Home > İnceleme - Analiz > Hasçelikler and the City: Belkıs’ın Vittoria De Sica ile Ne Alakası Var?

Hasçelikler and the City: Belkıs’ın Vittoria De Sica ile Ne Alakası Var?

İkinci Dünya Savaşı yıllarında İtalyan yönetmenlerin 35 mm filmleriyle sokağa inip savaşın getirdiği yıkımı konu alan filmlere imza atmalarının üzerinden henüz bir asır bile geçmedi. Yeni Gerçekçi yönetmenlerin filmleri Mussolini İtalyası’nın melodrama dayalı Beyaz Telefon filmlerine karşı “gerçekçi” bir tepkiydi. Onları büyüleyen, burjuva melodramının yarattığı sahte gerçekliğin aksine oyunculuğun ve kurgunun minimize edildiği “yeni gerçekçilikti”.

Vittoria De Sica, Bisiklet Hırsızları filmiyle bu akımın sembol filmini çekmişti. Orson Walles bu filmler için şunları söyleyecekti: “Boyacı’ya geçenlerde gittim ve kamera kayboldu, perde kayboldu; sadece gerçek hayattan ibaretti” (1)

Henüz üzerinden yüzyıl bile geçmemişken “acaba Yeni Gerçekçiler görseydi ne düşünürdü” dedirtecek gelişmeler yaşandı. İtalyan sinemacıların bin bir zorlukla sokağa taşıdığı kameralar bir asır geçmeden insanlığın cebine girdi.

21. yüzyılın ikinci çeyreğinde sinema, Türkiye gibi ülkelerde kitleleri etkisi altına alan konumunu yitirdi. Sinema filmleri kitleler nezdinde eskisi kadar etki uyandırmadığı gibi sinema salonları da eskisi kadar rağbet görmüyor. Pandemiyle birlikte film festivalleri müthiş bir ilgi kaybına uğradı. Yapımcılar platformları önceleyen filmlere imza atmaya başladı. Sinema Türkiye’de kitleler açısından önemini büyük ölçüde yitirdi.

Acaba gerçekten öyle mi?

Film izleme platformlarının, internet korsanının ve özellikle de pandeminin bardağı taşıran son damlasıyla birlikte sinema salonlarına olan ilginin azaldığını biliyoruz. Siyasi iktidarın baskı ve sansür politikalarının da etkisiyle salonlara ilginin azalmasına ters orantılı şekilde kameranın mobilizasyonu arttı ve halkın izleme kültürü yeni biçimler kazandı.

Görüntü ile hikâye anlatma çabası hiçbir zaman son bulmadı. Tersine sosyal medyada yeniden keşfedildi ve kitleler bu defa izleyici konumunun yanında yönetmen koltuğuna oturmaya başladı. “Lumiére Fabrikası’ndan Çıkan İşçiler” bu defa kendileri yaşamlarından kesitler sunmaya başladı.

İşçiler Tiktok’da bazen atölyede demir parayı mengeneye sıkıştırarak kırıyor, bazen üretim bandının üzerine serilmiş emeğin metaya dönüşümünü resmedermiş gibi süzülüyor. (2) Tüm bu amatör çekimler elbette kapitalist üretim biçiminin acımasız çalışma koşullarına tepki olarak tasarlanıp kurgulanmıyor ancak bunları tasvir etmediğini söyleyebilir miyiz?

Geçtiğimiz aylarda Youtube’da yayınlanmaya başlayan Hasçelikler and the City ile görmüş olduk ki amatörlük diye adlandırdığımız bu dağınık üretim aynı estetik tarzda kendi sistematiğini kazanmaya başlıyor. Oldukça amatör çekim ve oyunculukla başlayan ve izleyicide “vlog” izlenimi uyandıran Hasçelikler an the City, ilerleyen bölümlerde seyirciyi senaryonun içine çekerek şaşırtıyor. Şüphesiz dizinin 2000’ler taşra kültürünün izlerini taşıyan atmosferini, diziye ruhunu veren ve Belkıs nezdinde hayat bulan aykırı persona omuzluyor ancak her fani gibi Belkıs personası da ölüme tabidir.

