Home > İnceleme - Analiz > En Tartışmalı Filmlerden Biri: The Brown Bunny

En Tartışmalı Filmlerden Biri: The Brown Bunny

The Brown Bunny (Kahverengi Tavşan) (2003), tarihin en tartışmalı film yapımcılarından birinin elinden çıkan, tarihin en tartışmalı filmlerinden biridir. Filmin yönetmeni, yapımcısı, başrol oyuncusu, senaristi, kamera operatörü, yani filmin her şeyi Vincent Gallo olmuştur. Yönetmen, “The Brown Bunny” haricinde “Buffalo ’66”, “Trouble Every Day” (Her Gün Başka Bir Bela) ve “The Legend of Kaspar Hauser” (Kaspar Hauser Efsanesi) filmleriyle de bilinir. Vincent Gallo, 11 Nisan 1964 yılında doğmuş Amerikalı otör bir sinemacıdır. Genel izleyicilerden ziyade sinefiller ve bağımsız sinemaya ilgi duyan insanlar arasında oldukça bilinen, önemli bir sinema efsanesi figürüdür. Kendine has sivri, sert, lafını esirgemeyen bir kişiliğe sahip olan Gallo, sinemanın en aykırı isimlerinden biri konumundadır. Yönetmenlik ve oyunculuk haricinde müzisyenlik, ressamlık, modellik ve motor yarışçılığı gibi diğer alanlarda da varlığını sürdürmüştür.

Filmin konusu kısaca şöyledir: Bud Clay (Vincent Gallo), bir motor yarışçısıdır ve sevgilisinden yeni ayrılmış bir insandır. Sevgilisini unutamayıp New York sokaklarında gezip onu aramaya koyulur. Ayrılığın verdiği etkiyle New Hampshire’dan California’ya doğru bir yolculuğa çıkar. Sevgilisini unutabilmek için de türlü yollar dener; yolda konakladığı yerlerde kadınlarla ilişkiye girer ama asla eski sevgilisini unutamaz. Filmdeki yol sahneleri kronolojik bir sıra ile çekilmiştir.

Film, 2003 yılında Cannes Film Festivali’nde ilk prömiyerini yaptı. Film, eleştirmenler tarafından yerden yere vuruldu, yuhalandı ve çok sert tepkilere maruz kaldı. Peki, bu tepki neden kaynaklanmıştı? Filmin yavaş temposu, deneysel kamera kullanımı ve atmosferi ile izleyiciyi yorması ve oldukça sıkması, sabır taşı olması bir etkendi ama asıl olay, filmin sonundaki sahnede Vincent Gallo ve Chloë Sevigny’nin karakterleri arasındaki sınır tanımayan sıcak sahne ile ilgiliydi. Aynı Bruno Dumont’un “Twentynine Palms” filminin sonu gibi epik, ters köşeye sahip, iki katmanlı sürprizden oluşan ve seyirciye adeta tokat atar nitelikteki sahneden kaynaklıydı bu tepkiler. Eleştirmenler bu sahnenin oldukça gereksiz, uzun ve rahatsız edici olduğunu düşünüyordu. Filmin Cannes’da gösterilen süresi 119 dakikaydı ve bu süre sonrasında kısalacaktı.

Daha sonrasında, döneminin en önde gelen film eleştirmeni Roger Ebert’in film hakkında söyledikleri, sinema tarihine geçen en sert ve en kaba yönetmen-eleştirmen kavgasını başlatmış oldu. Roger Ebert ilk olarak şöyle dedi:

“Cannes tarihindeki en kötü film.”

Filmi yerden yere vurdu ve Ebert’in sinemadaki etkisi çok büyük olduğundan filmin üzerine kara bir leke çoktan sinmişti. Daha sonrasında Vincent Gallo da durmadı ve sert ve aşağılayıcı lafını söyledi. Vincent Gallo:

“O (Roger Ebert) şişman bir domuz ve ben onun kolonunu lanetledim.”

Bu kaba cevabını verdikten sonra eleştirmenler tarafından daha da yuhalandı, daha da yerin dibine girdi ve saygısız olarak etiketlendi. Daha sonrasında Roger Ebert, kurnaz ve zekice cevabını kullanarak sinema tarihine geçen o sözünü söyledi:

“Bir gün zayıflayabilirim ama Vincent Gallo her zaman ‘The Brown Bunny’nin yönetmeni olarak kalacak.”

Gallo büyük bir yenilgi almıştı. Artık filmi Gallo hayranları, sinefiller bile kurtaramaz gibiydi. Daha fazla tepkiye dayanamayan Gallo, filmi tekrardan kurgulama kararı aldı ve filmden neredeyse 25-30 dakika kadar kesti. Filmin süresini 92-93 dakika gibi bir seviyede tuttu.

