Mohammad Rasoulof ‘un There Is No Evil (Sheytan Vojood Nadarad / Şeytan Yoktur) filmi baskı ve otorite altında bireysel seçimlerin nasıl şekillendiğini sorgulayan derin bir yapıt olarak öne çıkar. Yönetmen dört ayrı hikaye üzerinden tek bir temayı işler: İnsan, öldürmek ya da yaşatmak zorunda bırakıldığında kim ne hisseder, ne yapar?
Film farklı karakterlerin yaşamlarından kesitler sunarak bu soruyu çoğullaştırır. İlk hikayede sıradan bir aile babasının günlük yaşamını izleriz. Ancak sonunda onun idam mekanizmasının görünmez bir parçası olduğunu öğreniriz. Burada Rasoulof, Hannah Arendt‘in “kötülüğün sıradanlığı” kavramını hatırlatır. Bazen en büyük kötülükler rutin işler kılığında saklanır. İkinci hikaye askeri görevdeki bir gencin emirlere boyun eğmeyi reddedişiyle vicdani ret meselesini açığa çıkarır. Üçüncü bölüm aşk ve otorite arasında sıkışmış bir gencin trajedisini işler; sevdiğine kavuşma arzusu idam görevini kabul etme şartına bağlanır. Dördüncü ve son hikayede ise idamı reddettiği için sürgün edilmiş bir adamın yalnızlığına tanık oluruz.
Sinematografik olarak film sakin ritmi, doğal mekanları ve sessizliğiyle izleyiciyi rahatsız edici bir yüzleşmeye davet eder. Rasoulof karakterleri üzerinden “kötülük nedir, kim sorumludur?” sorusunu sordururken kesin cevaplar vermez. Böylece seyirciyi kendi vicdanı ile baş başa bırakır.
Rasoulof ‘un sineması doğrudan politik bir söylemden ziyade günlük hayatın detaylarına yaslanır. Karakterlerin basit rutinleri ,sıradan mekanlarda geçen sahneler ve neredeyse belgesel tadında bir gerçekçilik filmin etkisini arttırır. Özellikle sessizliklerin ve doğa manzaralarının uzun süre korunması izleyiciye nefes aldırmak yerine onları düşünmeye zorlar.
Anlatının gücü “kahramanlık” ya da “ihanet” gibi siyah-beyaz yargılar üretmemesinden gelir. Film insanı zor kararların göbeğinde gösterirken her seçimin beraberinde bir bedel getirdiğini hatırlatır. Emirleri yerine getirmek hayatı kolaylaştırabilir; ama vicdanın yükü ömür boyu taşınır. Öte yandan itaatsizlik, özgürlüğü mümkün kılar; ancak bu da toplumdan dışlanma ve yalnızlıkla sonuçlanır.
There Is No Evil bireysel özgürlük ile otorite arasındaki çatışmayı evrensel bir mesele olarak ele alır. İran’ın özgül koşullarını aşarak seyircisine şu soruyu bırakır: ben olsaydım hangi yolu seçerdim?