Personalar Evreni

Sosyal medyada her an, estetize edilmektedir ve estetize edilen her anın gerçekliği şüphelidir. İnternet, vitrin gibi işleyen ve olduğumuzdan çok olmak istediğimiz kişi olarak var olduğumuz bir “persona” evrenidir. Burada sesini duyuran karakterler zamanla bir personaya dönüşerek çarkın dişlileri arasına girer. Sponsorlar ve anlaşmalar, bu personanın nefes almasının belirleyicisi olur. Aykırılık zamanla popülerleşir, egemen kültüre zarar vermeyen bir forma sokularak yeniden ekranları doldurur.

Rap müzik ve mafya kültürü son yıllarda kazandığı popülerlikle bu personaların başını çekiyor. Doğduğu koşullardan kaynaklı başlangıçta toplumsal sorunları anlatan Türkçe sözlü rap müzik, piyasalaştıkça isyan duygusunu kaybetti. Yoksulluk ve sınıf mücadelesi yerini; para, uyuşturucu ve sahte çete-mafya temalarına bıraktı, kadın düşmanı söylemler rap müziğin “normaline” dönüştü. Suç atmosferinin egemenler eliyle yaratıldığı atmosferde rapçiler, suçun eşiğindeki gençlere kullanım kılavuzu oldu.

Serseri personasına aykırı bir görüntü sahiplenerek, gençleri spora yönlendiren “temiz” personalar da bu dünyada hızlıca yerini alıyor. Diyalektik işlemeye devam ediyor ki bu karakterlerin yarattığı “hayata karşı duyarsız ve alık” personanın altından bile bir anda Türk olmayan çocuğa çamurlu tostu bile reva görmeyen ya da trans bir kadına sperm güçlendirici ilaç hediye eden ırkçı, homofobik alt-right karakterler çıkabiliyor.

Çünkü sosyal medya farklı karakterlerin değil, aynı karakterlerin farklı görüntülerle yeniden üretildiğini bir personalar evrenidir.

Kadiri Mutlak Fenomen Kültü

Erkek fenomenlerin cinsiyetçi ve ırkçı söylemlerine karşıt gibi görünen “başarılı kadın” fenomenler de aslında mükemmel yaşam imajlarıyla gerçeklikten uzak bir persona yaratıyor.

Sağlıklı yaşamın sırlarını bilen, ilişkileri rayında giden, eğitim hayatı mükemmele yakın, ailesiyle arasından su sızmayan, sosyal medya sayesinde kendi gelirini kazanan; kısacası yaşamın sırrını çözmüş bir persona bu. Burada aile kavgaları, miras tartışmaları, dolandırıcı amca, yalancı enişte yok. Yıllarca hazırlanılan sınavlar, niteliksiz eğitim, iş arama süreci, depresyon, uykusuz geceler hak getire.

Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır ki bu kusursuz görünen kadın fenomenlerin bile erkeklerin “yeterince erkek olmamasından”, “hesap ödememelerinden” veya “fazla dans etmelerinden” şikâyet ettiği görülüyor. Kendi ayakları üzerinde durduğu iddia edilen bu kadınların söylemlerinde bile kapitalist ataerkil düzenin izleri beliriyor.

Aykırı Persona: Belkıs ve Hasçelikler and the City

Hasçelikler and The City’nin yaratıcılarından biri olan Belkıs’ın yarattığı karakterler ise her anı estetize edilmiş bu kadiri mutlak kadın fenomen kültüne karşı aykırı bir personayı omuzluyor.