Bütün bu olaylardan sonra, şaşırtıcı bir hamleyle, filmin akıbetini belki kurtarırım düşüncesiyle kesilmiş versiyonunu Roger Ebert’e götürdü. Roger Ebert’in cevabı ise şaşırtıcı nitelikteydi:

Ebert, filmin artık “sıkıcı” değil, “meditatif” (düşüncelere daldıran), “yalnız” ve “hüzünlü” bir yolculuğu anlattığını yazdı. Kesilen sahnelerin filmi hantallaştırdığını, yeni versiyonun ise odaklanmış bir sanat eseri olduğunu savundu.

En sonunda ise Ebert, filme 5 üzerinden 3 puan vererek filmi beğendiğini söyledi. Daha sonrasında Vincent Gallo, Roger Ebert’i arayıp dedikleri için özür diledi ve ikisi de barışmış oldu.

Ama filmin üzerindeki kara leke devam etti. Bu durum, Gallo’nun sinema kariyerinin durağanlaşmasına sebep oldu. Yine de 2010 yılında çıkan “Essential Killing” (Ölümüne Kaçış) filminde canlandırdığı Muhammed isimli sessiz ve sağır bir Taliban askerine hayat vermesiyle Venedik Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı.

The Brown Bunny 2

“The Brown Bunny”, sadece Gallo’nun kariyerini değil, diğer başrol olan Chloë Sevigny’nin de kariyerini riske soktu. Sevigny o sıralar “Boys Don’t Cry” ile Oscar adayı olmuştu ve yükselen bir yıldızdı. Filmdeki sahne yüzünden menajerlik ajansı onu bıraktı ve birçok yönetmenin kara listesine girdi. Sevigny şu açıklamayı yapmıştı:

Kararı “sanatsal bir film yapma” arzusuyla verdiğini ancak kariyerine olan etkisini hafife aldığını belirtmiştir.

Yine de bağımsız sinema severler arasında film, sevilen, kendine has deneysel bir film olarak anıldı. Küçük bir kitle filmi seviyor ve saygı duyuyordu. Vincent Gallo’nun film hakkında dedikleri ise yine kışkırtıcı ve savunur nitelikteydi:

“Kışkırtıcı olmaya çalışmıyordum; dürüst olmaya çalışıyordum.”

“Benim filmimde Hollywood’daki gibi sahte bir duygusallık, sahte bir yakınlık yok. Benim filmimdeki o an, Bud’un hissizleşmiş dünyasında hissedebildiği tek gerçek andı.”

“Ben bir sinemacı değilim… Ben bir film yapmış bir adamım.”

“Bu bir yalnızlık filmi. Bu, kırık bir kalp hakkında bir film.”

“Bu, yolun kenarında ölü bir kızı bulmak ve onu eve götürmek istemek hakkında bir film.”

“İnsanların filmimden nefret etmesi, onu sevmesinden daha iyidir. Yaptığım şeyin bir tepki almasını tercih ederim, kayıtsız kalınmasını değil.”

Filmin çok özel bir film olduğunu düşünüyorum. Sinema tarihinde edindiği konum, en tartışmalı filmlerden biri olması ve anlatımı açısından, cesur ve çok içten bir hikâyeyi izleyicilere anlatıyor. Filmdeki değişik kamera açıları, arabadaki yol sahneleri, insanı alıp düşüncelere daldıran bir yapıda. Filmin atmosferiyle ve kamera hareketleriyle oldukça sade ve deneysel olması, onu bir Dogma akımının üyesi gibi aktarıyor. Tuz yolu sahnesi en beğendiğim sahnelerden biridir; filme oldukça hava katan, unutulmaz bir sahne olarak filmde yer almıştır. Filmin sonunda seyirciye iki kez ters köşe yapan durumlar mevcuttur. Bu anlatım, insanı üzerine düşündüren, aynı hayattan bir kesit gibi gerçekçi durumlardan oluşuyor.

Film, aydınlık ve göz alıcı atmosferine rağmen karakterin ruhsal durumu ile inanılmaz dramatik bir hâl alıyor. Sanki “Buffalo ’66″dan yıllar sonra ne oldu?” gibi bir soruya cevap niteliğinde bu anlamda. İzlediğim en gerçekçi filmlerden biri olma özelliğini de taşıyor. Bir adamın trajik ve üzüntülü hayatı oldukça iyi bir sadelikte ama oldukça da dolu anlatılmış. Gallo yaptığı bu filmle en kendine has filmlerden birisini sinemaya kazandırmış oldu. “Twentynine Palms”, “Ken Park”, “Shortbus”, “Love” ve “Nymphomaniac” gibi filmler kadar cesur, sınır tanımayan bir yapım olarak o listesinde yerini aldı. En sevdiğim filmlerden biri olan The Brown Bunny”ye puanım 10/10.