta bir karakter gibi davranarak bedenlere rahatsız edici derecede yaklaşıyor; derinin dokusunu, mermerleşmenin ilk belirtilerini ve yaraları neredeyse hissetmemizi sağlıyor. Özellikle Alpha’nın ve ardından Amin’in kaotik rüya sekanslarını takip eden yüksek tempolu yolculuk ve hemen sonrasındaki ev sahnesinin kurgusu ile görsel anlatımını oldukça etkileyici bulduğumu belirtmeliyim.
Bence “Alpha”, sadece 2025’in değil, son yılların en kışkırtıcı filmlerinden biri olmuş. Julia Ducournau, yine insan vücudunu bir tuval gibi kullanarak insanların en derin korkularını, aile içi çatışmaları, aile olma kavramını ve varoluşsal sancıları çok iyi bir şekilde bünyesinde barındıran bir yapıma imza atmış.
Puanım: 10/10