Başta ben olmak üzere çoğumuz Belkıs’ı 2024 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi açtığı bir yayınla tanıdık. Yayında sandık müşahitliği yapacağı için izleyicilerinden gelen geçersiz oy uyarısına cevap olarak şunları söylüyordu: “Tamam tamam. Diycem hayır falan yapıcam. Ya napıyosunuz siz? Yasa hükmün gereğince bu infaz gayri meşru müdafa ve hattı hümayundur ya. Çekilin ben sandık müteahhitiyim!” (3)

Tek başına okunduğunda hiçbir şey ifade etmeyen bu sözler milyonların tanıyacağı Belkıs evreninin ve aykırı personanın yaratılış basamaklarından biri oldu.

Belkıs nezdinde hayat bulan bu persona, mide bulandıran kusursuzluğa karşı kıyafetinden konuşmasına kadar “kusurlu”, sahte bilgeliğe karşı “cahil”, tecrübeye karşı oldukça “deneyimsiz” bir izlenim yaratıyordu. Tıpkı bizim gibi, tıpkı gerçek hayat gibi. İzlerken “o sanki rol yapmıyor da gerçekten öyle” diyor insan.

Belkıs’ın Youtube kanalında başlayan Hasçelikler and the City serisi de aynı nitelikleri bünyesinde barındırıyor. Aynı evde yaşayan dört kadının hayatından kesitler sunan seri 2000’lerin taşra kültüründen ve 2010’lardan günümüze sıçrayan gençlik akımlarından izler taşıyor.

Vlog tarzı amatör çekimlerle başlayan dizi, ilerleyen bölümlerde çetrefilleşen hikayesi ve yeni karakterlerin katılımıyla üzerine akıl yorulan bir senaryonun varlığını hissettiriyor. Film festivallerinde “sıkıcı” uzun planlar ve hasta bakışlarla izlemeye alıştığımız sıradan hikayeleri vlog tarzı çekimler ve amatör oyunculuklar ışığında aktarıyor.

Öte yandan Hasçelikler and the City bugüne kadar yapılmayan bir tarzı ülkemizde hayata geçirdi. Belkıs’ın eski serilerinde nüvelerini bulabileceğimiz personalar en uç örneklerini verdi ve oyuncular farklı sosyal medya hesaplarından personalarını yaşatmaya başladı. Böylece transmedya hikâye anlatıcılığı olarak literatüre geçen tekniği ülkemize taşımış oldular. Karakterleri yalnızca bir saat içinde değil, yaşamın her anında sosyal medya aracılığıyla gerçekliğin farklı bir boyutunu deneyimlemeye başladık.

Bu ilginç deneyim, serinin tüm öğelerinin günlük yaşamdan fırlamış gibi “tanıdık” olması hissini derinleştirdi. DGS’ye hazırlanan tiktok bağımlısı Neslihan, gizli gizli dudak büyütme makyajı yapan kuzen, Gebze’de düğün salonu açan dalavereci enişte, nerede çalıştığını gizleyen boşanmış abla, internet kafedeki serseri çocukla gizli gizli flört eden genç kız, evleneceği adama kredi çeken Buse, Eskişehir’de okuyan şıpsevdi flört ve dedikoducu teyze…

Bu karakterler bazen memleketteki bir akrabamıza, bazen ise mahalleden eski bir arkadaşımıza benziyor. Tanıdığımız ya da unutmak üzere olduğumuz biri. Hepsi bildiğimiz bir yüzü anımsatıyor. Dikkat çekici olan da bu. Bunun bir anımsayış olması. Anımsıyoruz, hatırlıyoruz, tanıyoruz ancak kesinlikle biz değiliz. Seriyle kurduğumuz ilişkiyi romantik kılan da bu. Onu terk etmiş, ondan uzaklaşmış, belki de kaçmış olmamız.

Seriyi izlediğim süreçte Belkıs’ın hayran kitlesini biraz inceleme fırsatı buldum. Biraz haddimi aşarak bu kalabalık üzerine bir şeyler söylemeye yelteneceğim.

Belkıs’ın canlı yayınlarını izleyen ve onu takip eden hayran kitlesi genellikle üniversite çağındaki kadınlardan oluşuyor. Şüphesiz bunda Belkıs karakterine hayat veren Sude’nin feminist tutumunun etkisi yüksek. Yayınlarında ve videolarında hayranlarıyla kurduğu ilişki çoğunlukla abla-kardeş samimiyetini anımsatıyor. Mesela bir yayın serisinde hayranlarının ilişkilerini yorumluyor, diğerinde ise hayat üzerine izleyicilerden tavsiyeler alıyor. Tüm bunları yarattığı personalarla gerçekleştiriyor.

Belkıs’ın yaşını da hesaba katacak olursak Hasçelikler büyük oranda 2000 ve 2010’lar gençlik yaşantısının izlerini taşıyor. Mesela Neslihan DGS’ye hazırlanıyor ancak DGS ismiyle bildiğimiz “Direkt Geçiş Sınavı” birçok üniversite bölümü için çoktan kaldırıldı. Neslihan’ın flört ettiği serseri çocuk Caka, eskisi kadar popüler olmayan internet kafelerden birinde çalışıyor. Fatma’nın parasını almak için mafyanın ofisini basması ne kadar da 2000’ler dizilerini anımsatıyor.

Kısacası Hasçelikler, günümüzden topladığı izlerden fazlasını geçmişten topluyor. Peki nasıl oluyor da günümüzde bu kadar popüler olmayı başarıyor?

Hasçelikler and the City’nin izleyicisi sayabileceğimiz 18-25 yaş arasındaki gençler, çocukken ergenliklerine tanık olduğu kendinden önceki kuşakların hikayesini izliyor. Belki de çocukluğu boyunca özendiği, onlar gibi olmak istediği kuşağın hikayesi. Bu da seyircide nostalji algısını yoğunlaştırıyor.

Personanın Ölümü

Belkıs’ın kadir-i mutlak kadın fenomenlere meydan okuyan “aykırı” personası Hasçelikler and the City ile inanılmaz bir ivme kazanarak binlerin hafızasına kazındı. Ancak diğerleri gibi bu personalar da ölüme mahkumdu ve kendi sonunu hazırladı. Çünkü bu persona da aykırıydı ancak “yıkıcı” değildi. Şüphesiz farklı bir konumu işgal ettiler, buna rağmen diğer personalarla aynı havuza çoktan girdiler.

Hasçeliklerin ablası Fatma Hasçelik, bir yandan lubunyalarla parti verirken diğer yandan uyuşturucu düşkünü, cinsiyetçi sözlerin sahibi yeni nesil rapçilerin manejleriyle sözleşme imzalayabildi. X üzerinden kendisine yönelik terörist benzetmesine karşı ailesinin yedi göbek Rizeli ve ezelden beri milliyetçi olduğunu ispatlama telaşına düştü. Yaratılan persona henüz kitlesine yeni ulaşmışken, personalar havuzunda can çekişmeye başladı.

Belki yaklaşık bir asırlık süreçte o kadar da büyük değişimler olmamıştır. İtalyan Yeni Gerçekçiliği ile temelleri atılan, Fransız Yeni Dalga ile dünya sinemasına Astruc tarafından armağan edilen “auteur” kavramı Godard’ın deyimiyle nasıl “kalenin içinde tuzağa düştüyse” (4) bugün toplumsal referansları abartılarak ideolojik anlamlar atfedilen dünya sinemasından izler taşıyan fenomen yapımlar da ortaya çıktıkları andan itibaren cılız ifade biçimleriyle aynı kalenin kapısını çalıyor. Hem de bu kez onlara hayatta kalmak için çok daha az şans verilmektedir.

 


Referanslar

  1. Soner Sert, Sinemanın Teorisi, Yordam Kitap, Sayfa: 208
  2. https://tiktokunemeksinemasi.karsi.com/
  3. https://www.youtube.com/watch?v=GOwm7wkO5as&ab_channel=dvb
  4. Fernandos Olanas & Octavıo Gettıno, Üçüncü Sinemaya Doğru.